Agirî ya da Bazidlilerin diliyle Gilîdax…
1926-1932 yıllarında Agirî de yaşananlar hala toplumun canlı hafızasında yerini korumaktadır. Bu tarihi süreç üzerine yazılan eserler geçmişi aydınlatmaya, geçmiş tarihi daha iyi anlamamıza yol açıyor.
Aile olarak solculukları ile bilinen Yılmaz Çamlıbel’in Ağrı Sahipsiz Değil kitabını tekrardan okudum. Kitabın ilk sayfasında şöyle yazmış; “Evet Agirî sahipsiz değildir. Nihat ve Bahar çiftine en içten sevgilerimle. 02.08.2013”
Kürt toplumunun hafızası için çok önemli eserler yazan Çamlıbel kendi gücü oranında Kürt basınında, uluslararası basında, hatta bireysel ilişkilere kadar kararlı bir şekilde kendi yazdıklarını anlatmaya çalışmaktadır. Ayrıca konferanslarda, panellerde bildiklerini toplumla paylaşmasının, bunları kitap şeklinde kamuoyuna ulaştırmasının tek amacı Agirî’nin sahipsiz olmadığını sürekli vurgulamaktır. Kanımca da bu tür etkinlikler çok önemli aydınlanmaya vesile olmuştur.
Kitabın yazarı, Bazidli olduğundan bu hareket ve hareketin yöneticileri üzerine yakılmış türküler dinlemesi ve ezberlemesi onu epey etkilemiş ve küçüklüğünden bu yana hep bir araştırmacı gibi bu konuya kulak kabartmış. Zamanla tüm yasak ve engellemelere karşın, elden ele dolaşan dokümanları okumaya çalışmış.
Yüksek tahsilini yaptığı İstanbul’da kütüphaneleri dolaşmış, notlar almış. Kürt ulusal tarihiyle ilgili ne bulduysa okumaya başlamış. 1950 yılından bu yana okuyup birikimlerini bir araya getirmeye çabalamış ve bu kitabı kendisini halkına karşı mecbur hissederek yazmış. Ulusal bir görevi yerine getirdiğini düşünüyor. 1950 yılından 1990 yılına kadar 40 yıl boyunca araştırmalarından gerekli olanları biriktirmiş. 1990 yılından 2005 yılına kadar olan süreçte de kitabın yayını üzerinde durmuş ve nihayet kitap Deng yayınlarında hem Kürtçe hem de Türkçe yayınlanmıştır. Bir bakıma bu kitap, 55 yıl süren bir birikimin sonucunda ortaya çıkmıştır.
Ağrı Sahipsiz Değildir kitabının Kürtçe baskısı, yazarın Biro isimli diğer bir çalışmasıyla birlikte, 2015 yılında da Nubihar Yayınları’ndan tekrar çıktı.
Agirî direnişi nasıl başladı?
Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte, Kürt varlığı ret ve inkar edildi, yok sayıldı, yok edilmeye çalışıldı. Kürt dili ve kültürü yasaklandı. Büyük bir asimilasyon politikası izlenmeye başlandı. Kürtlerin karşı çıkmaları hep kanla bastırıldı. Köy ve kasabalar yakılıp yıkıldı. On binlerce insan öldürüldü. Binlerce insan sürgüne yollandı. Yaşanan soykırım uygulamaları, Kürt halkını derinden sarstı. 1925 İsyanı’nın kanla bastırılmasından sonra, alınan yasal, siyasal, ekonomik ve sosyal önlemlerle Kürtleri bir cendere içine sıkıştırdı. Yurtsever insanlar ve örgütler, bu zulümden kurtulmak ve mücadeleyi sürdürmek için Suriye ve Lübnan’a kaçtılar. Bu vahşi rejimden kurtulma, Kürt aydın ve siyasetçilerinin temel amacı haline geldi.
