Soruşturmalar, her düzeyde dava ve kararlar, ülkede azımsanamayacak bir hareketlenmeye neden olmuşken; Avrupa İnsan hakları Mahkemesi (AİHM), 1982 Anayasası döneminde gündemden hiç düşmeyen bir başka konuda karar verdi.
Mahkeme, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Konya milletvekili Atilla Kart’ın “dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin” başvurusunu reddeden Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin (TBMM) bu işlemini, sözleşmenin "adil yargılanma hakkı" başlığını taşıyan 6. maddesine aykırı buldu.
Kararın ardından, Adalet ve Kalkınma Partililer (AKP), özellikle Burhan Kuzu, mahkemenin hatalı bir sonuca vardığını, isteyenin dokunulmazlığının kaldırılması durumunda bunun bir karmaşaya ve istemeyenler üzerinde baskıya neden olacağını söylerken, CHP’liler Meclisin, kararı dikkate almak zorunda olduğunu iddia ediyor.
Bu durumda, tartışılması gereken başlıca iki konu olduğu söylenebilir. İlki yürürlükteki düzenlemeler çerçevesinde kararın içeriği, diğeri, yaratacağı sonuç.
AİHM kararı
Karar, yedi üyeli dairenin dört üyesinin olumlu oyuyla verildi. Kart, Meclisin ilgili komisyonu (Adalet ve Anayasa Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon) tarafından dönem sonuna ertelenen dosyalarda yer alan suçlamalar nedeniyle dokunulmazlığının kaldırılmasını istemiş ancak Komisyon bu talebi reddetmiş.
Bunun üzerine Kart, 8 Şubat 2005’te, söz konusu işlemin sözleşmenin 6. maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle AİHM’ye başvurmuş.
Mahkeme, iki hafta önce vardığı kararında, dokunulmazlığın milletvekillerinin baskı altında kalamadan çalışabilmelerini sağmaya yönelik olduğunu; oysa, Türkiye’de dokunulmazlığın hangi koşullarda kaldırılacağına ilişkin “nesnel ölçütler” dahi bulunmadığını, söz konusu durumda Meclisin yalnızca yöneltilen suçlamaya bakıp bu suçlama sonundaki muhtemel yargı sürecinin kişinin yasama çalışmaları üzerindeki olası etkiyi göz önünde bulundurmadığını saptamış.
Mahkemeye göre, dokunulmazlık dosyaları konusunda Meclisin bir zaman sınırlamasıyla bağlı olmaması sonucunda sergilediği atalet de düşünülürse, dosyanın dönem sonuna ertelenmesi, davanın taraflarının sürekli bir kuşkuyla yaşamalarına neden olur ki bu durum, sözleşmenin 6. maddesine aykırıdır.
Bir itiraz
Mahkemenin “Türkiye’de nesnel ölçütler bulunmadığı” yönündeki saptamasının doğru olmadığını hatırlatmak gerek; dokunulmazlığın kaldırılması talebi söz konusu olduğunda gerek Meclis gerekse Anayasa Mahkemesi -eğer kaldırma yönündeki Meclis kararı önüne getirilirse- Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğü’nün 140. maddesindeki ölçütleri göz önünde bulunduruyor:
İsnadın ciddiliği, siyasi amaca dayanmadığına ikna olunması, fiilin kamuoyundaki etkisi, üyenin haysiyetinin korunması... Dolayısıyla AİHM’nin saptamasının aksine, nesnelliği tartışılır olsa da, bazı ölçütler var.
Kart ilk değil
1982 Anayasası’nın, sorumsuzluk (kürsü dokunulmazlığı) ve dokunulmazlığı düzenleyen 83. maddesinde üyenin, dokunulmazlığının kaldırılmasını talep etmesi konusunda herhangi bir hüküm yok.
Ancak İçtüzüğün "savunma hakkı" başlıklı 134. maddesinin son fıkrasına göre; “dokunulmazlığının kaldırılmasını üyenin bizzat istemesi yeterli değildir.”
Kart bunu talep eden ilk milletvekili değil. 1961 Anayasası döneminde Celal Sungur, 1982’den sonra ise, Mustafa Kalemli ve Sema Pişkinsüt, dokunulmazlıklarının kaldırılmasını talep etmişler; ancak bu talepler komisyon tarafından kabul edilmemiştir.
