*Görsel betimleme: Ahmet Yıldız davasına katılan kalabalık bir grup yan yana kameraya bakarak poz veriyor. Arkada Anadolu Adliyesi'nin binası gözüküyor.
LGBTİ+’ları hedef alan ayrımcılık ve şiddet, Türkiye toplumunun patriyarkal ve heteronormatif gerçekliğinden ve egemenlik anlayışından ayrı düşünülemez.
Ayrımcılığa bel bağlayan şiddet, mevcut düzende rahatlıkla en son raddesine ulaşarak LGBTİ+’lara yönelik nefret suçlarına dönüşüyor, bu nefret suçları da zamanaşımına sürüklenen dava dosyalarına.
LGBTİ+’ların haklarının güvencesi, hayattan koparılışlarının öncesinde de sonrasında da verilmiyor. Adaletin taraf olduğu failler cezasızlıkla ödüllendirildiği gibi önleyici tedbirler talep edilse bile alınmadığından LGBTİ+’ların yaşama hakları ihlal ediliyor.
Böylece homofobik ve transforbik nefret cinayetlerinde kaybedilen hayatlar, fail belli olduğu halde içinden çıkılmaz bir hal alan cinayet dosyalarına indirgeniyor.
Ahmet Yıldız’ın babası tarafından cinsel yönelimi sebebiyle katledilmesini ve dava dosyasının zamanaşımına evrilmesini de bu durumdan bağımsız düşünmek imkansız.
“15 kişi için mi bu kadar yaygara?”
Ahmet Yıldız’la 2023’te gazetecilik stajı yaparken duruşmasına katılmamla tanıştım, bundan iki önceki duruşmaydı.
O zaman basın salona alınmadığı için adliye kafeteryasında çeşitli LGBTİ+ örgütlerinden kendileri de salona alınmayan temsilcilerle beraber çay içmiştik. Yine geçen sene Onur Ayı’nda Lambdaistanbul’un yasaklanan çay etkinliğini hatırlayınca çay içebilmiştik demek belki daha doğru olacaktır.
39. duruşmadan sonra bianet ve KaosGL muhabirlerinin basının içeri alınmamasıyla ilgili tutanak tutmasının etkisiyle bu duruşmada salon dolabildi. İlk önce kapı yine yüzümüze kapandı, kapı kapanırken mübaşirin söyledikleri bianet muhabiri Tuğçe Yılmaz’ın 2022’deki bir duruşmayı anlatırken yazdıklarıyla aynı: sanık hala firariymiş, yakalama olmamış, çok kısa sürecekmiş, duruşma hemen biteceği için girmemize gerek yokmuş…
Pandemiden sonra duruşmaya ilk kez izleyici alındı
Sonra itirazlar üzerine “bir tane basın mensubu alacağız” diyorlar, takibe gelen üç gazeteciden ikisi yine kapıda kalıyor.
Hakimin dışarıda kaç kişi olduğunu sorması üzerine kapıda bekleyen herkes içeri alınıyor, “10-15 kişi için mi bu kadar olay yaptınız?” diye soruyor hakim. Böylece duruşmaya pandemiden beri ilk defa izleyici alınıyor.
Bu duruşmanın benim için bir diğer önemi, gazeteciliğe başladığımdan beri kapıların yüzüme kapanmadığı ilk duruşma olmasıydı.
Bugüne kadar gazeteci olarak hiçbir salona alınmamışım, elbette garipsedim. Son derece olağan bu durumu bu kadar garipsemek de tuhaf. Ancak güvenlik görevlilerine de tuhaf gelmiş olacak ki basın kartlarımızı bile kontrol etmediler, duruşma devam ederken gelip kurumumuzu sordular birkaç defa.
Şunu da not düşmek lazım, daha önce katıldığım duruşmada sanıyorum on kişi bile yoktu, yine kapıda beklemiştik hepimiz.
Bir o kadar kişi de bizi bekliyor, kafeteryada gelip “basın açıklaması yapmayacaksınız değil mi?” diye soruyorlar, birisi gökkuşağı bayrağı çıkaracak mı nöbetindeler. Metroya kadar beraber gidiyoruz, metroya binmeyip Kadıköy’e kadar yürümeye karar versek ne yapacaklar diye düşünüyoruz.
“Davayı sürekli anlatmamız lazım”
Gerçekten kısa süren, tüm taleplerin reddedildiği duruşma bitiyor ama bitmiyor; 17 Nisan 2025’e erteleniyor. Salondan çıktıktan sonra herkes, bıkmadan usanmadan tüm soruları yanıtlayan, tüm detayları tekrar tekrar anlatan Hevî LGBTİ+ Derneği'nin avukatlarından Yağmur Birdal’ın etrafına toplanıyor. Davayı duyurmamız lazım, bunun için davayı sürekli anlatmamız lazım, diyor.