Agirî’deki direnişin bu coğrafyada çıktığına gelince; 1915-16 yıllarında Rus ordusu bu havaliyi işgal etmişti. Yöredeki güçlü aşiretlerin büyük bölümü bu işgale karşı çıkmış ve Rus ordusuyla savaşmıştı. Biroyê Hesikê Telî de bunlardan biriydi. Kendisi, devlet ile iyi ilişkiler içinde olmaya özen gösteren birisiydi. Ama Türk devleti, kendisine hizmet etse bile, güç ve otorite sahibi olan Kürtleri, hep potansiyel bir tehlike olarak görüyordu. Ve bu tehlikeyi kontrol altında tutmak için, bunları aileleriyle birlikte batıya sürgün ediyordu. Bazid merkezinde bir manifatura dükkanı çalıştıran ve belediye başkanının da kızı olan eşiyle oradaki evinde yaşamını huzur içinde geçiren Biroyê Hesikê Telî’nin kaderini yanına gelen küçük oğlu İlhami'nin verdiği haber değiştirecekti.
Jandarmalar devletin Şeyh Said isyanı bahanesiyle çıkarttığı sürgün yasası gereği Biroyê Hesikê Telî’yi de batıya göndermek için Ağrı dağındaki köyüne gidip kendisini aramışlar ve o arada bazı firari Kürtlerle tesadüfi karşılaşmalarında aralarında çıkan çatışmada bir er vurulmuştu. Biroyê Hesikê Telî köyüne gidip oğlu, kardeşleri ve yakınları ile devletin sürgün kararına karşı direnişe geçti.
Ankara’dan gelen emir üzerine Bayazıt 29. Alay’ı onu yakalamak için 16 Mayıs 1926 günü, Kürt karargahına saldırdı. Böylece Ağrı Savaşı başlamış oldu. Bu savaş, tüm yurtsever Kürtlere yeni bir umut oldu. Xoybûn yöneticileri Biroyê Hesikê Telî’yle temasa geçtiler. Sonuçta beraberce hareket etme kararı alındı.
Bunun üzerine Xoybûn, İhsan Nuri Paşa’yı Genelkurmay Başkanı ve Kürt Ordusu Genel Komutanı göreviyle Ağrı’ya gönderdi. İhsan Nuri Paşa, 1928 yılının Mart ayında Ağrı’ya ulaştı. 16 Mayıs 1926’dan Mart 1928 tarihine kadar geçen süre içinde savaşları Biroyê Hesikê Telî yönetmiştir. Bu tarihten 1930 yılının eylül ayına kadar yapılan savaşları ise İhsan Nuri Paşa yönetmiştir. İhsan Nuri Paşa, Hareketin başına geçerek, siyasi, askeri, ekonomik, sosyal ve basın-yayın çalışmalarını da içeren bir programla mücadeleyi yönetmeye başladı. Bu arada farklı yörelerden gelip isyana katılanların sayısı da hızla artmıştı. Emere Besê, Şêx Zahir, Altundiş Osman, Ferzende, Halis Bey, Hüseyin Paşa oğulları Memo ve Nadir Beyler, Edoyê Ezîzî, Seyid Resul, Sêvdîn Beg, gibi çok sayıda önder, iki Ermeni temsilcisi ile Osman Sebri ve Hesen Hişyar gibi Kürt aydınları da Ağrı'ya gelmişlerdi.
TIKLAYIN - TÜRK VATANDAŞIN KÜRT VATANDAŞI ANLAMASI İÇİN
Xoybûn Savaşı Yürütüyor
Kürdistan’ın dört parçasından gelen ve çeşitli din, mezhep, meslekten aristokrat, aşiret reisi, kasaba eşrafı, dinsel önder, asker ve sivil aydın yanyana gelip, ulusal bir şemsiye altında elele tutuşmaya karar verdiler. Sonuçta, Kürdistan Teali Cemiyeti, Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyeti, Kürd Milli Fırkası ile Kürt İstiklal Cemiyeti, 5 Ekim 1927 tarihinde birleşerek, Xoybûn cemiyetini kurdular. Xoybûn, kendini hep Kürt Ulusal Birliği biçiminde nitelendirdi.
