Ağıt ağlama kelimesinden geliyor.
Ölen birinin arkasından ağlanarak söylenen sözlerin ismi. Özellikle genç birinin ve beklenmedik şekilde ölenlerin ardından ağıt yakılır. Çok eski bir kültür örüntüsüdür. Çünkü ölen birinin ardından duyulan üzüntünün kendisi eski.
Bu duygunun açığa çıkma biçimdir. Ağıtlarda söz kısmını saymazsak, dövünme üzerinden ele alırsak insanlığın ilk zamanlarından beri olduğunu söyleyebiliriz. Hatta diğer canlılarında ağıt yaktığını söyleyebiliriz. Bunun çok örneği var.
Yavrusu ölen, ya da kendisinden ayrılan bazı canlı türlerinin yemek yemediklerini, inlediklerini biliyoruz. Canlıların üzülme biçimlerinden biridir ağıt. Mitolojik anlatısı olan Pepuk kuşunun inlemesi bunun iyi örneklerinden.
Ağıt farklı toplum ve kültürlerde farklı şekilde icra edilir. Özellikle Asya ve Ortadoğu coğrafyasında ağlamak birine duyulan sevginin ifadesi olduğu için ağıt daha yaygındır. Sümerlerde, eski Çin ve islam öncesi Arap coğrafyasında, Anadolu kültüründe ağıtçılığın olduğu biliniyor.
Ağıtçılar genelde kadın
Günümüzde muharrem ayında kerbela yasında insanların zincirlerle vücutlarını dövüp Hüseyin ismini zikrederek ağlamaları da ağıt örneklerindendir. Burada ağıt erkek ve kadınlar tarafından ortak icra edilir, topluca bir ağıt yakma söz konusudur, oysa ağıtçılar genelde kadındırlar.
Ağıtçılık sosyal antropolojinin, folklor biliminin konusu. Bu alanda yapılan çalışma örneklerine baktığımızda birçok kültürde ağıtçılık devam etmektedir. Anadolu coğrafyası için konuşursak özellikle birkaç şehir öne çıkmakta. Sivas’da, Kayseri avşarlarında, Emirdağ’da, Balıkesir çepnilerinde ağıt örneklerine denk gelinmekte. Genel olarak ise ağıtın olmadığı tek bir kasaba, köy yoktur. Anonim ve bazı şehir türkülerinde bunun izlerine rastlamak zor değil. Bu türkülerin çoğunda aşk ve acı ortaklaşır. Çoğumuzun bildiği Erzurum türküsü “Kırmızı gül demet demet, sevda değil bir alamet” diye başlayan dizeler. Yine Elazığ türküsü olan Mamoş’un sözleri: Mamoş palton tutayım mı, hayrın için satayım mı? Mezarında boş yer var mı, ben de gelip yatayım mı?
Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Kentleşmeyle birlikte ağıt yakmanın güncel bir halini göremeyebiliriz, ama kırsal bölgelerde hala ağıt yakma ritüelleri devam ediyor.
Yine Portekiz’de özellikle Lizbon ile özdeşleşmiş Fado müziğinden de bahsetmeliyiz. Bu müzik türü de içinde melankoli ve hüzün barındırır. Ağıtlardaki en derin hüzünleri bu şarkılarda görebiliriz. Balıkçı, gemici kocalarını denize uğurlayan ve onların dönmesini bekleyen kadınların artık umutlarını kestikleri anda icra ettikleri duygu biçimidir. Müzikal olarak güncelliğini korumaktadır. Amâlia Rodrigues ve Mariza bu alanda en çok bilinen icracılar.
Ağlamak güçsüzlük mü?
Ağlamak birçok kültürde güçsüzlük olarak görülür. Bizim yaşadığımız coğrafyada da böyledir. Bu yüzden erkekler acısını dile getirmeye çekinirler, zorunlu bir tercih olarak acıyı daha çok içlerinde yaşarlar. Bu yüzden erkeklerin ağıt icracıları olmaları zordur.
Kadınlar ise acıyı daha çok hissettikleri için ve kolay ağlayabildikleri için ağıtın taşıyıcısı olmuşlardır. Ağıt yaktıklarında üstlerini yırtar, göğüslerini, dizlerini döver ve çığlık atarlar. Bu cenaze merasiminde hor görülmez. Erkekler bir merasimde ağlamak yerine daha çok türkülerde ağıt yakarlar. Kadınlar ise hem türkülerde hem cenaze törenlerinde ağıt yakarlar.
Peki görevleri ne?
Ölen birinin arkasından ağıt yakılmadığı zaman ölen kişi için boynu bükük gitti denilen bir söz vardır. Ağıtçı mezar başında ya da merasim sırasında acısını dile getiremeyen insanlara yardımcı oluyor aslında.
Az önce de söylediğimiz gibi merasim sırasında dizlerini, göğüslerini döverek yüksek sesle ağlar söz dizerler. Söze müzik eşlik eder. Bu durum ağlayamayan insanları kolayca ağlatır ve ağlama sonrası rahatlatmayı sağlar. Acıyı yaşayamamak, ağlayamamak durumu kabullenmeyi zorlaştırır çünkü. Acının dışarıya akıtılmasını sağlar ağıtçı.
Daha da önemlisi ölüm sonrası insanları yeniden yaşama hazırlar. Bu da ağıtçının görevlerindendir. Nasıl ki düğünlerde ortamı eğlendirmek için halayın başına geçen kişi mendili sallamaya başlayıp figürler sergileyerek insanları halaya çağırır, ağıtçı da benzer bir şey yapar. Cenazedeki halay başıdır ağıtçı. Dövünmeleri birer figürdür.
