Öyle bir baba düşünün ki öz kızına tecavüz ettikten hemen sonra abdest alıp camiye koşsun ve en ön sırada saf tutarak namaz kılsın.
Üstelik bunu yıllar boyunca sürdürüp evladını defalarca hamile bıraksın ve bu korkunç vaziyetin ortaya çıkmaması için tüm ailesini cehennemî bir baskı altında tutsun.
İhtimamla sürdürmeye çalıştığı inançlı Müslüman imajının zedelenmeye başlamasıyla tehditlerin şiddetini artırarak kendi evladından doğmuş kız çocuğunun büyümesini beklediğini, onu da kendine gelin yapacağını söylesin
Yıllar boyunca sürmüş ve uzun süre cezasız kalmış bu zoraki ensest vakası günümüzde Taliban'ın kontrolüne geçmekte olan Afganistan'da nispi demokrasinin âcizliğine de işaret ediyor.
Şeriatın gölgesinden kurtulamamış adalet sisteminin erkeklerin lehine işletilmesi sonucunda tecavüz mağduru Hatıra'nın babasına münasip gördüğü recm için Taliban'dan medet umması şaşırtıcı olmasa gerek.
Ne de olsa babasının koyu Müslüman görüntüsü sayesinde suçunu kolaylıkla inkâr etmesi ve Hatıra'nın başvurmuş olduğu birçok mollanın onu suskunluğa sevk etmesi kadının memleketteki çaresizliğinin ispatı.
Anneannesini anne sanıp annesini ablası yerine koyan bir kız çocuğunun aile bağları hususundaki kafa karışıklığı ayrıca çarpıcı.
Yönetmenliğini Sahra Mani'nin üstlendiği A thousand girls like me (Benim gibi yüzlerce kız) başlıklı belgesel, kadına herhangi bir hakkın tanınmadığı, üstelik koyu karanlığa tekrar gömülme ihtimali olan bir diyardan çok acı bir çığlık; filmin kahramanı Hatıra'yla empati kurmamızı sağladığı kadar ülkenin başkenti Kabil'in genelde yansıtılmayan gündelik hayat ayrıntılarını da gayet estetik bir tavırla sunan çarpıcı bir belge.
Neyse ki Hatıra'nın başvurduğu son molla bir televizyon programında görünerek olayları anlatmasının tek çare olduğuna onu ikna ediyor ve filmin kahramanı ile birlikte seyirci de bu kâbustan çıkılabileceğine dair ümitlenip bir nebze ferahlayabiliyor.
Erkekler hem suçlu hem güçlü
Afganistan'da 2009 yılından itibaren kadınlara tecavüz hakkında bir kanun yürürlüğe girmiş olsa da ender olarak uygulanabiliyor.
Ne de olsa adalet sistemi demeye bin şahit isteyen düzende kadının kendi rızasıyla cinsel münasebete girdiği iddiasıyla namus yoksunu sayılıp cazalandırılması çok yüksek ihtimal; dolayısıyla kimse tecavüz vakalarını ihbar etmeye cesaret edemiyor.
Hatıra da film çekimi sırasında babasından tekrar hamiledir ve çocuğu aldırmak istemektedir. Fakat hukuk danışmanları doğacak çocuğun geçerli bir kanıt olarak davada kullanılmasından yanadır.
Ancak, duruşma öncesinde ifade verdiği hâkim dahil Hatıra'ya inanmamaya meyilli erkekler çoğunluktadır; hamile kalmasında kendi rızasıyla cinsel münasebete girmiş olma ihtimali veya yasak ilişki içinde olduğu başka bir erkekten hamile kalmış olma olasılığı Hatıra'nın yüzüne sık sık çarpılır ve kahramanımız defalarca yıkılır.
Hatıra'ya durumu güvenlik kuvvetlerine niçin daha önce bildirmediği birçok kez sorulur. Oysa iki erkek kardeşi ve annesi dahil, tüm aile yıllardan beri babanın baskısına ve dayağına maruz kalmış, bilhassa kadınların sokağa yalnız çıkmaları imkânsız hale getirilmiştir.
Memlekette, herhangi bir özgürlüğe sahip olmaması yetmezmiş gibi kadın yalnız yakın aile fertlerinin değil, amcaların, dayıların, komşuların, tüm çevresinin "malı" sayılmaktadır.