Ağrı Ulusal Savaşı, Xoybûn isimli siyasi örgütün denetiminde yürütüldü. Xoybûn, Ağrı ulusal başkaldırısının temel stratejisini şu sözlerle dile getiriyordu: “Savaş aracılığıyla devletin otoritesini kırmak, halk üzerinde kurduğu korkuyu ortadan kaldırmak, ulusal duyguları güçlendirmek, ulusal devlet kurma özlemini yaygınlaştırarak mücadeleyi ulusal bir direnişe dönüştürmek, son düşman askeri Kürdistan’dan çıkarılıncaya kadar savaşmak ve ülkeyi kurtararak bağımsız bir Kürt devleti kurmak.”
Yine ilk kez burada kurtarılmış bölgelerdeki sivil hayat da Xoybûn’nun ilkelerine göre organize edilmiştir. Bu çalışmaları koordine etmek, değerlendirmek, kusurları ortadan kaldırmak, hareketi ulusal bir devlet kurmaya uygun hale getirmek için, Ağrı Savaş Konseyi adında bir kurum oluşturuldu. Vali, kaymakam, nahiye müdürü, jandarma komutanları atandı. Bu kurum bir parlamento gibi çalıştı. Hareketin siyasi, askeri, ekonomik ve sosyal hedeflerini belirledi ve yetkilileri bu hedeflere yönlendirdi.
İhsan Nuri Paşa’nın Ağrı’ya gelmesinden sonra askeri mücadele, Xoybûn’un siyasi şemsiyesi altına girdi. Siyasi ve askeri çalışmalar içiçe geçti. Böylece siyaset, silaha komuta etmeye başladı. Bu nitelik Ağrı ulusal kurtuluş mücadelesinin çok önemli bir karakteridir.
Ağrı’daki savaşçılar başta olmak üzere, yurtsever aydın, aşiret reisi, kasaba eşrafı, dinsel önderler Xoybûn’a üye yapıldı. Peşinden, bu üyeler aracılığıyla Xoybûn’un bağımsız bir Kürt devleti özlemi kitleler içinde yaygılaştırılmaya çalışıldı.
Kürdistan içinde faaliyet gösteren Xoybûn şubelerinin bulunduğu yerler şunlardı: Bayazıt, Diyarbakır, Van, Silvan, Siirt, Iğdır, Karaköse, Erdiş, Çaldıran, Muş, Malazgirt, Bitlis, Muradiye, Zila, Patnos ve Sarısu. Ayrıca Xoybûn; Lübnan, Suriye, Amerika, Fransa, İngiltere ve İran’da da irtibat büroları kurmuş, Kürt sorunu ve Kürt ulusal kurtuluş mücadelesiyle ilgili dünya kamuoyunu sürekli bilgilendirmiş ve destek sağlamaya çalışmıştır.
Agirî direnişinde yaşananlar
Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı yapılan Kürt ulusal başkaldırı tarihinin en önemlisi Agirî direnişidir. Önemli noktaları şu şekilde özetleyebiliriz:
İlk kez bu savaşta, Kürdistan’ı işgalden kurtarma ve bağımsız bir Kürt devleti kurma amacı çok açık bir şekilde Kürt ve dünya kamuoyuna deklare edilmiştir.
Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinde ilk kez eğitimden geçirilmiş, üniforma giyen düzenli bir ordu kurulmuştur. Kürt genelkurmayı kurulmuş, başına profesyonel bir asker atanmıştır.
Yine ilk kez Ağrı’da savaş gerilla tekniğiyle yürütülmüştür. Deste adı verilen bu timler, 5 ile 15 kişiden oluşuyordu. Desteler aynı aşirete mensup kişilerden oluşuyordu ve başlarına çalışkanlığı, becerisi ve fedakarlığıyla tanınan birisi komutan (destebaşı) olarak atanıyordu.
Yine ilk kez burada, mali bir büro oluşturulmuş, bu büro aracılığıyla tüm gelir ve giderler resmi belgelere bağlanmış, her sene sonunda yıllık bilançolar, Xoybûn merkezine yollanmıştır.
Yine ilk kez burada, sivil ve askeri suçları yargılayan bir ulusal mahkeme kurulmuştur.
