Ahmet Gönel, ansızın aramızdan ayrıldı! 7 Mart 2013 akşamı saat 18’den sonra Türkiye’de ve dünyanın birçok ülkesinde dostları ve yoldaşları, inanılması zor bir haber duydu.
Henüz ölüm nedeni bilinmiyor. Ankara, Ostim’de bir işyerinin elektrik işlerini yaparken, işyerindeki bir merdiven dibinde ölü bulundu. Ölüm nedeni anî bir beden vurgunu ya da her gün onlarcasını yaşadığımız, vahşi kapitalizmin keyfî iş kazalarından biri de olabilir. Henüz “resmen” belli değil, savcısı araştırıyor.
Benim bilip hissettiğim kaybın anlamı şu: Her ne olursa olsun, 63 yaşında, yaşamının en yaratıcı zamanında gelen bu kayıp, dostlarına ister istemez nasıl bir karakteri kaybettiğini düşündürüyor.
Yoksulluk nedeniyle ailesiyle birlikte 1961’de göçtüğü kentte, 13 yaşından bu yana aralarına katıldığı işçi sınıfının önce doğal, gençlik çağından sonra da bilinçli bir üyesiydi Ahmet Gönel.
1970 sonrası devrimci hareketinin hemen her aşamasında ve her konumunda görev üstlenmekten çekinmeyen bir devrim neferiydi. Bu, şu demek; bugün artık sayısı yüzbinleri bulan, Türkiye sosyalizminin ağır yük hamallarından biriydi.
Teoriyi küçümsemezdi ama hâlâ Türkiye’de bir yabancı dil gibi duran sosyalizm bilincinin, asla vazgeçilmez olan komünal ruhunu hissedip rehber edinmişlerdendi. Çocukluğundan bu yana, son gününe kadar yakasını bırakmamış olan yoksullukla boğuşmak, onun mücadele duygusunu engellemek ne söz, ateşlemişti. Önce işçi, sonra işçi önderi; önce sıra neferi, çok geçmeden inandığı politik hareketlerin aktif üyesi ve yöneticisi oldu.
Her koşulda örgütsel mücadelesini sürdürürken onu tanımış olanlar, saçları erken ağarmış bu Anadolu devrimcisinde, her koşulda dayanışma ruhu taşıyan bir yoldaş görmüşlerdir. Onu tanıyanlar, kalenderliği kadar öfkeli hallerini, uzlaşmacı olduğu kadar tartışmacı huyunu (“Taş taşa değmeden duvar olmaz”), güngörmüşlüğü kadar da vazgeçmediği genç ataklığını hissetmişlerdir.
O da kuşağından çoğu gibi, yaşı gereği, ya 30 Mart 1972’de ya da 6 Mayıs 1972’de doğmuş bilincin ve ruhun temsilcilerindendi. Ya da ikisi aslında aynı gün olan genç ölümlerin ardından filizlenmiş olanlardandı.
Uzun yaşamak değildi amacı. Ama bir devrimci otomat gibi de yaşamıyordu.
Genç yaşında ilk bakışta âşık olduğu Zehra ile birlikte kurduğu yoksullukla devinen yaşamından iki fidan bile derebilmişti. Çiğdem ile Türkan.
Çiğdem, çocukluğundan kalan, asla unutamadığı bozkırların bahar müjdeli çiçeğinin adı; Türkan ise, hepimizin platonik aşkı Türkan Şoray’ın adından ilham.
Bu iki çocuğunu büyütürken babadan çok yoldaş oldu onlara. Mesleğindeki yetenekleri onu bir ara zengin bile yapmıştı. Ama o, elinde, aklında, ruhunda ne var ne yoksa inandığı davaya vakfetmeten asla kuşkuya düşmeyen bir komün insanıydı.
12 Eylül’de işkence hücrelerinde, yattığı hapis günlerinde, Zehra, Çiğdem ve Türkan’dan oluşan küçük örgütüne -elbet önce kendine- güvenerek zulüm günlerinden alnı ak çıkabildi. Çıktıktan sonra yasal ya da değil, o günün mücadele koşullarında, devrim gemisinin bir kürekçisi olmak için yerini alırken ilk gençlik yıllarında bağlandığı düşüncenin yeni ve etkin dilini araştırmaktaydı.
Pratik akıllıydı ama asla pragmatik değildi. Hatta pire için yorganını bile yakabilirdi. Amacı düşüncelerinin öngördüğü hakla yaşamaktı; tıpkı devrimci uyanışının aktif eyleme dönüşme tarihinde ölenler gibi. Her zaman her örgütlenmede kim neyi nasıl değerlendirirse değerlendirsin, birlik koşullarını gözeten bir devrimci olmayı üslup edinmişti. Belki de bu yüzden Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın “devrimci derleniş” düşüncesini, gönlünün ve bilincinin vazgeçilmez kılavuzu edinmişti.
Yalnızca ait olduğu işçi sınıfı değil, Anadolu’nun ezilen tüm halkları ve inançları da onun yer almaya çalıştığı asıl ve doğal cephesiydi.
Cenaze töreni, tam da onun hayal ettiği bir buluşmaya dönüştü. Her sol düşünceden, her devrimci örgütten yüzlerce insan, onu Ergazi Cem Evi’den Karşıyaka’ya yolcu ederken, yaşanan dayanışma duygusuna tanık olabilseydi çocuk gibi iç çeke çeke ağlardı.
Çok ölümler gördü Ahmet Gönel. Dostlarının, yoldaşlarının tabut izleri omzunda iz bırakaçak kadar çok. Ama gidenlerin ardından dostlarıyla buluştuğunda, Turan Engin’e benzer ama buğulu sesiyle söylediği bozlaklar, ağıtlar, koşmalar dostlarının belleğinden kolay kolay silinmeyecek sanırım. Bunlardan biri de torunu Seher’i de kast ederek söylediği şu türküydü: “Seher yeli nazlı yardan bir haber .”
Bu satırları yazanın ve cenazesine katılan dostlarının, yakından tanıyanların, onu söylediği türkülerle anacağımız günler er geç olacak; ama şimdi acısı dayanılmaz derecede sıcak. (NT/HK)