Uzun bir dönemden beri Irak Kürt liderleri hakkında manasız bir sertlik sergileyen Türkiye yöneticileri nihayet bir gerçeği görüp kabullendiler mi acaba? Umuyor ve diliyoruz ki somut hiçbir nedene dayanmayan bu sertlik artık yerini bir dostluk ve barış ortamına terk etmiş olsun.
Türkiye ile Irak Kürt Otonom Bölge yönetimi arasındaki gerginliğin yerini bir yumuşamaya bırakması, hem bölgenin geleceği, hem de Türkiye’nin kendi Kürt politikaları ve demokratikleşmesi açısından da son derece olumlu bir gelişme. Bir yandan heyetler gidip gelirken, bir yandan karşılıklı olarak birbirleri hakkında oldukça sert ifadeler kullanan devlet ve siyaset insanları yumuşama sürecine girdiler.
Türkiye’nin Irak Kürtleri hakkındaki en ufak bir yumuşaması bile Kürt tarafından fazlasıyla karşılık görmekte, bir anda sanki yaşanmış olan bunca gerilimin hiç yaşanmamış gibi algılanması ortaya çıkmakta. İlişkiler açısından bir yumuşama isteniyorsa, Kürt yönetiminin bu tavrı önemsenmelidir.
Onlar kendilerinin hiçbir biçimde hissetmedikleri bir biçimde Türkiye’ye göz dikmiş birer düşman gibi tanımlandıkları bir durumu kabullenmek istememektedirler.
Hüsnüniyet hep vardı
Lozan Antlaşması sonucu Milletler Cemiyeti kararıyla 1925'te Türkiye’den koparılarak resmi sınırları içersinde yer aldıkları ve vatandaşı sayıldıkları Irak ve Bağdat yönetimine rağmen kendilerini daima Türkiye’ye yakın hissetmiş bir toplum olarak dostane ilişkiler kurup geliştirmek istemişlerdir. Bu duygularını çeşitli vesilelerle ifade etmelerine rağmen birer düşman gibi algılanmalarını kabullenmek istememeleri gayet doğal.
Geçen hafta Irak Kürt bölgesinde bazı temaslarda bulunan ve Türk medyasında "Mesut Barzani, kendisi ile görüşme talebinde bulunan Ahmet Türk başkanlığındaki heyete randevu vermedi" biçimindeki açıklamalar da gerçek bilgilere dayalı değil. Bildiğim kadarıyla aynı heyetin seyahati geçen Nisan ayı sonları için tasarlanmıştı. Ancak Celal Talabani’nin bu tarihlerde görüşmesi mümkün olmadığı için seyahat 10 gün kadar ertelenerek gerçekleştirildi.
Ne var ki bu kez de Mesut Barzani’nin programı uygun olmadı. Tam da aynı günlerde Erbil’de bulunan Türkiye Cumhuriyeti resmi heyetinin kendisiyle görüşmelerde bulunduğunu biliyoruz.
DTP ve Mesut Barzani
Mesut Barzani’nin böylesi bir zaman ve ortamda görüşmelere ara verip Demokratik Toplum Partisi (DTP) heyetiyle görüşecek bir nezaketsizlik yapması beklenmezdi. Böylesi çat kapı bir emrivakiyle görüşme taleplerinin mutlaka yerine getirilmesinin söz konusu olamayacağını ve benzer durumlarla bir kez daha karşılaşmamak için sanırım DTP’nin bundan böyle daha diplomatik davranması gerekecek. Ayrıca Mesut Barzani’nin bu davranışı oradaki Türkiye heyetine karşı bir jest olarak da değerlendirilebilir.
Türk aslında ne diyor?
Bu arada hakkında Anayasa Mahkemesinde kapatılma gerekçesiyle dava açılan ve kapatılmasına neredeyse kesin gözüyle bakılan DTP Grup Başkanı Ahmet Türk’ün kullandığı bazı ifadeler de yeni bir tartışmaya yol açtı:
"Biz PKK'ya söylüyoruz. Silahlı mücadele Kürtlere zarar veriyor. Askerin elini güçlendiriyor, Kuvvetlendiriyor. PKK da bize diyor ki 'Bir adım atılsın bir proje ortaya konulsun, biz de buna son verelim. Buna hazırız.' Böyle bir proje konulmadığı, barışçıl adım atılmadığı için biz de fazla etkili olamıyoruz. Eğer bu konuda fazla ısrarcı olursak halkımızdan koparız. Bizi halkımızla karşı karşıya getiriyorlar."
Ahmet Türk’ün bu sözleri Ferit Aslan imzasıyla 14 Mayıs 2008 günü Radikal’in internet sitesinde yayınlandı.
Beraberindeki bir parti heyetiyle Irak Devlet Başkanı Celal Talabani ile görüşmek için gittiği Süleymaniye'de 7 Mayıs günkü PUKmedia sitesinde yer alan röportajda söylemiş.