Xoybûn'un yolladığı Kürt bayrakları hakim tepelere çekilmiş ve bir matbaa aleti ile de Gaziya Welat ve Agirî adlı gazeteler basılmaya başlandı. Türk devletinin propagandalarına karşı halkı aydınlatmak, ulusal mücadeleyle ilgili gelişmeleri halka duyurmak, kitleleri harekete katmaya çalışıldı.
Ayrıca Hilbe Agirî adında bir marşları da vardı.
Ayrıca Kürdistan tarihinde ilk kez bir savaş, siyasi bir örgütün emir komutası altında yürütülmüştü.
Ağrı Dağı’nın etrafında yaşayan aşiretler, Ağrı ulusal başkaldırısı sürecinde, yerlerinde kalmaya devam etmişler, başka bir yere göç etmemişlerdir. Bu nedenle savaşçılarla halk, hep içiçe yaşamıştır. Savaş olmadığı zamanlarda tüm savaşçılar, aşiretleri içinde günlük yaşamlarını sürdürmeye devam etmiştir. Bu nedenle, yöre aşiretleri, Xoybûn ve Ağrı savaşıyla ilgili her şeyi biliyordu ve onu içselleştirip benimsemişti. Bu aşiretlere mensup tüm kadınlar, cephe gerisindeki tüm işleri yapıyordu. Bu nedenle, zaten savaşın bir parçası haline gelmişlerdi.
İlk kez burada Kürt kadınlarının büyük bir bölümü lojistik destek işlerinde, küçük bir bölümü de sıcak savaş içinde yer almıştır. Ne yazık ki yazar bu kadınlardan ancak on tanesinin adını tespit edebilmiş. Savaşı gözleriyle gören insanların, kendisine anlattıklarını düşündüğünde, gerçek adedinin elli civarında olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğini belirtmiştir.
Ağrı ulusal kurtuluş mücadelesinin önemli bir niteliği de şudur: Bu mücadeleye önderlik eden kadroların içinde, şeyh, ağa, kasaba eşrafı, aşiret reisi ve dinsel önderler vardı. Günümüzde birçok kurum, siyasetçi ve aydının uğraşıp da başaramadığı Kürt ulusal birliğinin o dönemde kurulmuş olması, örnek alınması gereken tarihi bir olaydır.
Agirî savaşçıları ve af yasaları
Türk yöneticilerinin, Kürt ulusal başkaldırılarını bastırma konusundaki politikalarından biri de güç sahibi olan aileleri sürgüne yollamak ve önder kadroları teslim olmaya ikna eden af yasaları çıkarmaktı. Çıkarılan af yasalarının temel mantığı şöyleydi: “Senin devletine, milletine bağlı olduğunu biliyoruz. Başkalarına uyup bu hataya düştün. Bu yanlıştan dönmen için sana bir fırsat veriyoruz. İstediğin mevki, arazi ve parayı vereceğiz. Türk devleti merhametlidir. Ona sığın, kendini ve aileni perişan etme.” Ağrı için de 1926, 1927, 1929 ve 1930 yıllarında af çıkarıldı.
Ama yeri gelmişken Kürt orduları başkomutanı olan İhsan Nuri Paşa’nın af önerisine verdiği tarihi cevabı belirtmek gerekir. Ağrı başkaldırısını ezemeyeceğini anlayan Türk devleti, İhsan Nuri Paşa’dan görüşme talep etti. Talep kabul edildi. Bayazıt Milletvekili Şevket Bey’in başkanlık ettiği Türk heyetinde 12 mebus, Bayazıt valisi, jandarma komutanı ve 29. Alay komutanı, Karaköse kaymakamı yer alıyordu. Kürt heyetinde de İhsan Nuri Paşa, Halis ve Ferzende beyler ile 60 Kürt savaşçısı bulunuyordu.
Direniş yıllarında devlet heyetleri ve Kürt önderleri arasında Pira Belek köprüsü yakınında resmi görüşmeler de gerçekleşmiştir. Görüşmelerde isyancıların Bazid şehrine saldırmamaları karşısında devletin de Ararat üzerine güç yollamaması gibi anlaşmalar sağlansa da, Kürtler isyanın son bulabilmesi için tüm sürgünlerin yurtlarına dönmesi ve Kürtlerin ulusal haklarının tanınması şartını koştular.
