Yaşar Kemal’i kaybettik.
Bir çınar devrildi; cüssesiyle, yüreğiyle, eserleriyle…
Üstadın ölümü üzerine doğal olarak birçok yazı yazılacak, anılar anlatılacak, konuşulacak.
Yaşar Kemal, devletin komünizm paranoyası taşıdığı uzun bir dönem boyunca çile çektirdiği aydınlar kuşağındandı. Nazım Hikmet, Kemal Tahir, Sebahattin Ali, Orhan Kemal, Aziz Nesin gibi birçok yazar, sanatçı kuşağının son halkasından biri olan Yaşar Kemal’in ölümüyle bir dönem kapandı diyebiliriz. Üstadın “O güzel insanlar o güzel atlara binip gittiler” cümlesi, ölümüyle birlikte ete kemiğe büründü.
Dediğim gibi üstadın vefatı üzerine birçok yazı yazılacak ve ben de iki nedenle yazıyorum: Bana okuma sevgisi ve alışkanlığını kazandırdı, bir de dünya mirasına Ahtamar kilisesini. Biri benim borcum biri de Türkiye’nin.
1970’i yıllarda ortaokul ve liseyi yatılı okudum. Cumartesi akşamları hariç, nöbetçi öğretmen kontrolünde her akşam 2 saatlik etüt (serbest ders çalışma) olurdu. Sınıflarda aynen okul düzeninde oturur, kimimiz ders çalışır, kimimiz uyur, kimimiz ise ders harici kitap okurduk. Her an nöbetçi öğretmen sınıfa habersiz girebilirdi. Öğretmenin bütün amacı ders çalışmayanları yani uyuyanları, laklak edenleri, ders harici kitap okuyanları yakalamaktı. Az sayıda da olsa ders harici kitap okuyan biz üç beş kişi, öğretmene yakalanmamak için ders çalışıyor pozisyonunda görünmenin mizansenini hazırlardık. Bunun için ders kitabının açar, içerisine roman/hikâye kitabını koyarak okurduk. Çünkü böyle bir dış kap hazırlamazsak öğretmen sınıfa daldığında okuduğumuz kitabı sıranın gözüne saklamamız ve onun yerine ders kitabını/defterini çıkarmamız zaman alırdı. Bu telaşımız öğretmen tarafından daha kolayca yakalanırdı. Ders kitabı arasına okuyacağımız kitabı koymak, iyi bir kamuflajdı. Ancak ders harici okuyacağımız kitap çok kalın olursa, ders kitabı bunu yeterince gizleyemeyeceği için bu kamuflaj pek işe de yaramazdı. Zaten bir süre sonra acar nöbetçi öğretmenlerimiz bunun farkına vardılar ve kitap okuma işimiz iyice zorlaştı.
Bir taşra kentinde yatılı okuyan öğrenciydim. 30 kişilik bir sınıfta 4-5 kişi roman/hikâye okurduk. 1970’lerin revaçta yazarları Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Fakir Baykurt, Kemal Tahir, Bekir Yıldız gibi yazarlardı. Yabancı yazarlar olarak da John Steinbecek, Jack London, Howard Fast, Maksim Gorki, İlya Ehrenburg, Nikos Kazancakis gibi yazarları okurduk.
Bana okuma alışkanlığı ve sevgisini kazandıran yazarların başında, kısa bir süre okuyup bıraktığım Kemalettin Tuğcu’yu saymazsam Aziz Nesin, Orhan Kemal ve Yaşar Kemal gelir.
Aziz Nesin’i okumak bir şenliktir benim için; panayır kurulmuş bir Türkiye değil, panayıra kurulmuş bir Türkiye anlatılır! Orhan Kemal’de yalın gerçeğin yakıcılığını doğrudan duyarım. Yaşar Kemal’in romanlarında ise, onun insanlarına dokunur ve özellikle doğa betimlemelerinin içinde yürürüm. Çiçeklerin kokusunu duyar, yağmurda ıslanır, ağaçların arasında çimenlere basarak yürür ve karıncaları incitmekten sakınırım.
Bana okuma sevgisini ve alışkanlığını kazandıran bu yazarlara şükranlarımı sunuyorum. Şimdi onların sonuncusunu geldiği yere, toprağa yolcu ediyoruz.
Ahtamar Kilisesi üstadın sayesinde yaşıyor!
Van gölünün içerisinde, Gevaş tarafında kıyıya yakın Ahtamar adında küçücük bir ada var. Adanın üzerinde dünya mimarlık tarihinin en nadide, en güzel eserlerinden biri, Ahtamar kilisesi bulunmakta.
