Kanal D’de yayınlanan Beyaz Show programına telefonla bağlanarak “Sessiz kalmayın. Yazık insanlar ölmesin, çocuklar ölmesin, anneler ağlamasın” şeklinde sözleriyle Diyarbakır’da yaşanan hak ihlallerine dikkat çeken Ayşe Çelik'in konuşmasını alkışlattığı gerekçesiyle program sunucusu hakkında PKK propagandası yaptığı iddiasıyla soruşturma başlatılması ve “savaşa ortak olmayacağız” diyerek barış çağrısı yapan akademisyenlerin imza eyleminin de PKK propagandası olduğu şeklindeki kara propagandanın ardından bu kavramı irdelemek elzem oldu.
Propaganda kavramı Latince bahçıvanın taze bir bitkinin filizlerini yeni bitkiler üretmek için yeniden toprağa dikilmesi anlamına gelen “Propagare” kelimesinden alınmıştır. Amaç, belirli fikirleri yeşertmek ve yaymaktır. Propaganda, belli bir düşünceyi, belli bir dünya görüşünü, taraftar kazanmak veya taraftarların düşüncelerini kuvvetlendirmek amacıyla, söz, yazı, konuşma, davranış ve benzeri araçları kullanarak açıklamak, yaymaktır.[1]
Kişi için görüşünü bildirmek, kendi kesimine ve dış kesimlere göre toplumsal olarak yerini belli etmektir.[2] Türk Dil Kurumu Sözlüğü’ne göre propaganda, “Bir öğreti, düşünce veya inancı başkalarına tanıtmak, benimsetmek ve yaymak amacıyla söz, yazı vb. yollarla gerçekleştirilen çalışma, yaymaca”dır.[3]
Literatürde siyah, gri ve beyaz propaganda olarak bir ayırım yapılmaktadır. Beyaz propaganda doğru olarak görülen bilgilerin yayılmasını içerirken, gri propaganda şüphe edilecek nitelikteki iddiaların yayılmasını içermekte ve bu yapılırken bilgi ile bilgi kaynağı arasında sıkı bir bağlantı yapılmaktan kaçınılmaktadır. Siyah propaganda* ise, yanlış bilgileri yayan propagandacının kimliğinin belirtilmemesini içermektedir.[4]
Hemen her dönemde varlığını sürdürmüş, bir ikna yöntemi olan propagandanın tarihi on yedinci yüzyıla kadar uzanmaktadır. Başlangıçta kilise dilinin sınırları içerisinde kalan propagandanın siyasal alana aktarımı on yedinci yüzyıldan sonra olmuştur. Bilimsel olarak incelenmeye ise, I. Dünya Savaşı’ndan sonra başlanmıştır.[5] O zamanlar I. Dünya Savaşı’nda kullanılan ikna taktiklerini ve daha sonra da totaliter rejimlerin uygulamalarını tarif etmek için kullanılıyordu.[6] Çoğulcu demokratik sistemlerde ise propaganda, toplumsal yapıdaki farklılığa dayanan, bütünleşme uzlaşma, konformist ve rızanın üretimine yönelik ideolojileri yaygınlaştırarak varlığını devam ettirmektedir.[7]
Propaganda fikir ve düşüncenin açıklanmasından farklıdır. Gerçi propagandada da bir açıklama vardır, fakat bu açıklama başka şahıslarda bir bilgi yaratmaya veya bir duyguyu harekete geçirmeye yönelik bilimsel, öğretici, artistik veya dini nitelikte sırf ve mücerret bir fikrin açıklanması değildir. Propagandada başka bir amacın elde edilmesi ile sıkı sıkıya bağlantılı olan bir düşünce açıklaması vardır.[8]
Tarihi gelişim içinde olaya baktığımızda görürüz ki, Faşizm, Nasyonal-Sosyalizm ya da Komünizm olsun tüm totaliter ve otoriter sistemlerde kitleler hep tek bir şekilde düşünmeye ve hareket etmeye yönlendirilmektedir.[9] Bunu sağlamak için katı bir propaganda yönteminden yararlanılmaktadır. İktidar gücünü elinde bulunduranlar resmi ideolojinin yayılması ve zarar görmemesi için bireyleri sıkı bir takibe almışlardır ve resmi ideolojinin aksine bir düşünce ya da davranış en acımasız şekilde cezalandırılmaktadır.[10]
Propaganda en fazla ideolojik görüşleri geniş kitlelere yaymak ve benimsetmek için kullanılır. Bu nedenle iktidara, egemene muhalif olan görüşleri engellemek için propaganda bir suç olarak tanımlanır ve yaptırıma bağlanır. Ancak propagandaya konu görüşü benimseyen başka bir grup iktidara geldiği vakit o görüş propaganda kapsamında cezalandırılmaz. Bu da propagandanın amacına yönelik görüşlerin cezalandırılmasındaki göreceliliğe işarettir. Propagandanın bir amacı olduğu doğrudur. Ancak ideolojiye yakın her söylem o ideolojinin veya ideolojik örgütün propagandası değildir. Nitekim ideolojik bir örgütün benimsediği bir görüş bazı zamanlar bireylerin de savunduğu yaygın görüşler olabilir.
