Ahparig Hrant katledileli 6 yıl oldu. Onsuz koca bir 6 yıl! Onun boşluğunu salt ülkenin entelektüel hayatından bir eksilme olarak değil, bundan daha çok, bireysel hayatımdan bir parçanın koparılışı olarak yaşıyorum. Hrant'ın kaybını bu açıdan yaşayan çok sayıda tanıyanı, tanımayanı olduğunu biliyoruz. Hrant'ın katline gösterilen geniş, ısrarlı, nitelikli ve vakur tepkinin altında bir duygudaşlık, bir vicdan paralelliği yatıyor.
Yağmurlu bir günün altında Agos'un önünde, Hrant'ın katledilişinin 6. yılını "Buradayız Ahparig" seslenişiyle andık. Daha önceleri olduğu gibi bu yıl da konuşmalar ajitasyondan, hamasetten uzak; rasyonel aklın ve samimi duyguların düzeyli bir harmanlanmasıyla tam da etkinliğin anlamına uygun olarak yapıldı.
Kimi konuşmalar vardır; insanı kavrar, onu sarsar ve o sözler, insanın hücrelerine dek sirayet eder. Birçoğumuzun, belki de hepimizin etkilendiği kimi konuşmalar olmuştur. Bu yılki anma toplantısında da güzel, anlamlı ve olması gerektiği gibi kısa konuşmalar yapıldı. Her zamanki gibi Rakel Dink'in gerçeği ifade edişindeki o yalınlığından ve barışçıl, manevi yoğunluklu üslubundan yağmurdan beslenen toprak gibi beslendik.
Ancak öyle konuşmalar vardır ki, içindeki bir cümle tarihi, sosyolojiyi, bir kültürü vb. nitelendirme gücüne sahiptir. Böylesi cümleler, epigram olarak da kullanılabilir. Hrant Dink'in cenazesinde eşi Rakel Dink'in bir mektup metni biçimindeki konuşmasında, "Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim" sözü, sosyal bilimler alanındaki birçok dersin giriş sözü değerindedir. Bebek, katil; karanlık üçgeni gelenekten moderniteye, şiddet kültüründen psikolojiye, dinden siyasete ve bilcümle kültür dünyasına dek damgasını vuruyor. Türkiye özelinde bu durum daha bir katmerli ve damganın kara mürekkebinin karası gibi daha bir karanlık değil mi? Öyle ki, bu ülkenin karanlığı katiller yaratmakla kalmıyor, katillerden de kahramanlar yaratıyor! Bu ülkenin, en azından yakın tarihini katil kahramanlarından ve 'hain' diye yaftalanmış maktullerinden hareketle bile yazmak mümkün.
Bu yıl ki anmada Hidayet Şefkatli Tuksal'ın konuşmasındaki, "Sevgili Hrant, ...Bizler, bu ülkenin resmi tarih öğretisiyle taammüden cahil bırakılmış kitleler olarak, üzeri ağır inkâr taşlarıyla kapatılmış olan o sağır ve dilsiz, o kanlı kuyunun varlığını senin sayende öğrendik. Öğrendiklerimiz bizi hak ve hakikat karşısında sorumlu kıldı," cümlesi, yukarıda sözünü ettiğim değerde olup benim hücrelerime dek işledi. Mütedeyyin bir kişi olan Tuksal'ın resmi tarih öğretisinin içerisindeki özneyi "taammüden" olarak nitelendirmesi ve bu tarihi, üzeri ağır inkar taşlarıyla kapatılmış kanlı kuyu metaforuyla ifade etmesi, resmi tarih nitelemesindeki isabetle birlikte, güzel bir edebi metin vasfını da taşımakta.
Elbette resmi tarihin taammüden amacı nasıl ki kitleleri cahil bırakmaksa (ya da hamur adam gibi istediğince şekillendirmekse), bu amacı tamamlayan asıl unsur da, taammüden cinayetlerdir! Bebekten katil ve özellikle de katilden kahraman yaratan bu faşist zihniyetle mücadele uzun erimlidir.
Hrant'ı katleden suç şebekesinin tümüyle ortaya çıkarılması, bu faşist zihniyetle bir mücadele olup aynı zamanda bir demokrasi mücadelesidir.
Hrant'ı katleden odak /odakların açığa çıkarılması, diğer birçok cinayetin de açığa çıkarılmasını sağlayacak, en azından yolunu açacaktır. İşte bunun içindir ki, Hrant'ın her yıl anılması, yalnızca onun katledilişiyle değil, aynı zamanda bu ülkenin karanlığını yırtmayla da ilgisi var. "Buradayız Ahparig" demek, Hrant'ın şahsında bu ülkede adalet, hak, hukuk, özgürlük ve insan gibi yaşamak talebidir. Her anma, kanlı kuyu üzerine kapatılmış ağır inkar taşlarından birini kaldırıp atmak demektir. Hak ve hakikat karşısındaki sorumluluğumuz bunu gerektirmekte!
Pınar Selek Davası
İyimser olmaya çalıyorum. Hala öyleyim. Abdullah Öcalan'la Hükümetin görüşmeleri, İmralı'ya ziyaret izinleri, Kürt sorununda şu veya bu ölçüde görüşme kapısının aralanması, 4. Yargı Paketi vb. Elbette makro düzeyde bir demokratikleşme atakları beklemiyorum. Küçük ölçeklerle de olsa, her adımdan umutlanıyorum. Ancak bir yandan da olanlara baktığımda, doğrusu taşları yerle yerine oturtmakta güçlük çekiyorum. Örneğin, Başbakan Erdoğan'ın konuşmaları! Örneğin, Fransa'da Kürt siyasal mücadelesinin önde gelen Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez adlı üç kadın aktivistin katli. Cinayetteki muamma ve manipülasyonlar devam ediyor.
Ya Pınar Selek'e verilen müebbet cezası?
İki kez beraat etmiş bir davada Yargıtay'ın ısrarla iki kez bozması ve İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nin verdiği müebbet cezası kararında hukukun mu, siyasetin mi yeri var? Beraat ile müebbet uçlarında salınan adalet terazisi iki kez beraat vermişken, birden müebbet kefesinin ağır basmasına neler sebep olmuştur?
İyimser olmaya çalışıyorum.
Ölümlerin, tutuklamaların, siyasi operasyonların, müebbetlerin devam ettiği bir dünyada kendimi mi kandırıyorum diye düşünüyorum.
Elbette bu salt bir iyimserlik-kötümserlik meselesi de değil.
Mesele, hak ve adalet karşısındaki sorumluluğu yerine getirmekte. İnsan olmak da buradan geçiyor!
Sonuç olarak ahparig Hrant'a, hala çok acılar çektiğimizi 'söyleyebiliriz!' (HŞ/HK)