11 Aralık Cumartesi gecesi Lütfi Kırdar Kongre Sarayı'nda gerçekleştirilecek olan Ahmet Kaya anmasının, başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere devlet ricalimizden mümtaz şahsiyetlerin iştirakiyle gerçekleşeceği maalesef kesinleşti.
En halisane niyetlerle düzenlendiği aşikar olan etkinliğin Ahmet Kaya'nın hatırasının egemenlerce zaptedilmesine vesile olması gerçekten acı. Zamanında Nazım Hikmet nasıl bir "vatan şairi" haline getirilerek bütün köktenci siyasal iddia ve içeriğinden arındırılmaya çalışılmışsa, şimdi de Ahmet Kaya etrafında bir milli mutabakat örülmeye girişiliyor anlaşılan.
Öyle ya, muzaffer liberal tolerans çağında Nazım Hikmet de Ahmet Kaya da büyük bir alincenaplıkla ulusal panteonda yer bulabilirler; yeter ki zamanında simgeleştirdikleri siyasal davadan arındıralarak depolitize edilebilsinler.
Etkinliğin çağrı metninde "kalbiyle orada olmayı arzu eden herkesi, cömert yüreğimize yakışır bir soylulukla karşılayıp, ağırlayacağız" denmiş. Erdoğan ve sair devlet erkanının yüreğinin kaç para ettiğine dair bir tartışmaya hacet yok. Tayyip Erdoğan'ın kalbinin Ahmet Kaya'nın ömrü boyunca savunduğu fikirlerle, değerlerle bir alakası yok elbette. Onun kalbinden geçen, kendi neoliberal-otoriter siyasasını açılım diye, demokrasi diye cilalamaktan başka bir şey değil. Ahmet Kaya'yı da bu cilaya malzeme etmekten çekinecek haysiyeti onda aramak beyhude. Peki etkinliği tertip eden arkadaşlarımızın, yani kendilerini "biz, Ahmet'in dostları, kardeşleri" olarak tanımlayanların yüreği, daha birkaç gün önce öğrencileri sille tokat dövenleri, bir genç kadının karnındaki bebeğin ölümüne sebep olanları destekleyenleri "soylulukla" ağırlamayı kaldıracak mı? Ahmet Kaya'yı sürgüne gönderen linç kampanyasının bir benzerini bugün muhalif öğrencilere reva gören zihniyet nasıl ve hangi hakla ağırlanacak?
Yıldönümleri, anmalar hiçbir zaman masum ya da gayrisiyasi değildir. Anılan hadise ya da kişi ne kadar radikal olsa da onun hatırası her an ele geçirilip ehlileştirilmeye, konformizmin nesnesi haline getirilmeye açıktır.
İktidar her devirde geçmiş mücadelelerin izlerini ortadan kaldırmaya ya da o izleri yeniden anlamlandırarak onları ehlileştirmeye, normalleştirmeye çalışır. Unutturmak mümkün olmuyorsa, anı depolitize edilir, radikal içeriğinden arındırılır.
Herkesin, "tüm renklerin", etkinliğin çağrı metnindeki ifadeyle, "ülkemizin bütün renklerinin, seslerinin, düşüncelerinin" içine sindirebileceği şekilde renksiz, kokusuz, hazmı kolay, ruhsuz bir şeye indirgenir. Böylece anılan hadise ya da kişinin hatırasıyla güncel mücadele ve direnişler arasındaki bağ silikleştirilmiş olur.
Depolitize edilen anı artık ezilenlerin yeni mücadeleleri için bir esin, geçmişteki bir umut kıvılcımı olmaktan çıkar. O artık üzerinde herkesin anlaştığı bir değerdir; ancak tam da herkesçe benimsendiği için değerini yitirmiştir.