Davayı takipten ezberlemiş olan kişiler devamlı farklı taleplerin ne durumda olduğunu soruyor, “dedektiflik oyunu oynayan çocukların bile” yönelteceği temel soruların hala cevaplanmadığını öğreniyoruz bunun üzerine.
Ayrıca aileden davaya dahil olmak isteyen kimsenin bulunmamasının Ahmet Yıldız davasını çıkmaza sürükleyen en önemli unsurlardan birisi olduğunu söylüyor. Bu yüzden örgütlerin devamlı reddedilen müdahillik talepleri hayati önem taşıyor, zira bu davada adalet vekâleten aranıyor.
Failin kimliği zaten biliniyor, soruşturma olaydan iki ay sonra açıldığı için rahatça kaçıyor ve nereye nasıl gittiği de biliniyor, ama yakalanamıyor.
Homofobik nefretin en aşırı tezahürünün kopardığı hayatın ne hesabı soruluyor, ne de faili cezalandırılıyor; aksine fail devamlı ertelenen duruşmalar ve yürütülmeyen soruşturmalarla ödüllendiriliyor, nihai hedef zamanaşımı. Bu basit eşitsizlikte de adalet talebini yükseltmek Hêvî LGBTİ+, SPoD, Lambdaistanbul ve diğer hak örgütlerinden aktivistlere düşüyor.
Önceki duruşmada üç olan avukat sayısının bu duruşmada üç gözlemci ve iki müdahilliği reddedilen avukatla beraber altıya çıktığını görmenin güzel olduğunu da eklemek istiyorum.
Yine önceki duruşmaya oranla, özellikle bu Onur Haftası’nda, duruşma salonunun önünde (ve bu sefer içinde) daha fazla insan görmek tüm çıkmazlara ve umutsuzluğa rağmen benim için ümitlendiriciydi. Davayı devamlı takip eden aktivistler de her seferinde farklı yüzler görmenin kendilerine güç verdiğini belirtiyor, çünkü burada Ahmet Yıldız’ın hikayesiyle farklı yerlerden bağ kuran insanlar, birbirleriyle de ortaklaşıp dayanışmalarını güçlendiriyorlar.
Dayanışmanın çemberi nasıl genişler?
Bu seneki Onur Haftası temasına referansla Ahmet Yıldız’ı hatırlamak kadar hatırlatmanın da önemine dikkat çekmek istiyorum. Üzerinden 16 sene geçmiş bir davayı nesilden nesile ne kadar aktarabiliyoruz, nasıl daha çok yaygınlaştırabiliriz?
Tüm açmazlarıyla yargının işlevsizliğini gözler önüne seren bir dosya var önümüzde, dayanışma çemberi nasıl genişleyebilir?
Bu soruları bir cevap bulmak için sormuyorum. Önümüzde bir gerçek var, hakime göre “yaygara koparmanın anlamsız olduğu” on ya da on beş kişi var.
Dava zamanaşımına giderken adalet talebini her zamankinden daha fazla yükseltmek, gerekirse 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin önünde daha fazla kişiyle beklemek, gerekirse kapıda beklemek, kafeteryada çay içmek gerekiyor.
Orada olmak, Ahmet Yıldız için adalette ısrarcı olmak ve bunu mahkeme koridorunda yapmak önemli, çünkü tüm süreç bir grup aktivistin çabalarıyla ilerliyor. 17 Nisan saat 12’de umuyorum ki daha büyük bir kalabalığın parçası oluruz.
Tüm bunlar aslında hafızanın zamanaşımına karşı gücünü tekrar gözler önüne seriyor. Her türlü fobik şiddeti barındırmaya müsait adalet sistemine sırtını dayayarak kapatılmaya çalışılan cinayet dosyalarına indirgenen hayatları hatırlıyor ve hatırlatıyoruz.
Tekrar edecek olursam, Ahmet Yıldız aramızdan ayrıldığında ilkokula gidiyordum ve onunla geçen sene duruşmasında tanıştım.
Davanın 16. yılında olduğunu düşündüğümüzde kitleselleşmek için ilk olarak, kendi jenerasyonumdan ve bizden sonrakilerden çok fazla kişinin hala Ahmet Yıldız’ı tanıması gerektiğini düşünüyorum. O sebeple Ahmet Yıldız’ı hatırladığımız kadar hatırlatmalı ve sormalıyız: "Ahmet Yıldız’ı hatırlıyorum, hatırlıyor musun?"
Bir sarmal: Ahmet Yıldız davası
(NK/EMK)