Michel Foucault yönetim sanatı yahut yönetimselliği (governmentality) “muktedirin güçlü olabilmek için coğrafyayı ve nüfusu denetlemesi” şeklinde kavramsallaştırır.1
Bu kapsamda “nüfus” iktidarın ihtiyaçları ve gereksinimlerine göre sürekli bir biçimde belirli normlar üzerinden2 denetime ve düzenlemeye tabi tutuldu. Bu denetimde yıllar içerisinde tıp kurumu devletin en önemli (ideolojik) aygıtı haline geldi; devletin söylemi tıbbileştikçe, tıp kurumunun söylemi de devletleşti. Nüfus politika sahasında iskân, mübadele, şenlendirme, sürgün, tehcir gibi farklı isimler ve kurumlar altında yoğurulurken tıbbi alanda düzenlemeler doğum olgusu üzerinden gitti.
Doğum; yaşamın bir evresi iken gittikçe tıbbileştirili3 bu sayede nüfusun şekillendirilmesine dair yeni bir imkân vuku buldu, modern anlamda gebelikten korunma yöntemlerinin ortaya çıkışı da tıp kurumu aracılığıyla nüfus üzerindeki kontrolün daha etkin olmasını sağladı. Elbette gebelikten korunma şimdilerde geleneksel diye adlandırılan geri çekme ile yahut emzirme süresinin uzatılması veya ilkel kondomlarla çağlar boyunca uygulanmış olsa da aile planlaması şeklinde vuku bulması yakın tarihlerde gerçekleşti.4 Aile planlaması hizmetleri ekonomik, askeri ve sosyal saiklerle şekillenen nüfus politikalarının önemli bir parçası haline geldi.
Genelleme yapacak olarak kuruluş yıllarında pronatalist (çoğalmayı teşvik edici), 1960’lar sonrası antinatalist (çoğalmayı önleyici) bir nüfus politikası izlenen Türkiye’de son yıllarda bu seyrin tersine döndüğüne şahit oluyoruz. Elbette bu seyrin nasıl değiştiğine dair bilgiyi siyasi erkin söylemleri ve uygulamalarından ediniyoruz. Bu değişimle alakalı ilk açıklamalar 2008’de üç çocuk şeklinde başlayıp 2012 yılında kürtajın bir cinayet olduğu ifadesiyle alevlenmiş olup yıllarca farklı şekillerde devam etmiştir ve hala güncelliğini korumaktadır.
Bu söylemlerin şekli, şemalı, amacından ziyade dikkat çeken kısmı içinde barındırdığı kavram kargaşasıdır. 2016 Mart ve Mayıs aylarında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın doğum kontrolüne dair açıklamalarının5 ardından dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ bir röportajında şöyle bir yorumda bulunmuştur:
“Zorla kimseye sen çocuk doğurma ya da sen çocuk doğur denmemelidir. Aileler karar verir, bunun adına aile planlamasıdır. Aile planlaması da demiyoruz, bunun adına üreme sağlığı diyoruz.”6
Halk Sağlığı Uzmanları Derneği’nin konuya dair görüş belgesinde tanım şu şekilde verilmektedir: “Aile planlaması, bir insan hakkı olan üreme sağlığı hizmetlerindendir”.7
Bakan ise açıklamasında aile planlaması değil üreme sağlığı diyoruz ifadesiyle bu kavramın artık makbul olmadığını ifade etmişti. Halbuki konuya dair literatürde üreme sağlığı ve aile planlaması birbirinin yerine kullanılabiliyor, çoğu zaman aile planlaması bir alt başlık veya yan başlık şeklinde yer alıyor8.
Eski adı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması (AÇSAP) olan birimlerin Halk Sağlığı Kurumu (Müdürlüğü) altında Üreme Sağlığı Birimlerine dönüştürülüp (tam bir yerine koyma olmasa da hizmet verilen bina ve personel anlamında) neredeyse sadece gebelikten korunma yöntemlerine yani aile planlamasına yönelik hizmet vermesi de ayrı bir ironidir. Birçok farklı politik strateji belgesinde de kavramlara dair bu değişim izlenebilmekte.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının 2008-2013 ve 2018-2023 yılları için hazırladığı benzer içerikli iki ayrı stratejik belge9 bu açıdan güzel bir karşılaştırma sunuyor. İlk belgenin Sağlık başlığındaki ilk sayfasında (syf.53) şu ifade yer alıyor: “Kadınlara ilişkin önem arz eden sağlık konuları üreme sağlığı ve aile planlamasıdır.” Bu ifadeden sonra da daha farklı yerlerde, hatta bir başlık şeklinde yer alan “aile planlamasına” önemli bir vurgu var. İkinci belgede (2018-2023) ise aile planlaması sadece geriye dönük 2 cümlede geçiyor ve güncele dair herhangi bir vurgu bulunmuyor. Nasıl kürtaja dair söylemler vatandaşta hatta sağlık emekçisinde bu hizmetin yasal olmadığına dair bir algı oluşturuyorsa aile planlamasının bu şekilde ifade edilme(me)si de aynı olumsuz duruma sebep oluyor.
TUİK 11 Temmuz Dünya Nüfus Günü için 2013 yılından itibaren yılın temasına yönelik bültenler ve infografikler yayınlar. Son 2 yıldır günün teması aile planlaması olmasına rağmen yayınlanan bültende aile planlaması yöntemlerine dair herhangi bir veri paylaşılmıyor10. Ortalama evlenme yaşı, sezaryen oranları yahut adölesan gebeliğin aile planlaması teması ile nasıl bir ilişkisi olduğu anlaşılamamakta.
Nüfus yenilenme düzeyinin (2.10 çocuk sayısı) altına düşüleceği endişesiyle, bu endişenin kaynağı da önemli olarak, doğumu teşvik edici politika ve pratikler uygulanabilir ancak bunun yolu kürtajı kriminalize etmek ya da aile planlaması hizmetlerine erişimi kısıtlamak şeklinde olmamalı. Yüksek işsizlik oranları, düşük ücretli ve güvencesiz çalışma ortamı, ifade özgürlüğünün kısıtlanması, ekonomik belirsizlik; kısacası şimdiye ve geleceğe dair olan kaygılar üreme çağındaki genç insanlar için pek de çocuk doğurmayı teşvik edici şartlar değildir.
Hiçbir çocuğun “kaza” sonucu değil istenerek ve beklenerek dünyaya gelmesi için kısıtlama yerine yaygınlaştırma, yasaklama yerine teşvik etme öncelenmeli. Aynı zamanda gebelikten korunmanın sadece kadının yükümlülüğü veya evli çiftlerle alakalı bir mesele olduğuna dair anlayışı kıracak şekilde erkeklere ve gençlere yönelik aile planlaması hizmetlerine özel olarak önem verilmeli. Sonuç olarak bir sağlık hakkı olarak görülmesi gereken aile planlaması hizmetleri her kesimden, yaştan ve cinsel tercihten insanlar için ulaşılabilir ve ücretsiz olmalıdır. (AİN/HK)
1: Sema Erder, Zorla Yerleştirmeden Yerinden Etmeye: Türkiye’de Değişen İskan Politikaları, İletişim Yayınları, 2018
2: Micheal Foucault, Güvenlik, Toprak, Nüfus, Çev. Ferhat Taylan, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları,2013
3: İvan İllich, Sağlığın Gaspı, Çev. Süha Sertabiboğlu, Ayrıntı Yayınları, 2000
7: hasuder.org
10: tuik.gov.tr
* Fotoğraf: Nazlı Yüzbaşıoğlu - İstanbul/AA