“yüzün geçti bu görüntü yeter dünyaya”
İlhan Berk
“Keder bizi keskinleştiriyor,” diyor Leonard Cohen ve bütün kederli insanlar gibi gülümsedi mi çok güzel gülümsüyor. Aslında bir mikrofon kablosunu sabitlemek için ama sanki daha çok, şakaklarındaki ağrıyı savuşturmak istercesine hoş bir edayla kaldırıyor elini. Gözlerini kapatıyor, yüzünü yeniden o kederli bilgeliğine devirip, “Herkes biliyor,” diye başlıyor şarkısını söylemeye: “Herkes biliyor, zarların hileli olduğunu...”
Keder bizi keskinleştiriyor, Ahmet Abi. Elimizin altında duran devaya sırf çıkardan çöreklendiklerinde hele, keder, buzdan bir hançere çeviriyor bizi. Eninde sonunda kendi ciğerine saplanan bir hançere... Çünkü insan zulme şaşıramadığında tükenir. Zalim dediğin de adaletten evvel hakikati alır karşısına. Hakikati yeterince büktüğünde, adaleti de sakatlayacağını bildiği için. Anamızın dilini bile böyle ırak eylerler bize. “Kürtçe diye bir dil yoktur.” İnsan zulme şaşırır. Bu dehşet mıhlar bizi dünyaya ve içinden çıktığının bile dışına düştüğünde soğur dünya. Bu soğuğa ne olsan, bir şey edemezsin.
Yemin olsun ki cehennem ateşten değil, topraktandır. İnsan, Ahmet Abi, insan da topraktandır. Çamurdan. Cehennem hamurundan. Takvimi kurgan, kadranı kurşun ve tekmil zamanı zehir eden insandır. Gayyanın kalbi, kalbin irini... “Eşref-i mahlûkat” dendiği gün başladı rezilliği. Atlas’ın kamburu dünya, dünyanın kamburu insandır. “İnsan, yeryüzünün hastalığıdır.”*
“Eichman aptal bir adam değil,” Ahmet Abi, Hannah Arendt böyle diyor Kötülüğün Sıradanlığı’nda. Kara haber bu. Bir yüzyılı ortasından yarıp geçti, ardından gelene de gün yüzünü haram etti. Öyle kara. “Eichman aptal bir adam değil. Sadece kendi zihniyle düşünemeyen, egemen söylemi sorgulamadan iliklerine kadar çekmiş ve egemen söylemin dikte ettiği ‘iyi vatandaş olma’ kalıbıyla hareket eden sıradan bir adam. Öylesine içselleştirmiş ki topluma dikte edilen kamu ahlâkını, terfi ettirilmesi gerekirken neden o mahkeme salonunda olduğunu anlamaya çalışıyordu yargılama boyunca. “Birkaç gündür kendi kendime sürekli bunu tekrarlayıp duruyorum: “Eichman aptal bir adam değil.” Değil. Serdar Ortaç da değil. “Öyle”ler onlar. “Bu kadar”lar. Anca.
Oysa bizim onların aptal olmalarına ve aptallıklarının eşsizliğine ihtiyacımız vardı. Yaşadığı her devrin kötüsüyle bunca kötüleşebilen, zulme bunca kolay yeltenen, linç güruhuna bir çırpıda karışıveren, saray soytarılığına bunca meyyal, yarada tepinmeye bunca hevesli, kudretin aynasına bunca hayran ve neredeyse göz temasıyla üreyen, çoğaldıkça çoğalan, çoğaldıkça çiğleşen bu kalabalıkların eşsiz bir aptallığı olsaydı şayet, bir çırpıda kurtulurduk onlardan. Hepsinden. Ama ah! Ah, Ahmet Abi, Eichman aptal bir adam değil. Tüh!
Ve onu şaşırtan bu mahkemelerden Türkiye’de de çok oluyor, biliyorsun. Tecavüzcüyü mağduruyla “baş göz etmeye” kalkışan hâkime isyan eden kadın, faili de şaşırtıyor, hâkimi de. “Aşk olsun” diyecek oluyorlar handiyse. Karşılıklı kravatlarını düzeltip, burun kıvırıyorlar gadrettiklerine. Zalime değil, mağdura şaşırıyorlar. Mağdur olma haline. “Sen de vurduk diye ne hemen ölüyorsun!” Can almış, hak yemiş, türlü gadre kalkışmış herkes bir Eichman şaşkınlığıyla “iyi hal” sergileyip, bir çırpıda sıyrılıveriyor “adaletin” ellerinden. Hakikati bükerek sakatladıkları adaletin... Quzilqurt!
İnsan zulme şaşıramadığında tükenir. Tükenir, Ahmet Abi. Tükenmiyorsa, sayende biraz da. Sağ olasın.
Sesin değdi dünyaya, bir bataklık kuruttu. Sesin, dünyayı döndüren inat. Onlardan biri. En güzeli. Sesin, isyanı besleyen dağ. Hep bilendiğimiz o coğrafya denen kaderin bambaşka bir doğurganlığını müjdeleyen çığlık. Araza neşter vuran avaz! İnsan dersen işte bir de böylesi var. Bazen böylesi olur. En kadim tohumdan. Narın hafızasından. Kawa’nın tavından. İnsan yorgunu toprak biraz dinlensin diye. Anamızın dili, anamızın sütü kadar helaldir diye. İyi haber bu. Yani olman. Hakikatin belini doğrultman. Ne güzelsin. Eyvallah!
Laf aramızda, Ahmet Abi, sen Cohen’den güzel gülümsüyorsun. Avucun şakaklarında; sigaran parmaklarının arasında tütüyor, sen içimizde. Tüt tabii. Ne olur tüt. Senin gözlerinin kelimesi “keder” değil, “efkâr”. Öyle bir kelime ki, “efkâr” dendiği an bile efkârlanabilir insan. Bu sensin. Bu hissin meydanından geçerken bir ara sokağa girer, alakasız bir düğünün ortasında kurtlarını dökerken buluverirsin kendini. Bu sensin. Kötülüğün sıradanlığı iktidar olur, Ahmet Abi, iyiliğin hesapsızlığını içeri alırlar. Sürgün ederler. Katlederler. Neylersin.
Takvim epey zorlandı, kadranı kırdılar çoktan ve sesin, Ahmet Abi, bizi dünyada tutuyor daha. Sesin de olmasa hepten kırılırdık belki. “Lan gardaş bu nasıl yara?” (ED/EKN)