Manşet fotoğraf: Birleşik Devletler Holokostu Anma Müzesi'nden.
Ben bir avukatım ya; peşini kovalamak için uzunca bir süre yargıç veya savcı olmak isteyen Ermeni bir hukuk öğrencisi aradım.
Yıllarca tanıdığım bütün Ermeni arkadaşlarıma sordum: Böyle bir genç tanıyor musunuz? Hukuk Fakültesi öğrencisi olup da ileride yargıç veya savcı olmak isteyen…
Bulamadım!
Sonunda işin peşini bıraktım.
Adı Ahmet olan TC vatandaşı hukuk fakültesi öğrencisi gencin koştura koştura olmak istediği hakimlik ve savcılık mesleğine, yine TC vatandaşı olup ama adı Agop olan bir gencin talip olduğuna rastlamadığım gibi, böyle bir genci tanıyana da rastlamadım.
Tansu Çiller Başbakanken ve yine bir PKK saldırısı sonrası PKK’yı tel’in ederken, “Bunların hepsi de sünnetsiz çıktı. Ermeni dölü hepsi” dediğinde yine kulaklarıma kadar kızarmıştım.
PKK tarafından öldürülen insanlar için içim sızlarken Ermeniler için edilen şu meşhur “döl” kelimesi “TC’nin makbul bir vatandaşı” olmaktan yine utandırırdı beni.
Patrik'i aradım ama
O gün bu “döl” sözcüğü nedeniyle ilk gördüğüm Ermeni’den özür dilemeye kararlıydım. Ama tuhaf olur diye vazgeçip bir üst aşamada Patriği aramaya karar vermiştim. Telefonu sekreteri veya orada bulunan biri açtı. Patrik Hazretleri ile görüşmek istediğimi söyledim.
Hangi konuda görüşmek istiyorsunuz diye sorması üzerine, "Bizim Başbakanımızın bu densiz sözleri nedeniyle bir Türk olarak özür dilemek için” dedim.
Telefonun öbür ucu bir süre sessiz kaldı.
"Patrik Hazretleri istirahattalar, şimdi konuşamaz" dedi.
Konuşmak istemediğini anladım, bir daha da aramadım.
Gerçi benimle konuşsa idi, ne diyeceğimi de bilmiyordum.
"Milli hassasiyet"
Bir televizyon programında, konuşmacılardan biri “ben”, diğerlerinden biri ise bu gün milletvekili olup bir süre önce partisinden istifa etmiş bir profesördü. Yine Hrant'lı günlerimizdeydik. Konuyu orada da açtım: "Hiç" dedim, "Sizler Agop adında bir yargıç veya savcı, Artin adında bir tapu memuru veya Milli Eğitim Bakanlığına ait bir okulda Lerna isimli bir öğretmen veya Aret adında yüzbaşı, albay, yarbay veya bir başçavuş gördünüz mü, duydunuz mu? Görmeyip duymadınızsa bunun nedeni sizce nedir?"
Profösör olanı yarım ağız bir şekilde “milli hassasiyet!” dedi.
Milli hassasiyet, yani milli güvenlik açısından güvenilmez unsur!
1915 yılından bu yana tam tamına 106 yıl geçti.
Göze batmak
Eğer bugün annenizin adı Lerna, Hayganuş veya babanızın adı Agop’sa; annenizin adı Aleksandra babanızın adı Hristo’ysa bu bebek bu ülkede hiçbir şekilde kamu hizmetlisi olamayacağını, potansiyel tehlike arz eden bir kişi olarak yaşamını sürdüreceğini, akıl yürütmeye başladığı ilk günden itibaren bilir ve bu toplumda hizasını ona göre alır.
Sarkis’in babasının dediği gibi o hiçbir zaman bu toplumda “göze batmayacaktır.”
Görünmez olacaktır.
Belki de Recep, bir gün babasının gerçek adının Artin, annesinin ise gerçek adının Rakel olduğunu önce büyük bir şaşkınlık içinde öğrenip diğerleri gibi sonra kanıksayacaktır.
Her yıl, 24 Nisan’da yurtdışında yaşayan babasının arkadaşlarının soykırım haykırışlarıyla; devletinin ileri gelenlerinin “asıl onlar bizim dedelerimizi kesti” nidaları arasında şaşkın ve korkulu gözlerle büyüyecektir.
İşte ben onun içindir ki hakkı için peşinde koşturayım diye yargıç veya savcı olmak isteyen bir Ermeni genci bulamam. Bu gidişle de bulamayacağım ortada.
Hiçbir yasal engel olmamasına rağmen, Cumhuriyet tarihimizin hiçbir aşamasında Agop isimli bir TC yurttaşının bildiğimiz herhangi bir memuriyette “bulunamadığını”, kendisinin de bu konuda dışa vuran bir “isteminin olmadığını” gördüğünüzde; bu topraklarda 106 yıldır süren “dehşet dengesinin” ne menem bir şey olduğunu anlıyorsunuz.
Aradan sıyrılıp profesör olabilirsiniz ama üniversitenin en küçük bir memuru olamazsınız.
Milletvekili olabilirsiniz ama bakan olmayı aklınızdan bile geçirmeyin.
Mukatele, soykırım, büyük felaket
1915’e giden süreç içinde, önce Agop’un “dedesinin babasının” benim “dedemin babasını mı” kesti de bunun için mi resmi adıyla “Mukatele” yaşandı? Yoksa böyle olmadı da Agop’un babasının ancak fısıltıyla, yurtdışındaki arkadaşlarına göre ise açıkça ve gür bir sesle "Büyük Felaket veya Soykırım yaşandı işte!” tartışması yapılabilir ama genç hukuk öğrencisi Agop’un daha Hukuk Fakültesi birinci sınıfa başladığında yalnızca avukat olabileceği gerçeğinin aklında mıh gibi durduğu tartışmasızdır.
Peki 1915’te yaşanan büyük felaket veya soykırım değil de, 106 yıldır sürmekte olan bu “dehşet dengesi”nin adı sizce nedir?
(EC/NÖ)