* Fotoğraf: Haluk Kalafat
Yürüyüşe saatler var. Evet, yine binlerce kadın buluşacağız. Evet, yine Fransız Kültür Merkezi’nden yola çıkılacak. Müdahale olur mu? Saldırı yaşanır mı? Tatsızlık çıkar mı? Bunları sonra da düşünürüz, şimdi pankart hazırlığı var.
Bianet’in tenha ofisinde beş kadın, yürüyüşe dakikalar kala çocuklar gibi karton boyuyoruz. Aslında eğlenceli iş ama hiç olmaması gerektiği kadar da ciddiyiz bir yandan. Neticede 8 Mart da ciddi bir iş… Günün hakkını vermek lazım.
Kartonlar elimizde, sloganlar dilimizde… Sokaktayız! İstiklal Caddesi hiç bu kadar kadın kalabalık olmamış olabilir. Sayı tahmin etmek zor ama binlerce kadın olduğunuz söylemek için matematik bilmek gerekmiyor. Yakın dönemde herkesin bu kadar yüzünün güldüğü bir kalabalık daha hatırlamadığımı fark ediyorum. O kadar güzel ki herkes ve her şey, insanın mutluluktan kanı çekiliyor. Ne zamandır görüşememiş arkadaşlar birbirlerinin önünü kesip sevdiklerine sımsıkı sarılıyor. Kimse kimseye “Nasılsın” diye sormuyor. Nasıl olabilir ki insan? Cevabını bildiğin soruyu sormana gerek yok ve biz o sırada, hepimiz, çok iyiyiz.
Düdükler, zılgıtlar, halaylar, danslar… Kol kola yürüyen, isyan eden kadınlar…
“Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz!”
Gülünç bahanelerle insanların korkutulduğu, haklı sebeplerle en az bir o kadarının korktuğu bir ortamda bu slogan az buz bir şey değil. İstanbul’un kalbi işte, bu sloganla inliyor! Gözlerim sulanıyor ama herkes kahkahayla direnirken ağlamak da kolay değil.
Ne yalan söyleyeyim, Tünel’e kadar yürüyemeyebileceğimizi düşünenlerdendim. Benimle aynı düşünceyi paylaşanlar yok değildi. Bizim bunları konuştuğumuz dakikalarda İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde İrem adlı bir genç kadın, 8 Mart standına yapılan saldırıda yaralanmıştı. İrem’in kadınlara anlamlı bir çağrısı vardı:
“Kadınları feminist gece yürüyüşüne bekliyorum!”
İşte buradayız İrem. Sen de bu kalabalıkta bir yerlerdesin. Tanıdığım bütün güzel kadınlar bugün burada. Beraber geldiklerimi kaybettim ama bir önemi yok. Bugün burada herkes tanıdık, yalnız değilim!
Tünel’e varıyoruz. Meydana her sene olduğu gibi bu sene de afişimizi asıyoruz. İşte oraya tırmanan da Hasbiye hatta! Davullarımız, zurnalarımız var. Durmadan dans ediyoruz. Ayaklarımız tutmuyor, sesimiz kısılıyor. Böyle bir bayram görülmemiştir!
Yolun başında kaybettiklerimden Beyza’yı görüyorum nihayet. Yüzü pırıl pırıl! O da diğerlerini kaybedip tamamlamış yürüyüşü:
“Tek başıma oynayıp yürüdüm valla.”
Sonra Özlem geliyor. Sonra Çiçek. Ruhat, Begüm, Arın, Yasemin, Banu, Asmaa, Ayşe… OHAL zamanı Tünel’e kadar nasıl yürüdüğümüze dair kadınların çeşitli teorileri var:
“Annem binlerce kişi var, hangi birine müdahale etsin? Nasıl durduracaksın?”
“Bence ciddiye almıyorlar kadın yürüyüşünü. ‘Kadınlar işte, yürüyorlar’ diye düşünüyorlar.”
Kadınlar işte, yürüdüler.
Sonra Elif’i görüyorum. İstiklal’den Tünel’e kadar yol boyunca ağlamış. Herkesin nasıl olup da ağlamadığına çok şaşmış. Bunu söylerken çok ciddi… Ağlayan ağlamayan, hepimiz aynı fikirdeyiz:
“Yürümek ne iyi geldi be!”
Yani öyle ki, oh be!
Hepimiz bir oh çekiyoruz. Feminist gece yürüyüşünü geçen sene de kayda alan bir erkek arkadaşımız, 2016’nın kalabalığıyla karşılaştırılamayacağını, neredeyse iki katı kadar kadının katıldığını savunuyor:
“Yürüyüş değil bu, isyan!”
Galiba gerçekten öyleydi.
Galiba dün devrim gibi bir şey oldu ama kimse ölmedi.
Hayır, ağlamıyorum kadınlar.
Gözüme 8 Mart kaçtı. (BK/ÇT)