1928 Mayıs’ının ortasında iki heyet, Pıra Belek köprüsü üzerinde yine buluştu. Kürdistan Genel Müfettişi olan İbrahim Tali Öngören’in şahsına yazdığı mektup İhsan Nuri Paşa’ya sunuldu. Mektupta özetle şöyle deniliyordu: “Mücadeleden vazgeçmeniz durumunda, genel bir af çıkarılacak, İhsan Nuri Paşa’ya ister yurtdışında, isterse yurtiçinde veya isterse diplomatik bir görev ile istediği para verilecektir.”
İhsan Nuri Paşa, mektubu okuduktan sonra, gelen heyete şu tarihi cevabı verir: “Ben Xoybûn’un üyesi, Kürdistan ordularının genel komutanıyım. Ben, Xoybûn’un emriyle bu göreve atanmış bulunuyorum. Görevim, Türk devletinin Kürdistan’ın bağımsızlığını kabul edip ordularını buradan çekeceği güne kadar devam edecektir. Ben, ancak Xoybûn’un emri üzerine bu görevi bırakırım. Xoybûn’a yapacağınız bir siyasi teklif varsa, onu Xoybûn’a ulaştırabilirim. Bazı kişilere para ve mevki önermeniz boşunadır. Çünkü sorun kişisel değil ulusal bir sorundur. Ve ancak Kürt ulusal bağımsızlığın tanınmasıyla çözülür.”
Ayrıca Xoybûn Merkez Komitesi, Türk devletinin çıkardığı bu kandırmaya yönelik af kanunlarına karşı 30 sayfalık bir broşür çıkararak çok sert bir yanıt verdi. Bu broşürün girişi şöyleydi: “Ey Kürtler, biliyorsunuz ki Türk hükümeti Kürtler için sözümona af çıkarmıştır. Türk hükümetinin amacı, Türkiye sınırlarının dışında yaşayan Kürt milliyetçileriyle, hala dağlarda savaş halinde olan Kürtleri hileyle ele geçirmektir. Xoybûn örgütü bu konuda Kürt ulusunu uyarmayı kutsal bir görev bilir.” Broşürün sonunda ise şöyle deniliyordu: “Hükümetin affına inanmayınız. Hükümetin insafına sığınmayınız. Silahlarınızı terketmeyiniz. Birlik içinde olunuz. Atalarımızın şu sözünü unutmayınız. Bextê Romê tune ye.” Harekatın önderlerine çok cazip imkanlar sunulan mektuplara, Kürt önder kadrolarının verdikleri cevaplar tarihi bir nitelik taşıyor. Kitaptaki bu belgeler başlı başına incelenecek niteliktedir.
Bayazıt Valisi Süreyya, 28 Şubat 1928 yılında İbrahim Ağa'ya gönderdiği bir mektupta, kendisinin namuslu, cesur ve dürüst bir insan olduğuna ve suçlanmalara karşın suçsuz olduğuna inandığını belirterek teslim olmasını, Numan Efendi ve İhsan Nuri gibi şahısları da buna ikna etmesini ve kendilerinin teslim olmalarını kabul edeceğini yazmıştır. İbrahim Ağa'nın Vali'ye verdiği cevap ise şöyledir:
"Bayazid Valisi
Karaköse Kaymakamı eliyle
1360 No. ve 28.2.1928 tarihli ve zevkle okuduğum mektubunuzun yanıtıdır.
Mektubunuzda bizim teslim olmamızı kabul ettiğinizi bildiriyorsunuz. Biz hiçbir makamdan teslim olma isteminde bulunmadık. Teslim olmayı da asla düşünmüyoruz.
Eğer gerçekten bir af yasası varsa, bu yasanın genel olması ve çağımızın uygar yasalarıyla da uygunluk göstermesi gerekir. Af yoluyla bazı bilinçsiz insanları aldatmak amaç ediniliyorsa, bu ayrı bir sorundur. O zaman bizim gibi, yeterince deneyim sahibi, olup bitenleri ve dünyayı tanımış insanlara başvurmamanız gerekirdi. Aradığınız bu tür bilinçsiz insanları hiçbir yerde bulamazsınız. Türk devleti üst yöneticilerinin bu gerçeği görmeleri ve buna kendilerini inandırmaları gerekir.