Onlar kadının sahibidirler, hepsi onun hakkında konuşmaya, onun adına karar almaya hakkı olduğunu düşünür.
Yönetmenin kadın olması Hatıra ve annesinin kamera karşısında olabildiğince rahat ve samimi davranmasını sağlarken bizim de kahramanın duygularına mümkün olduğunca nüfuz etmemize imkân tanıyor.
Fazlasıyla dramatik içeriğe rağmen tecrübeli sinemacı duygu sömürüsüne bel bağlamıyor; tam tersine olayların geliştiği mahalleyi ve genel olarak Kabil'i tanıtmak üzere kamerasını ustalıkla kullandığı gibi kurguda eslere sık sık yer vererek seyircinin nefes almasını, mevzu hakkında düşünmesini ve olayları salim kafayla takip etmeyi sürdürmesini sağlıyor.
Uzun süredir karşımıza çıkan birçok kurmaca ve belgesel filmin aksine, coğrafyayı çok daha yumuşak, şefkatli ve estetik bir tavırla seyirciye sunuyor ve fazlasıyla iç karartıcı dinamikte daima bir ümit ışığı olduğunu hissettiriyor.
Bölgenin klasiklerinden uçurtma, gri kentin semalarında parıldayan beyaz bir güvercin sürüsü, uyanıp gerinen bir sokak köpeği gibi bildik detayların yanı sıra, damda sebze ayıklayan kadınlar grubu, baloncu çocuk, birbirinden renkli yerel gelinliklerin satıldığı bir dükkân, dondurmacı, geleneksel bölge mimarisinden ayakta kalabilmiş ahşap oymalı bir ev ve dar sokakta küçük bir bakkal dükkânının önünden sakin sakin yürüyen ahali...
Tecavüz mağduru aşağılanıyor
Filmde tabii ki hamile Hatıra'nın gayet zor şartlarda ağır su bidonları taşımasına, leğenlerde iki büklüm çamaşır yıkamasına, babasının kâbuslarına nasıl girdiğini anlatmasına veya şehirde silah sesleri duyulduğunda "Keşke evimize bomba düşse de bizi yok etse!" demesine de şahit oluyoruz.
Bir süredir gözaltında olmasına rağmen babasının yaptıklarını unutmakta zorluk çektiğini, hatta unutacağını hiç sanmadığını da ifade ediyor.
Artık 23 yaşına gelmiş olan Hatıra, babasının onu okşamaya başladığı çocukluk yıllarına da dönüyor; babasına neden öyle yaptığını sorduğunda, kızına sadece şefkat göstermeye çalıştığını, tüm babaların bunu yaptığını söylediğini de hatırlıyor.
Fakat yıllar geçip Hatıra duruma bilinçli olarak direnmeye başladığı zaman babasının onu polise gittiği takdirde orada polislerin bir köpek sürüsü misali kendisine topluca tecavüz edeceklerini söyleyerek korkuttuğunu da unutmuş değil.
Arada sırada eve uğrayan erkek kardeşlerinin belgesel çekiminden rahatsız olduklarını da fark ediyoruz. Ne de olsa Hatıra yüzünden itibarları zedelenmiştir ve iş kapasiteleri düşmüştür.
Zaten bilhassa Facebook yüzünden iyice bilinir hale gelen Hatıra vakası yüzünden kahramanımız, annesi ve çocukları sık sık ev değiştirmek zorunda kalmaktadır.
Peşlerini bırakmayıp onları devamlı tehdit ve taciz eden amcaları da hayatı onlar için iyice çekilmez hale getirmektedir.
Filmin sonunda adaletin tecelli etmesiyle Hatıra ve çocuklarına sağlanmış Fransa vizesi sayesinde Kabil'den biz de havalanıyor ve kahramanımızla özdeşleşerek yıllar sürmüş karabasandan kurtulmuşçasına göklerde süzülüyoruz.
Sahra Mani'nin elinden çıkmış 80 dakikalık belgesel kesinlikle izlenmeyi hak ediyor.
Dünya prömiyerinin yapıldığı Kanada'daki Hot Docs festivalinden sonra Sheffield, IDFA, Göteborg, Seattle gibi film festivallerinde arzıendam etmiş olan ödüllü yapım Türkiye'deki seyirciyi de tesir altında bırakacaktır.
(MT/PT)