Aynı haberde Ahmet Türk "…'PKK'nın silahlı mücadelesi Kürtlere zarar veriyor' gibi sözü kesinlikle kullanmadığını, kendisinde görüşmeye ait ses kaydı olduğunu belirterek, haberin doğruları yansıtmadığını, Talabani'nin kendisine Kürt sorununun diplomatik ve siyasi yolarla çözülmesi gerektiğini, kendisinin de buna karşılık, şiddeti devreden çıkarıcı çabalar içerisindeyiz dediğini ve konuşmada PKK isminin dahi geçmediğini…" belirttiği sözlerine de yer verilmiş.
Aynı haberde DTP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Sarıkaya, "Bu bizim parti görüşümüz değil ama yanlışlık olduğunu düşünüyoruz… Ahmet Beyin'de temel düşüncesinin ne olduğunu biliyoruz. Bu sözlerde bir yanlışlık olduğunu düşünüyoruz" diyor.
DTP Genel Başkan Yardımcısı Kamuran Yüksek ise, "Biz bu seyahatte başından beri beraberdik ve Ahmet Bey'in böyle bir açıklaması olmadı. Sadece şiddet politikalarından sonuç alınamayacağı ifade edildi. Bu söylenirken herhangi bir taraf hedef de alınmadı" açıklaması yapmış.
Silahlar nasıl susacak?
Son günlerin belirsizliklerle dolu politik ortamında böylesi haberler okumaya da alıştırılacağız. Bir olay hakkındaki haber ve bilgilerin hem doğrusunu, hem de yalanlanmış halini birlikte okuyacağız ve artık hangisinin doğru olduğunu da aklımıza yatan şekil ve yoruma göre kendimiz belirleyeceğiz. Herhalde bu da bir haber yorum tekniği geliştirmemize yol açacak.
DTP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Sarıkaya’nın da dediği gibi "Ahmet Beyin'de temel düşüncesinin ne olduğunu biliyoruz."
Fakat Ahmet Bey’in ne düşündüğüne dair aynı şeyleri mi kastediyoruz? Ben şahsen Ahmet Türk’ün düşüncesi bu olsa da, yüksek sesle her yerde ifade etmesinin mümkün olmadığı ilk sözlerine hak vermekle birlikte yine de bu konuda itiyatla davranmak gerektiğini düşünüyorum. Röportajı merak edenler, PUKmedia sitesinde sesli olarak da dinleyebilirler...
Esasında Ahmet Türk yıllardır çeşitli vesilelerle yazıp konuştuğumuz bir doğruyu söylüyor. Üstelik ilk kez de değil. Baş başa görüşen herkese belki binlerce kez söylediği şeyler bunlar. Söylüyor ama değişen bir şey olmuyor. Kimse bu sözleri kendi üstüne almıyor ve diğer tarafı işaret ediyor.
"Silahlar sussun!" demekle, oğlunuzu askere göndermeyin demekle, barış heyetleri kurarak kendi kendimize barış çağrıları yapmakla da bir yere varılmıyor.
Demek ki, inandırıcı ve etkili olmak için başka şeyler söylemek ve yapmak lazım.
Yeni parti kuruldu bile
Son zamanlarda sıkça telaffuz edilen konulardan biri de bir "çatı partisi" arayışı. DTP’liler ve kendilerine yakın olan bir takım kişilerin de içinde yer aldığı yoğun bir çalışma söz konusu. Halkın Emek Partisi'nin (HEP) kuruluşundan ve ardından gelen bütün kapatılma davaları aşamasında aynı süreç tekrarlandı.
Her defasında da aynı kişiler, solda bir boşluk olduğunu, bunu doldurmak için bir takım fırsatlar yakalandığını, kendileri hakkındaki yerleşik Kürt Partisi imajını silmek ve bir Türkiye partisi olarak örgütlenmek istediklerini, bu konuda bir takım ünlü yazar ve sanatçıların da olumlu düşündüğünü, hatta kendilerine destek vereceklerini söylediler.
HEP kurulurken bazı firelere rağmen buna biraz yaklaşılmıştı, ama her geçen gün bu noktadan uzaklaşıldı ve bu günlere gelindi ve DEP, HADEP, DEHAP ve DTP dahil hiçbirinde sözü edilen Türkiye partisi görüntüsü elde edilemedi. Bu sefer de farklı olmayacağını söylemek için kahin olmaya gerek yok.
Geçen 2 Mayıs günü, DTP’nin bazı eski yönetici kurucuları sessiz sedasız şekilde "Barış ve Demokrasi Partisi" (BDP) adında DTP’nin yedeği yeni bir parti kurdular. 42 kişiden oluşan kurucuları arasında kapatılan HADEP eski Diyarbakır Bağlar Belediye Başkanı ve DTP’nin kuruluş çalışmalarını yürüten 14 kişilik Demokratik Toplum Hareketi'nde (DTH) yer alan Avukat Cabbar Leygara, Eski Sur Belediye Başkanı Cezayir Serin, DTP avukatlarından Mahmut Tanzi ve Avukat Mustafa Ayzit’in de yer aldığı isimler bulunuyor.
Değim gibi, geçmiş tecrübelerden yola çıkarsak, geleceğe ümitle bakmak pek mümkün görünmüyor. (ÜF/GG)