Propagandayı tümden suçlu bulmak mı gerekir? Kamuoyunu belirli bir yönde etkileme tasarısının kendisi benimsenebilir bir şey midir? Görüşlere etkimek haksız olarak kişisel bağımsızlığı çiğnemek değildir; kendileri de toplumsal olan, kendileri de toplumsal baskıların sonucu olan ve bireyin ancak ikinci derecede bağlandığı güçlere etkimektir. Görüşlere etkimek ille de gerçeği bozmak da değildir: genellikle gerçekten çok uzaklaşmış bir görüşü değiştirmektir, kimi zaman, bu görüşü gerçeğe yaklaştırma yönünde de işleyebilir.[11] Tam da bu bağlamda akademisyenlerin, Türkiye’de sokağa çıkma yasağının uygulandığı il ve ilçelerde medyada sergilenenlerin aksine yaşanan hakikatlere dikkat çekerek, gerçeklikten kopmuş topluma gerçeği hatırlatıp kalıcı barışa yönelik çağrıda bulunması soruşturma konusu olmuştur. Öte yandan ifade özgürlüğünün kapsamına girmeyen hakaret, şantaj, ırkçılık, şiddeti teşvik, savaş propagandası içeren ve hedef kesimi de belirterek “oluk oluk kan dökeceğiz” ve “dökülen kanla duş alacağız” şeklindeki ifadelerin görmezden gelinmesi hukukla açıklanamayacak bir tarafgirliğin izahıdır.
1966 tarihli BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 20. maddesine göre, “her türlü savaş propagandası ile ayrımcılığa, nefrete ya da şiddete teşvik eden ulusal, ırksal ya da dinsel düşmanlığın savunulması kanunla yasaklanır”. Nefret suçlarının ayırıcı ölçütü, özellikle mağdurun grup aidiyeti ve toplumsal-kesim kimliğidir.[12] Nefret suçlarının ve ırkçı propagandanın cezalandırılması isteminin altında yatan neden; suç teşkil eden ifadelere katılmama değil ötekileştirilen kesimlerin, azınlıkların, mağdurların korunması ve ırkçılığa dayalı suçları azaltmaktır. Aynı zamanda önyargılarla bu mağdur kesimlere yönelik suçların önüne geçmektir.
AİHM’in ifade özgürlüğünü düzenleyen 10’uncu maddenin ihlal edildiği kararını verdiği davalar Türkiye’de en fazla Terörle Mücadele Kanunu (TMK) 7/2’nci maddesindeki “propaganda” suçundan kaynaklanmaktadır. 30.04.2013 tarihinden önce Terörle Mücadele Kanunu madde 7/2 “Terör örgütünün propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır…” şeklindeydi.
Bu maddenin tehlikeli yönü hiçbir koşul ileri sürmeksizin propagandayı suç saymasıydı. İlgili düzenlemenin belirsiz ve soyut oluşu, suçun unsurlarının tanım normunda kesin olarak saptanmamış olması suçta kanunilik kuralına ve ayrıca “ölçülülük” ilkesine aykırıydı. “30.04.2013 tarihli 6459 Sayılı Kanun ile Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/2’nci maddesi “Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır…” şeklinde revize edildi. Yapılan bu değişikliğin gerekçesi ise “AİHM, şiddeti teşvik edici nitelikte olmayan açıklamaların ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu belirterek, içeriğinde şiddete başvurmayı cesaretlendirici ifadeler yer almayan ya da kişileri silahlı isyana teşvik edici nitelikte olmayan açıklamalar nedeniyle bireylerin Terörle Mücadele Kanununun 7 nci maddesinin ikinci fıkrası çerçevesinde cezalandırılmasını ifade özgürlüğüne aykırı bulmaktadır” şeklinde yazıldı. Ne var ki uygulama mevcut TMK 7/2’nci maddesinin değişiklikten önceki halinin de gerisine düştü.
