Fotoğraf: Jean Gaumy – Wagram, 1971
Yağmur yağıyor. Durakta otobüs bekleyen insanlar... Biri iniyor biri biniyor. İnenler arasında bir telaş. Kimi şemsiyesini açıyor hızla.
Yürüyorum. Muhtemelen öncesinde düşünmüş olmalıyım ama aklımdan “Şurada bir müze vardı, tadilata alındı alınacak derken yıllarca ‘kimsesiz’ kaldı. Acaba şimdi ne durumda?” diye geçiyor.
Dümeni Karataş’taki Cumhuriyet Eğitim Müzesi’ne doğru çeviriyorum. Bir zamanlar Rumların, Ermenilerin, Musevilerin yaşadığı Karataş, İzmir’in en eski yerleşim yerlerinden. Eski Rum evlerinin çoğunlukta olduğu bir semt. Durağın az ötesinde ise Tarihî Asansör.
Asansör, Musevi bir işadamı tarafından Halilrıfat ile Mithatpaşa Caddesi’ni birbirine bağlamak amacıyla yaptırılmış, tam yüz on yıl önce. Restore edilerek günümüze kadar gelebilmiş, iki semt arasında bir köprü görevi görüyor.
Eğitim Müzesi işte o Karataş Hamamı ile Asansör arasında kalır. Mithatpaşa’dan gidiyorsanız uzun merdivenlerden çıkılarak varılır.
– Usta kolay gelsin. Tadilat bitmiş sanırım. Ne zaman açılacak burası?
Elinde dolgu malzemesiyle döşediği seramiklerin arasını dolduruyordu usta. Sesimi duyar duymaz başını kaldırdı:
– Abi inan bilmiyorum. Biz tadilat işlerini yapıyoruz. Çalışmalar bitti sayılır. Yakında açılışını yaparlar.
– Burada emekli bir öğretmen vardı, müzeyle ilgileniyordu. O yok mu?
Usta bilmediğini söylüyordu.
Müze yıllar önce ziyarete kapatılmıştı. İçindeki tarihi eserler, binlerce kitap başka bir yere taşınmıştı. Taşınanlar Osmanlı dönemi ve 1920 ila 1970 yıllarına ait ders kitapları, ansiklopediler, klâsik romanlar, filmler, karne ve diplomalardı.
Çok eski bir binaydı müze binası. Önceleri Ermeni okulu olarak kullanılmış, Cumhuriyet’ten sonra Duatepe ilkokulu olarak hizmet vermişti. Günümüze gelene kadar birkaç defa tadile edilmiş ama ‘eski’mekten kurtulamamıştı. Yağmur yağınca çatısından sular akıyor, eserler ıslanıyordu. Eserler kolilerin içinde saklanmak zorunda kalınıyordu.
2011 yılında tadilat için İl Özel İdare tarafından ihale açılacak ama tadilatı tam bir yılan hikâyesine dönecekti müzenin. Hâl böyle olunca sıcak bir yaz günü ziyaret ettiğimde oradaki görevli emekli öğretmen bilge insan, müzenin restore çalışmalarının başlamadığını söylemişti. Dertliydi.
Şimdi iki yıl geçmişti aradan.
Bakıyorum tarihi binaya, yenilemişler. Fena olmamış. Yağmur yağınca ıslanacağı için eserleri kolilerde saklayan, son gördüğümde binaya henüz tadilat için hiçbir müdahale edilmediğinden dertli mi dertli o emekli öğretmen ağabeyi de görebilseydim… Bir çayını içip bu sefer müzenin açılacağından bahsetseydik…
Bugün yoktu ama belki yine gelirdi.
“Ben yine uğrarım usta. Kolay gelsin” deyip ayrılıyorum müzeden.
Boylarından büyük el arabasıyla
Merdivenlere yöneliyorum. Yağmur dinmiş. Caddeye indiğimde iki çocuk… Çöp kutularından kâğıt topluyor. Yanlarına gidiyorum.
– Merhaba çocuklar.
Çocuklar, hafif ürkek ve bozuk Türkçeleriyle “Merhaba abi” diyor. “Nasılsınız?” diye soruyorum. Çakır gözlü olan: “Kâğıt, plastik topluyoruz abi.”
Adının Yusuf olduğunu söylüyor. Bir yıl önce Suriye’den gelmişler.
– Günde kaç lira kazanıyorsunuz?
– 10-15 lira.
Sabahtan akşam hava kararana kadar çalışıyorlarmış. İş olunca boylarından büyük el arabasındaki çuvalı doldurduklarını söylüyorlar. Habercilik refleksiyle “Fotoğraf çekebilir miyim?” diye soruyorum. Pek yanaşmıyorlar. Bir kez daha söylediğimde “Üzerimiz kirli abi” diye yanıt veriyorlar.
Israr etmenin mânâsı yok. Deklanşöre basmaktan vazgeçiyorum.
Ertesi gün yine otobüse binerken 10 yaşlarında bir çocuk. Gidip yanına oturuyorum araçta. Çalıştığı her hâlinden belli:
– Ne iş yapıyorsun?
Mendil sattığını söylüyor. Onlar da Suriye’den göç etmişler.
Yüzlerce yoksul çocuktan birkaçı. Çok erken yüklenmişler hayatın ağır yükünü. Yaşıtları gibi okula gidemiyorlar veyahut arkadaşlarıyla oyun oynamayı çoktan unutmuşlar. Hüzün, masumiyet akıyor gözlerinden.
Savaşın çocukları onlar; solgun benizleri, mahcup bakışlarıyla.
Şimdi bilmedikleri veya hayatın onları savurduğu bu yerin dilini, insanını, yaşamı öğrenmeye; kısacası hayatta kalmaya çalışıyorlar. Gittikçe zorlaşıyor onlar için yaşam.
Bunca ağır yükü çocukların sırtına yükleyenler üzerindeki hangi elbiseyle temizlenebilir ki?
Dinen yağmur yeniden başlıyor. Ahmakıslatan derler ya, öyle. Gittikçe de hızlanıyor. (SE/EKN)