Bir hadiseyi, bir kişiyi anmak, hatırlamak onu tekrar etmek değil, yeniden ve çok farklı koşullar altında yeniden oluşturmak, inşa etmektir. Dolayısıyla "geçmişle yüzleşmek" ya da geçmişi anmak, orada bir yerlerde durup bizi bekleyen bir hadisenin ya da figürün yeniden keşfedilmesi, pasifçe hatırlanması değil, onun bugünkü gerçeklik içerisinde yeniden tasarlanmasıdır. Hafıza bu anlamda aktiftir; hafızayla ilişkimiz, sanıldığının aksine, geçmişten çok gelecekle ilgilidir. İnsanlar ancak yeni bir gelecek tasarladıklarında hafızalarını tazeleme ihtiyacı hissederler. Bu anlamda tarihle yaşanan her yüzleşmenin, her hatırlamanın siyasi bir içeriği vardır.
Öyleyse bellek ihmal edilmemesi gereken bir mücadele alanıdır. Hele söz konusu olan on yıl önce sürgünde hayatını kaybeden bir devrimci sanatçının hatırasına gösterilecek "sadakat" ise. Geceyi tertip eden arkadaşlarımıza ve kendimize soralım:
Ezilenlerin geleneğindeki yerini çoktan almış olan Ahmet Kaya'nın hatırasının devletlularımızca taltif edilmesine ihtiyacı var mı?
Erdoğan'ın korumaları ve sivil polislerce abluka altına alınacak bir salonda başbakanın bet sesinden 'Şafak Türküsü'nü dinlemeyi hangimizin yüreği kaldıracak? Böylesi bir "anma", başka bir dünya özlemiyle dolu bir hayatın belleğini yok etmenin bir yolu haline gelme riskini ihtiva etmiyor mu?
Devletin Ahmet Kaya'yı sahipleneceği bir anma, mevcut neoliberal-otoriter konsensüsü sorgulayan ya da eleştiren değil, besleyen bir hal almayacak mı?
Tekrar tekrar tekrarlamakta yarar var: Tarih bugün ve gelecekten bağımsız olmadığı gibi, hafıza da basbayağı bir siyasal mücadele alanıdır. Başka bir gelecek ve başka bir şimdi için mücadele edenler, egemenlerin belleğimiz üzerindeki tahakkümünü kırmaya çalışırlar, çalışmalıdırlar.
Unutmayalım, düşman zafer kazandıkça sadece yaşayanların, yani bizlerin hayatını karartmaz, ölülerimize de el koyar. Onların hafızamızdaki imgesini çarpıtır, kendi meşrebince, kendi siyasal emelleri mucibince yepyeni bir kalıba sokar; Deniz Gezmiş'i "darbeci", Nazım Hikmet'i "vatan şairi" yapar. Şimdi de Ahmet Kaya, mezarında Kürtsüz Kürt açılımının, neoliberal "demokratikleşmenin" hizmetine sokulmak isteniyor.
Tarihimizi ve belleğimizi bu küstah düşmanın yağmasına teslim etmemek, ölülerimizin egemenlerin zafer alayında yerlerde sürüklenmesine karşı çıkmak basbayağı siyasal bir görevdir.
Çünkü özgürlük mücadelesi sadece gelecek güzel günler için değil, katledilmiş, yenilmiş, sürülmüş seleflerimiz için de yürütülmelidir. Ahmet Kaya'ya el koymak isteyen muktedirler, aslında bizzat demokrasi kavramına ve mücadelesine el koymak, onu içeriksizleştirmek istiyor; bu apaçık değil mi?
Devlet ricalinin etkinlikte yer alacağı haberi üzerine geceye katılmayacağını açıklayan ve böylece bellek mücadelesinin bayraktarlığını yapan Bandista ne güzel söylemiş: "Tarihimiz onları tatmin etmek, sömürülerinin malzemesi olmak yahut yüksek siyasetlerinin masasında kart olarak atılmak için yazılmamıştır. Ki aç gözlerini doyuracak olanlar biz değiliz." (FB/EÖ)