İktidar ağzıyla yapılan ve emir eri basının da çığırtkanlığını yaptığı, yargıyla da dokusu tamamlanan “terör propagandası” yaftası uluslararası politikada propaganda aracı olarak ad takmanın en yaygın ifadelerinden birisi olan “terörist” ve “terörizm” kavramlarına sığınmanın tezahürüdür. Zira politik amaca uyacak şekilde izlenimler yaratmak için bazı kavramların insanlar üzerinde kötü etki bırakmasından faydalanılarak çeşitli isimlendirmeler kullanılır. “Terör yandaşı” gibi bu ad takmaların gerçeği yansıtmadığı ortaya çıksa dahi kin ve düşmanlık, nefret oluşturacak nitelikte olan bu çeşit propaganda cezalandırılmaz. Rahatsız olunan, mevcut hükümete karşı eleştirel olan özellikle içerisinde somut olgularla hakikatleri içeren her ifade “terör propagandası” ve sokak ağzıyla eşdeğer şekilde siyasi söylemlerde ve hükümet neferliği yapan medyada “terör yandaşlığı” olarak gösterildi. Hatırlanacağı üzere ifade özgürlüğü konusunda bir dönem başta TCK’nın 301. maddesi olmak üzere bazı suç tipleri özellikle kamuoyunca tanınan kişilerin davaları nedeniyle tartışılırken kamuoyu gündeminden uzakta “değersiz kurbanlar”[13] terör örgütü propagandası gibi, yaptırımları çok daha ciddi suçlardan yargılanıyor ve cezalandırılıyordu. Maalesef ki artık değerli kurbanlar da kalmadı. Düşünce ve ifadeler “hükümet yanlısı” ve “hükümet karşıtlığı” adları altında ayrı kümelerde birleşirken ilk kümenin ifade özgürlüğü kapsamına dahi girmeyen ırkçı, şiddete teşvik edici, hakaret ve tehdit edici ifadeleri korunurken, ikinci kümede birleşen geniş bir ötekiler kesiminin barış çağrıları suç kabul edilmektedir. Görüldüğü üzere TMK madde 7/2’de iyileştirme ve AİHM kararlarına yaklaşma adı altında yapılan hiçbir değişiklik somut olaylar karşısında ifade özgürlüğüne güvence sağlamamaktadır. TMK 7/2’nci maddesine yaslanılarak aslında madde metninden de geride uygulamalarla yurttaşların bilgilenme hakkı engellenmektedir. Demokrasilerde, hükümetlerin halkından gizleyeceği şey olmayacağı için “bireyin bireysel bilgilenme hakkı”nın sınırlanamayacağı kabul edilmektedir.[14] Zira çoğulcu demokrasilerde farklı düşünce ve ideolojilerin yer alması ve kişilerin bunları rahatça savunup, yanlarına taraftar toplamaya çalışmalarından doğal bir durum olamaz. Propagandanın yasaklanması adeta düşüncenin yasaklanması anlamındadır.[15] Bu nedenle bu maddenin tamamen kaldırılması gerekmektedir. Aksi görüşte dahi, demokratik bir devlette propaganda fiilinin tek sınırlama koşulu, bizzat düşünce yayma veya propaganda fiilinin yani ifadenin kendisinin (fiil olarak) cebiri içermesi, cebrin propaganda fiilinin veya suçunun bir unsurunu oluşturmasıdır.[16] Her koşulda, örgüt propagandası suçlarında, hiçbir sınırlamaya tabi tutmadan mücerret örgütün değil, işlediği suçların propagandasının yapılmasının cezalandırılması gerekir. Propaganda ve benzeri suçlar, örgütüne göre “seçici” uygulamayı da beraberinde getirme tehlikesini içinde barındırmaktadır. Şüphesiz suç işlemek için örgüt kurmak, suç örgütüne yardım vs. davranışlarda bulunmak, gerekli ölçütlere uyulması koşulu ile her sistemde cezalandırılabilir. Ancak, propaganda suçlarının yeri ayrıdır ve hele hele “örgüt üyesi olmayanlar” tarafından işlenme hallerinin sınırları çok açık olarak belirli olmalıdır.[17]
Kanaatimizce; “örgüt propagandası” suç olarak tanımlanacaksa bile bu suç netice itibariyle bir düşünce suçu olduğundan TMK kapsamından çıkarılmalı, her düşünce suçunda olduğu gibi AİHM kriterlerini esas alacak şekilde uygulanmalıdır. Özelikle şiddete teşvik ve bu hususta mevcut ve yakın tehlike kriteri uygulanmalıdır. (YPT/HK)
[1] Cihan, s.57; Özlem Yenerer Çakmut, Ceza Hukukunda Propaganda ve Düşünce Özgürlüğü, Prof. Dr. Sahir Erman’a Armağan, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, Alfa 1999, s.136.