Eğer çağımızın ve uygarlığın ileri niteliklerine, ulusal geleneklerimize ve dinimizin buyruklarına uygun bir genel af yasası düşünüyorsanız, bunu memnuniyetle karşılarız. Ama, bu önlemlerle, hala da bilinçsiz insanlar olarak gördüğünüz kimseleri kandırmak istiyorsanız, bundan böyle aldatacak kimse bulamayacaksınız. Gerçek bir af söz konusu ise, neden suçsuz olmalarına karşın, iki yıldan beri her şeyden yoksun olan ileri gelenlerimizi, kadın ve çocuklarımızı yerlerine geri göndermiyorsunuz? Ancak tüm sürgünlerin yerlerine geri gönderilmelerinden sonra bizim gelişimiz söz konusu olabilir.
Sonuç
Kitapta yer alan bilgilerin önemli bir bölümünü, devlet arşivlerinden temin eden yazar, örneğin savaşlarla ilgili olanlarını Türk Genelkurmay Başkanlığı’nın yayınlarından almış. Meydana gelen savaşlarda iki taraf arasında tam bir uçurum var. İlk savaşta Türk ordusunun sayısı 750, Kürt ordusununki ise 50 kişiydi. Savaş sonuna doğru Türk ordusunun varlığı 30 bin asker, 52 uçak, 32 toptan oluşan 10 batarya, 550 otomatik silaha ulaşmışken, Kürt ordusu ise elinde sadece piyade tüfeği bulunan, 600 savaşçıdan ibaretti.
17 Nisan 1930 günü Kürt ordusunun kesin yenilgisinden sonra, katliamdan kurtulan Kürt desteleri, savaşı 1932 yılının sonbaharına kadar sürdürmüşlerdir. Bu tarihten sonra havalide Kürt ulusal mücadelesinin silahları tamamen susmuştur.
Yukarıda özetlenen çerçevede yazar kitabını beş ana tema üzerine oturtarak bitirmiştir.
Birincisi, konunun temelini oluşturan Türk-Kürt savaşlarıdır. Bu savaş, 16 Mayıs 1926 tarihinde başlamış, 1932 yılının sonbaharında bitmiştir. Bu süre içinde yapılan savaşlardan sadece önemli olan altı tanesini, çizdiği haritalar üzerinde anlatıyor. Her iki tarafın asker adedini, silah, araç ve gereçlerinin durumunu ve savaşın cereyan şeklini harita üzerinde okuyuculara sunmaya çalışıyor.
İkincisi, savaşta yer alan kişilerin kimlikleridir. Türk ordusundan 30, Kürt ordusundan ise 180 savaşçının adını tespit eden yazar bunları kısaca okuyuculara tanıtıyor. İlk kez bir kitapta, bunca savaşçı adının yer aldığı bir liste yayınlanıyor.
Üçüncüsü, bu savaşlar ve savaşlarda yer alan kişilerle ilgili bilgi sahibi olan kişilerle yapılan röportajlardır. Bu sözlü tarih çalışmalarında yeni bilgiler öğreniyoruz.
Dördüncüsü, bu savaşa katılan uçak filosunun komutanı olan Kurmay Albay Naim Bürküt’ün çektiği savaş fotoğraflarıdır. Ki yazar bu fotoğrafları sonradan bir kitap albümü olarak yayınladı.
Beşincisi, bu savaş üzerine yakılan ağıtlar, kilamlardır.
Ağrı başkaldırısı, dört yıl boyunca süren kahramanlıkları, mücadele ve yaşanan katliamları ile Kürtlerin belki de hakkında en çok öykü, destan ve kılamlar yarattığı bir direniş olmuştur. Tarihin derinliklerine yolculuk yapmak için merak edip kitabı tekrardan okumak yeterli olacaktır. (NG/YY)
Kaynakça
Yazarla yapılan görüşme Bazid 02.08.2013
Agirî Sahipsiz Değildir- Yılmaz Çamlıbel. Doz Yayınları