6 yıl önce çıktığım Doğu Anadolu gezisinde burayı ziyaret ettim. Kilisenin tarihinden ve mimarisinden bahsetmeyeceğim çünkü merak edenler bu bilgilerin daha fazlasına konuya ilişkin kitaplardan ve internetten ulaşabilirler. Şu kadarını söyleyeyim ki, Ahtamar Kilisesi yörede hüküm süren Vaspurakan hanedanınca, Kral I. Gakik tarafından M.S. 915-921 yılları arasında Mimar Keşiş Manuel'e yaptırılmıştır. Kilise merkezi kubbeli, dört yapraklı yonca biçimli haç planında olup kırmızı kesme tüf taşlarıyla inşa edilmiştir. Bu Ermeni kilisenin mimarisi, işçiliği ve kilisenin bezemeleri bir sanat şaheseridir.
Yaşar Kemal’le Ahtamar kilisesinin ilişkisine gelince:
Gayrımüslimlerin tasfiyesi her alanda ve her zaman devam etti. Kendileri imha edildiler, sürgün edildiler, ibadet yerleri yıkıldı, mallarına el konuldu, eserleri yok edildi vs. Bugün bile devam eden bu uygulamalar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin değişmez bir politikası olarak, devletin varlığıyla özdeşleştirilmiştir.
1951 yılında Van Ahtamar kilisesinin yıkım kararı çıkar. Tam o günlerde de Cumhuriyet gazetesi için röportaj dizisi hazırlayan Yaşar Kemal, Diyarbakır’daki araştırmalarından sonra Van’a geçer. Van gölünde gemide giderken elinde Cumhuriyet gazetesi olan Yüzbaşı Dr. Cavit Bey ile tanışır. Yüzbaşı büyük bir heyecanla Ahtamar diye çok güzel ve değerli bir kilise olduğunu, bu kilisenin yıkım emri geldiğini ve hatta yıkılmaya başlandığını, bu sanat eserinin yıkılmasına çok üzüldüğünü ve bu yıkımın durdurulması gerektiğini söyler. Cumhuriyet’te röportaj yazıları çıkan Yaşar Kemal’den, bu yıkımın önüne geçilmesi için girişimlerde bulunmasını ister.
Cumhuriyet gazetesinin Van temsilcisi İlyas Kitapçı diye biriymiş. Yüzbaşı ile birlikte İlyas Kitapçı’ya gitmişler. O da çok üzgünmüş ve yıkımın önüne geçmek için çok uğraşmış. İlyas Kitapçı, Yaşar Kemal’e Cumhuriyet’in sahibi Nadir Nadi’ye yıkımı durdurabileceği ümidiyle telefon etmesini söylemiş.
Yüzbaşıyla Yaşar Kemal Ahtamar adasına gelmişler. Kilisenin yanındaki şapeli yıkmışlar ama sıra daha kiliseye gelmemiş. Yüzbaşı işçilere, ben gelinceye kadar bu kiliseye bir kazma dahi vurmayacaksınız, ben valiye gidiyorum der. İşçiler başüstüne komutanım derler.
Tekrar yüzbaşıyla birlikte Van’a dönen Yaşar Kemal, Nadir Nadi’ye telefon eder, ancak ikinci gün bağlanabilirler. Yaşar Kemal durumu NadinNadi’ye anlatır. Nadi, üzülmeyin ben halledeceğim cevabını verir.
Nadir Nadi dönemin Milli Eğitim Bakanı Avni Başman’ı arar. Avni Başman, yıkımın durdurulması için valiye telgraf çeker. Ve Ahtamar kilisesi yıkılmaz! Ahdamar kilisesinin kurtuluş günü 25 Haziran 1951 günüdür.
Bizim başta Yaşar Kemal ustaya, Yüzbaşı Dr. Cavit Beye ve İlyas Kitapçı’ya birer teşekkür borcumuz var. Bu değerli insanların siluetleri düşüyor Ahtamar’ın taşlarına.
Güle güle sevgili Üstad!
Bana kazandırdığın edebiyat sevgisi ve insanlığa katkıların için sana minnettarım!
Devletin zulmünün karşısında ayağa kalkan, devletin güvenliği/güvendiği mahkemelerinde gerçeği ve insanlığı bariton bariton haykıran Yaşar Kemal’i saygıyla anıyorum. (HŞ/HK)
* Hüseyin Şengül, 1957 Sivas Akpınar köyü doğumlu. 1970’lerin ikinci yarısında bir süre cezaevinde yattı. 12 Eylül’den 2 ay önce tahliye oldu. Emekli. Evli ve iki oğlu var. “Sivas Akpınar’ın Yazısız Tarihi”, “Bir Gezi Bin Renk”, “Narın ve Şarabın Harında” (şiir), "Sisyphos'un Kaderi" adlı kitapları var. “Bizimkenthaber” adlı site dergisinin yayın yönetmeni ve aynı zamanda Gerçek Gazetesi'nde köşe yazarlığı yapııyor.