[2] Jean Stoetzel, Aktaran: Jean-Marie Domenach, Politika ve Propaganda, Türkçesi: Tahsin Yücel, 3. basım, Varlık Yayınları, 2003, s.106.
[3] www.tdk.gov.tr *daha çok “kara propaganda” kavramı tercih edilmektedir.
[4] Ayla Okay-Aydemir Okay, Halkla İlişkiler Kavram, Strateji ve Uygulamaları, Genişletilmiş 2. Basım, Der Yayınları, İstanbul 2005, s. 27.
[5] Fatma Geçikli, “Geçmişten Günümüze Propaganda Kavramı” adlı makalesi, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, Sayı:9, İstanbul, 1999, s.265.
[6] Anthony R. Pratkanis & Elliot Aronson, Propaganda Çağı İknanın Gündelik Kullanımı ve Suistimali, Türkçesi: Nagihan Haliloğlu, Paradigma Yayıncılık, İstanbul Eylül 2008, s.12-13.
[7] Ahsen Armağan, Siyasal Bir İletişim Türü Olarak Propaganda adlı makalesi, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, Sayı:9, İstanbul, 1999, s.417.
[8] Erol Cihan, “Milli Duygulara Aykırı Propaganda Yapma Suçu (TCK. m. 142/b.3)”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt:XLIII, Sayı: 1-4, İstanbul, 1979, s.58.
[9] Sulhi Dönmezer, Basın Hukuku, İstanbul 1976, 4. Bası, İ.Ü. yayını, s.27 Aktaran: Özlem Yenerer Çakmut, Ceza Hukukunda Propaganda ve Düşünce Özgürlüğü, Prof. Dr. Sahir Erman’a Armağan, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, Alfa 1999, s.138.
[10] Çakmut, Ceza Hukukunda Propaganda ve Düşünce Özgürlüğü, s.146.
[11] Domenach, s.108.
[12] Öykü Didem Aydın, Nefret Suçları ile Mücadele: Ceza Hukukunun Olanakları ve Sınırları, e.t: 01.06.2011
[13] Ekonomist ve basın eleştirmeni Edward Herman uzun yıllardır basında “değerli” ve değersiz” kurban diye adlandırdığı kurbanları incelemekte. Bunlardan ilki düşmanlar tarafından suiistimal edilen kurbanlar, ikincisi ise bizim kurbanlarımız, dolayısıyla değersiz kurbanlardır. Herman ve diğerleri doğal bilimler dışında nadiren görülebilecek bir güven düzeyiyle göstermişlerdir ki değerli kurbanlar basında büyük yer kaplayıp, korkunç ıstırap gösterilerine sahne olmakta ve onların çektikleri, bizim şiddete başvurma eğilimimizi arttırmakta haklı bir sebep olarak gösterilmektedir. Bunun aksine, değersiz olan, fark edilmemekte ve sessizce unutulmaktadır. Aktaran: Noam Chomsky, İfade Özgürlüğü İçin İstanbul Buluşması Konuşması, 10.10.2010, Çeviren: Nuri Ersoy, Senem Yıldız http://www.bgst.org/keab/nc20101029.asp, e.t: 20.09.2011
[14] Çetin Özek, Terörle Mücadele Yasasına İlişkin Bir Anayasaya Aykırılık İddiası, Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası Özel Hukuk Bülteni (MHB), Sayı 1-2, 1999-2000, s.729.
[15] T. Ayhan Beydoğan,Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Işığında Türk Hukukunda Siyasi İfade Hürriyeti, Liberal Düşünce Topluluğu Yayınları, Ağustos 2003. s.181.
[16] Zeki Hafızoğulları, Liberal Demokratik Bir Hukuk Düzeninde İfade Hürriyetinin Sınırı, s.13-14; Aktaran: Beydoğan, s.123.
[17] Öykü Didem Aydın, Hukuki Perspektifler Dergisi'nde (Mayıs 2006) yayınlanan "YTCK Açısından Salt İfade Suçlarına Eleştirel Bir Bakış" adlı makalesi.