Aslında kabul etmeyişin kendi içinde bir mantığı var. Dokunulmazlık milletvekillerinin kişiliklerine tanınan bir ayrıcalık değil. Yasa karşısında eşitlikten verilen bir ödün olan dokunulmazlığın kökeninde kamu yararı düşüncesi bulunuyor. Ayrıca üyelere tanınan bu bağışıklıklar, bir kurum olarak TBMM’nin dokunulmazlığını güvence altına almaya yönelik. Dolayısıyla milletvekillerinin, aslında kişiliklerine tanınmamış olan bu kurumsal güvenceden kendiliklerinden vazgeçememelerini anlamak mümkün.
Batı’daki genel eğilim de bu yönde (Yunanistan, Polonya, İsviçre ve 1996’dan sonra İngiltere ise, daha çok kürsü dokunulmazlığı açısından, istisnai örnekler).
Sorun zırhın kalınlığı
Ancak Türkiye’de sorun dokunulamazlık zırhının, gereğinden kalın olması, milletvekilinin yasama çalışmasını engellemeyecek olan yargılamanın da mümkün olmaması. Zırh incelir, Türkiye bu konuda da “uygar ülke” olmayı başarırsa, Kart’ın başvurusuna neden olan sorunun yaşanma olasılığı büyük ölçüde ortadan kalkar. Zırhın kalınlığı, zaman zaman milletvekillerinin kamuoyundaki prestijlerinin yıpranmasına neden oluyor.
Üyelerin büyük çoğunluğu, kurumun mantığına aykırı bu fazlaca korumadan çok memnun olsa da (olmasalardı, 26 yılda gerekli değişiklikleri yapar ve memurların yargılanması yöntemiyle karşılaştırma yapmak gibi zırcahil yorumlara tenezzül etmezlerdi), dosyaların dönem sonuna ertelenmesinden rahatsızlık duyanların olduğu da bir gerçek.
Gelelim, İçtüzüğe göre mümkün görünmediği iddia edilen söz konusu talebin (tabii İçtüzüğü değiştirmenin önünde bir engel yok), AİHM kararından sonraki akıbetine (yazının bu kısmı için görüşlerinden çokça yararlandığım meslektaşım Kerem Altıparmak’a teşekkür borçluyum).
Anayasanın 90. maddesinin son fıkrasına 2004 yılında eklenen hükme göre; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”
Bu durumda, AİHM kararının bağlayıcı olduğu, İçtüzük hükmü ile çatışması durumunda Mahkeme kararının esas alınacağı savunulabilir mi? Hükmün sözüne bakarsanız, hayır. Çünkü kişinin dokunulmazlığından vazgeçmesini engellediği varsayılan düzenleme bir yasa değil, içtüzük maddesi. Ancak bu bağlayıcılık sorununu son derece karmaşık bir tüze tartışması ve yanıtı asla basit değil.
Peki bu durumda TBMM’nin, önüne böyle bir talep geldiğinde, AİHM kararını resmen bağlayıcı kabul etmeden çözüm üretmesi mümkün olabilir mi? Sorunun yanıtının, İçtüzük’ün yukarıda anılan hükmünün yorumunda olduğu söylenebilir.
İçtüzüğün 134. maddesinin son fıkrası, “dokunulmazlığın kaldırılmasını üyenin bizzat istemesi yeterli değildir” hükmünü içerir; yani isteyemez denmiyor.
Bu durumda, kendisine bu taleple gelinen Komisyon, "dokunulmazlığın kaldırılması talebini" tek başına yeterli bulmayıp yapacağı değerlendirmenin sonucunda kişinin isteğini yerine getirebilir ya da reddedebilir (tabii bunu süratle yapmalı).
Böylece hem İçtüzüğün ilgili hükmüne uygun, hem de milletvekilinin talebini dikkate alan bir yöntem benimsemiş olur. Yapacağı değerlendirmede, yukarıda sayılan (gerek Meclis gerekse A. Mahkemesi kararlarında dikkate alınan) Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğü’ndeki ölçütleri kullanması, AİHM’nin aykırılığa karar verirken vurguladığı başlıca dayanağı (ölçütlerin bulunmaması) da ortadan kaldırmış olacaktır.(MS/EÜ)
* Dr. Murat Sevinç, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi.