Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Büyük Dairesi, 13 Şubat 2003 tarihli Refah Partisi ve Diğerleri - Türkiye Davasında, örgütlenme hakkı ve ifade özgürlüğüne en geniş ölçüde sahip olan siyasi partilerin demokratik bir rejimde oynadıkları rolün önemine yeniden değinmiştir.
Mahkemeye göre, siyasi partilerin üstlendikleri rol karşısında onlara karşı alınan herhangi bir önlem, ilgili devletteki örgütlenme özgürlüğünü etkiler. Sonuç olarak, herhangi bir sınırlandırıcı önlem demokrasiyi etkilemektedir. İktidara gelen oluşumlar olarak siyasi partilerin ülkelerindeki rejimin bütününü etkileme kapasitesine sahip olmaları, oynadıkları rolün gereğidir. Siyasi partilerin diğer örgütlerden farkı nedir? Siyasi yaşama müdahale eden ve etkilemeye çalışan diğer örgütlerden, seçmenlere sundukları toplumsal model önerileriyle ve iktidara geldikten sonra bu önerileri uygulama yetenekleriyle ayrılırlar.
Ayrıca Mahkeme, Sözleşme'nin 10. maddesi anlamındaki düşüncenin korunması ve bunu açıklama özgürlüğünün, 11. maddede öngörülen toplanma ve örgütlenme özgürlüğünün önemli unsurlarından biri olduğuna, önceki kararlarına atıf yaparak dikkat çekmiştir. Siyasal partilerin demokrasinin layıkıyla işlemesinde ve çoğulculuğun korunmasındaki önemli rolleri dikkate alındığında, bu hükmün öncelikle uygulanacağı açıktır. Mahkeme, çoğulculuk olmaksızın demokrasi olamayacağını, bu nedenle, 10. maddede öngörülen ifade özgürlüğü, sadece açıklanan bilgi ve fikirlere taraftar olunduğunda, rahatsız etmediğinde ya da farklı olmadığında değil, aynı zamanda; taciz eden, şoke eden, rahatsız eden bir nitelik taşıdığında da söz konusudur.
Mahkeme, Refah davasıyla demokrasi-din ilişkisine de değinmiştir. Mahkeme, 9. Maddenin koruduğu, düşünce, vicdan ve din özgürlüğünün "demokratik toplumun" temellerinden biri olduğunu tekrarlamıştır. Bu özgürlüğün dînî boyutunu, inananların kimliğini ve yaşam algılamasını şekillendiren en temel unsurlardan birisi olarak kabul etmiştir. Fakat aynı zamanda ateistler, agnostikler, septikler ve ilgisizler için de çok değerli bir unsurdur. Demokratik bir toplumun ayrılmaz bir parçası olan çoğulculuk da bu özgürlüğe bağlıdır. Bu özgürlük dînî inanç taşıma ya da taşımama ve dînî vecibeleri yerine getirme ya da getirmeme serbestisini içerir.
Mahkemeye göre; din özgürlüğünün yorumunda tek ve aynı nüfus içinde birçok dinin bir arada bulunduğu demokratik toplumlarda, çeşitli grupların çıkarlarını uzlaştırmak ve herkesin inancına saygı duyulmasını sağlamak için bu özgürlüğe bazı sınırlamalar getirmek gerekebilir. Mahkeme, çeşitli dinlerin, kanaat ve inançların uygulanışının nötr ve tarafsız bir düzenleyicisi olarak devletin rolünü sıklıkla vurgulamıştır. Bu rolün demokratik bir toplumdaki kamu düzeni, dînî uyum ve hoşgörü açısından taşıdığı önemi belirtmiştir. Mahkeme, dînî inançların meşruiyetinin devlet adına değerlendirilmesine yönelik herhangi bir yetkinin, devletin nötrlük ve tarafsızlık göreviyle çeliştiğini ve devletin karşıt gruplar arasında karşılıklı hoşgörüyü tesis etmesi gerektiğini düşünmüştür.
Mahkemenin yerleşik içtihadı devletin bu işlevini teyit etmektedir. Mahkeme, demokratik bir toplumda devletin, örneğin başörtüsü takarak dînî inancını sergileme özgürlüğünü, eğer bu özgürlüğün uygulaması başkalarının hak ve özgürlüklerini, kamu düzeni ve güvenliğini koruma amacıyla çatışıyorsa, sınırlayabileceğini düşünmektedir.
Din özgürlüğü, esas olarak bireysel bir vicdan meselesi olmakla beraber, aynı zamanda bir kimsenin yalnız ve özelde ya da başkalarıyla birlikteyken, kamuda ve inançlarını paylaştığı kimselerle bir aradayken dînini açıklama özgürlüğünü de kapsamaktadır. 9. madde, ibadet, eğitim, uygulama ve gözlem gibi bir kişinin dînini veya inancını açıklama biçimlerini belirtmektedir. Buna karşın 9. madde, bir din veya inanç tarafından yönlendirilmiş her hareketi korumamaktadır. Din özgürlüğüyle bağdaşmasa bile, bir motosiklet sürücüsü nasıl kask takmak zorundaysa, bir öğretmenin de, ibadet saatleriyle çakışan normal çalışma saatlerine riayet etme zorunluluğu, din özgürlüğüne uygundur.
Yukarıdaki ilkeleri Türkiye'ye uygularken sözleşme organları laiklik ilkesinin, hukukun üstünlüğü ve insan hakları ve demokrasiye saygı ilkeleriyle uyum içinde bulunan devletin temel ilkelerinden biri olduğu görüşünü ifade etmiştir. Bu ilkeye saygı gösterilmemesi şeklindeki bir tutum, kişinin dînî inancını açıklama özgürlüğünü kapsayan ve sözleşmenin 9. maddesindeki korumadan yararlanacak bir davranış olarak kabul edilmeyecektir. Dînî inançların uygulanışının nötr ve tarafsız bir düzenleyicisi olarak devlet bu rolünü yerine getirirken, kendi egemen yetkilerinden bir bölümünü kullanacaktır. Devlet, memurlarına hedef ve eylem planları dînî kuralların yerleştirilmesi olan İslami kökten dinci hareketlerde yer almama yükümlülüğü getirebilir.
Türkiye gibi büyük çoğunluğu belli bir dine mensup bir ülkede, üniversitelerde, o dînin gereklerini yerine getirmeyen ya da başka dinlere mensup öğrenciler üzerinde baskı kurulmasını engelleyecek bazı önlemlerin alınması, Sözleşmenin 9/2 hükmü uyarınca haklı görülebilir. Bu bağlamda laik üniversiteler, çeşitli inançlara mensup öğrencilerin barış içinde bir arada yaşamalarını ve dolayısıyla da kamu düzeni ve başkalarının inançlarının korunmasını teminen söz konusu dîne ilişkin ritüel ve simgelerin sergilenmesini, bu tür bir sergilemenin yeri ve şeklini belirleme hususunda sınırlamalar getirerek düzenleyebilir.(Fİ/BB)