Başbakan ve Başbakan Yardımcısı, Hrant Dink Davası'nda yargının kararı ile ilgili verdikleri demeçlerinde yürütmenin bu dava ile ilgili üzerine düşen görevi yaptığını belirttiler.
Ama uluslararası yargı hiç de öyle düşünmemişti.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 2010'un Eylül ayında karara bağladığı Dink-Türkiye Davası'nda hükümetin; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 2. maddesini esas ve usul bakımından, ayrıca 10. maddesini ve 2. maddeyle bağlantılı olarak da 13. maddeyi ihlal ettiğine hükmetmişti. (*)
Neydi o maddelerin başlıkları?
* Yaşama hakkı
* İfade özgürlüğü
* Etkili başvuru hakkı
En basit haliyle anlamı; Hrant Dink'in, düşünce ve düşüncesini ifade etme özgürlüğünü koruyamadığınız gibi, O'nun yasalarınızla güvence altında olması gereken yaşam hakkını da koruyamadınız.
Ayrıca, Dink'in hayatının korunmasından sorumlu görevlilerin yaptığı ihmalkarlıklara rağmen etkili soruşturma ve başvuru imkanı tanımadınız.
Karar bu kadar açık ve anlaşılırken nasıl oluyor da "biz yürütme olarak üzerimize düşen görevi yaptık" diyebiliyorsunuz?
Siz, suçun failini 32 saatte yakalamakla övünmek yerine, "feci ve iğrenç olaydı" diye sıfatlandırdığınız bu cinayet bağıra bağıra geliyorum derken yetkililerinizin buna nasıl ve neden engel olmadığıyla yerinmiyorsunuz.
Siz, son çözüm yeri olarak AİHM'i işaret ederken, AİHM'in de size "şiddet öğeleri içeren olaylarla ilgili soruşturmalar başlatıldığında, bunun ırkçı bir gerekçeyle, kin ve husumet duygularını körükleyen, etnik kökene dayalı ve önyargıları içeren bir durumun mevcut olup olmadığını saptamak bakımından, gerekli bütün tedbirleri almanın devletin yetkileri arasında bulunduğunu" anımsattığını hatırlıyor musunuz?
Siz, "Hrant hepimizin ortak acısı ile katledilmiş bir basın emekçisidir" derken AİHM'in de size "güvenlik güçlerinin görevi olan Fırat Dink'in yaşamını aşırı milliyetçi gruplar tarafından yapılabilecek bir saldırıya karşı koruma konusundaki eksiklik, hiçbir zorlayıcı sosyal gereksinim olmadan yargılama kurullarınca verilen suçluluk hükmü ile birlikte değerlendirildiğinde, hükümet açısında bu başvuranın düşünce özgürlüğünün korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri bakımında kusur oluşturmaktadır." dediğini biliyor musunuz?
Bu cinayetin Trabzon'dan İstanbul'a uzanan yolunda ilk taşın o dilinize pelesenk olan "demokratik" toplum olmanın ilk şartı kabul edilen düşünce özgürlüğüne indirilen darbeyle döşendiğinin farkında değil misiniz?
Ne diyor size AİHM? "Düşünce özgürlüğü, yalnızca usulünce toplanmış ya da zararsız ve önemsiz görülen bilgi ve düşünceleri değil aynı zamanda devletin ya da toplumun herhangi bir kesimini inciten, gücüne giden, endişelendiren bilgi ve düşünceleri de kapsamaktadır."
Siz vali yardımcınızın "Agos Gazetesi'nin bu şekilde tepki çekecek yazılar yayınlamaya devam ederse güvenlik güçlerinin kendisinin güvenliğini sağlayamayabileceği" hususunda Hrant Dink'i uyardığını duydunuz mu?
Aslında o gün vali yardımcınızın bu cümleyle bir gazeteciye ne demek istediğini hiç düşündünüz mü?
En kötü senaryo olarak bu davayı uluslararası mahkemenin çözeceğine olan inancınız bu kadar yüksek ise bu mahkemenin sizin için kaleme almış olduğu şu paragraf hiç dikkatinizi çekti mi?
"AİHM, Trabzon İl Jandarma Komutanlığı'nda görevli subaylar ve İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı memurlar hakkında yapılan suçlamaların da esasen olaylarda dahli bulunan kişilerden tamamen bağımsız olmayan, tamamı yürütmenin (Valilik, İl İdare Kurulu) bir parçası olan başka memurlar tarafından araştırıldığı ayrıca tespit etmektedir. Bu durum, söz konusu soruşturmalar açısından esasen bir zafiyet teşkil etmektedir."
Bunlar; sizin, yürütmenin görevini yapmış olduğunu düşündüğünüz ve uluslararası mahkemede sonuçlanan davaya ait sadece birkaç paragraf.
Bu davada AİHM'e savunma veren sizsiniz. Kaybeden de...
Aklınızda olsun. (EA/EKN)
(*) AİHM Dink-Türkiye Davası karar özet çevirisi Yargıtay'ın internet sitesinden alınmıştır.