“Ağlayan Konak” ismiyle çıkan kitabımda on üç kısa öykü var. Ağıtçı isimli öykü de bunlardan biri. Buradaki alnı dövmeli saçları kınalı ağıtçı kadın diğer öykülerin içinde de var aynı zamanda. Bu kadınları her hikâyede farklı şekilde anlatmaya çalıştım.
Bir öyküde Çingene, diğer öyküde ağıtçı olan kadını başka bir öyküde “Siz torunlarımın yeri ayrı, tavukların yeri ayrı” diyen nenem olarak anlattım mesela. Şunu da ilave edeyim öykülerin tamamı kurgu ancak içinde geçen sözlerin, ifadelerin, tanımlamaların çoğu tanıklıklarımdan ortaya çıktı ve karakterler gerçeğe tekabül ediyor. Dersim’li Kürt, Kızılbaş kadınlar.
Yaşadığımız coğrafyada Kürtlerin sinema, tiyatro, edebiyat alanlarındaki temsiliyeti genelde iki şekilde ifade edilmekte. Ya sürekli acı, dram ya da sürekli mizah. Oysa Kürtler acıyı en katmerli haliyle dile getirir, ama acı sonrası yaşama sevincini, refleksini de elden bırakmaz.
Sürekli ağlayıp yaşamı acı üzerinden inşa etmez. Nenem de bu insanlardan biriydi. Evde aniden ağıt yakıp ağlatırdı, ama sonrasında yaşamın her zerresini ceplerimize koyup sokağa salardı bizi. Bu yüzden Ağıtçı hikayesinde şu cümleyi tutkuyla yazdım: “Sadece ölümden bahsetmiyordu kınalı ağıtçı. Soluk soluğa akan hayattan, yeni yaşamlardan da bahsediyordu. Kadına duyulan saygının ve güvenin sebebi buydu”.
Başa dönersek hikâyede geçen kadın aslında tek bir kişi değil, birden fazla kadın tek karakter. Uzun boylu, kınalı saçlı, alnı dövmeli diye tanımladığım kadın farklı kişiler.
Hepsinin ortak özelliği ağıtı icra ediş biçimleri, ağlama şekilleri, figürleri. Çocukluğumda katıldığım cenaze törenlerinde insanları ağlatan kadınlar. Öz güvenli, hisli, heybetli sadece ölüme değil yaşama dair anlamları barındıran bilge kadınlar. Bu kadınlar para karşılığında ağıt yakmazlardı, gönüllü kişilerdi ve ölen insanlara ağıt yaktıklarında gerçek hisler taşırlardı. Kendi çocuklarına ağlar gibi ağlarlardı. Mezar başında ölen kişinin künyesini zikrettiklerinde orada bulunan insanların tamamı ağlamaya başlardı. Kimi ağıtçıya eşlik eder şekilde kimi de oradan uzaklaşıp seslerin duyulduğu uzak bir yere giderek ağlamaya başlardı.
Ezcümle bahsedilen kadın birçok kadının ortaklaştığı tek bir kişi. Gerçek üzerinden kurgulanmış onlarca, yüzlere kadın.
Her ne kadar ağıtçılık ile ilgili genel bir çerçeve çizdiysek de, hikâyenin sonunda “Bundan sonra kimse için ağıt yakmayacağım, bu haykırışlarım; öncesinde yaşanmış ve sonrasında yaşanacak benzer tüm acıların merhametidir. Bir daha böyle ağıt yakamam. Bu sesi, merhameti kulaklarınızda iyi saklayın” diyen Dersim’li bir Kürt kadın. Biraz nenem, biraz çocukken heybelerinde karnımı doyurduğum kadınlar. Dersim’li ozan Mehmet Çapan’ın Daye Daye isimli Kırmancki türküsündeki Daye. Bingöl, Dersim, Koçgiri, Maraş bölgelerinde Kürtçe dilinde ağıt yakan kadınlar. Xerib Têlu isimli Yemen’e giden Koçgiri’li genç için ağıt yakan kadınlar. Bu ağıt sanki o coğrafyada yaşayan tüm kadınlar tarafından icra edildi.
Yemanê, yemanê, mal şewitî Yemanê
Ji germa havînê mij û dûman e
Dayika kurê, tu ricacî be
Bila xêribê min were
Öykünün kahramanı olan kadın bu sözü hiç tanımadığı, görmediği Xerib Têlu için de söylemiştir. “Bundan sonra kimse için ağıt yakmayacağım, bu haykırışlarım; öncesinde yaşanmış ve sonrasında yaşanacak benzer tüm acıların merhametidir. Bir daha böyle ağıt yakamam. Bu sesi, merhameti kulaklarınızda iyi saklayın”
Yazının fotoğrafı
Görseli, "Ağlayan Kadın" isimli filmden aldık.
Guatemala’dan çıkan bu büyülü gerçekçi gerilim filmi, ülkenin yakın tarihinin kapanmayan yaralarını anlatırken Latin Amerika kültürüne ait karanlık masallardan esinleniyor. Guatemala’da 1960’ta başlayan ve 36 yıl süren iç savaş, yaklaşık 250 bin kişinin ölümü ve 40 bin kişinin kaybıyla sonuçlanmıştı.
Bu katliamın sorumlularından General Enrique Monteverde’nin yargılanma sürecini anlatan Ağlayan Kadın , adaleti masallardan çıkma bir hayaletin intikamıyla arıyor. Film, artık yaşamının son demlerine girmiş, Alzheimer başlangıcı teşhisi konulan General Enrique ile birlikte izleyiciyi de kaybolan çocukları hatırlamaya, sistematik vahşetle yüzleşmeye davet ediyor. Ağlayan Kadın , Guatemala’nın Oscar adayı oldu.
(HK/EMK)