"Ağır ölüm..." Haberinin Dayanılmaz Çekiciliği!
Hapishanede okuduğunuz ve beğendiğiniz makale, şiir ya da kitabı mektup arkadaşlarınızla paylama isteği yaygın bir davranış biçimidir. Bu nedenle "görülmüştür" damgalı zarf içinde; gazetelerden kesilmiş küpürler, mektuba yapıştırılmış güzel resimler ya da şiirler çıkması olağandır.
Demir parmaklıkların, beton duvarların, yasakların yoksunlaştırılmasına karşı hayatın yeşilidir bunlar... Sevgin, direncin, yaşama sevincinin yabancılaşmaya karşı duruşunun sembolüdür ak kâğıtlar işlenen cümleler...
Pablo Neruda'nın "Ağır ölüm..." şiirini okudunuz mu? Müthiş bir şiir... Sevgilim bir gazetede rastlamış! Hemen kesip, biriktirdiği küpürlerin arasına koymuş. Bana, oğlumuza ve Edirne F Tipi Hapishanesi'nden bir arkadaşına yazmıştı.
Fakat nedense arkadaşı şiiri ne hücredalarıyla nede komşu hücrelerle paylaşmamış! Şiir bir şeyler ima ediyor, ama neden böyle davrandığına dair, hiçbir fikrim yok. Bu durumu öğrenen sevgilim, ilgili tutsak kamuoyunun bilgi alma, doğru bilgiye ulaşma, güzel şiirileri okuma hakkının ihlal edildiği düşünerek harekete geçmiş.
Bu defa şiiri Edirne F Tipi'ndeki bir başka tutsak arkadaşına öyküsüyle birlikte yazmış. Geçtiğimiz günlerde bu mektubunun yanıtı gelmişti. Sevgilim Sedat Şenoğlu'nun şiire dair fikirlerini benimle paylaştı. Ben de sizinle paylaşmak istedim. Tabii şiirle birlikte... Gelin birlikte okuyalım...
Ağır ölüm...
Ağır ağır ölür alışkanlığın kölesi olanlar,
Her gün aynı yoldan yürüyenler,
Yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler,
Giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler,
Tanımadıklarıyla konuşmayanlar.
Ağır ağır ölür tutkudan ve duygulanımdan kaçanlar,
Beyaz üzerinde siyah tercih edenler,
Ağır ağır ölür işlerinde ve sevdalarında mutsuz
Olup da bu durumu tersine çevirmeyenler,
Bir düşü gerçekleştirmek adına kesinlik yerine
Belirsizliğe kalkışmayanlar,
Hayatlarında bir kez bile
Mantıklı bir öğüde aldırış etmeyenler.
Ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar, okumayanlar,
Müzik dinlemeyenler, gönlünde incelik barındırmayanlar.
Ağır ağır ölür özsaygılarını ağır ağır yok edenler,
Kendilerini yardım edilmesine izin vermeyenler,
Ne kadar şanssız oldukları ve sürekli yağan yağmur
Hakkında bütün hayatlarınca yakınanlar,
Daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler,
Bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar,
Bildikleri şeyler hakkındaki soruları yanıtlamayanlar.
Deneyelim ve kaçınalım küçük dozdaki ölümlerden,
Anımsayalım her zaman: yaşıyor olmak
Yalnızca nefes alıp vermekten çok daha büyük
Bir çabayı gerektirir
Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır
bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına.
"Neruda da ne yazmış be! 'Vurucu' bir şiir 'Ağır ölüm..! Hem de tam on ikiden! Ama 'öldürücü' bir şiir değil, 'yaşatan' bir vuruş! Şiirin oklarının gelip saplandığı şey, yaşamı karanlık ta ve nefessiz bırakan kalın ve 'ölü' kabuk çünkü...
Bir 'yabancılaşma' eleştirisi şiir bir hesaplaşma... Ben en özlü olarak bunu çıkardım şiirden... Vurucu 'ölü kabuk' insan yabancılaşmasının biriktirdiği tortulardan başka bir şey değil. Hal böyle olunca insanın şiirde kendi yaşam serüveninden tanıdık izlere rastlaması da kaçınılmaz oluyor... Bu şiiri okuyup 'ben rastlamadım kendimden bir şeye' diyen şiirden bir şey anlamamıştır ya da doğruyu söylemeye cesareti yoktur...
Neruda bu şiiri sadece kendi dışında gördükleri ve tanıklık ettiklerinden yazmış olabilir mi? Hiç sanmıyorum... Sadece 'bunlarla' da bir şiir yazılabilir tabii; ama böyle bir şiir yazılamazdı!.. Kendinden olanlarla da yazmıştır şair, az ya da çok; bir zamanlar yaşanıp dönüştürülmüş olan ya da henüz üzerinden atılmamış olan 'ölü kabuk' parçalarıyla mücadele eder haldeyken yazmıştır...
Üstelik bunu bilmeyecek bir mücadele yolculuğu, ama daima yeniden ve yeni hedeflerle başlamanın olanaklarını da kazandıran bir yolculuk olduğunu da anlatır... Aslolan 'kabuk' değil, 'ölüm' değil; 'mücadele' ve 'yaşam' olduğunu da bilir ve inanır. Yoksa 'yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına; diye yazabilir miydi? Böyle bitirebilir miydi şiirini?!..
"Dedim ya, insan kendisinden de izler buluyor şiirde diye... Başka türlü nasıl olabilirdi ki?.. Tabiri caizse; 'kabuk' bağlamış bir 'Dünya'ya doğan insanlarız, nihayetinde! Ve 'zorunluluklar dünyasının insanlarıyız hala... Ateşliliğimiz devrimci olmamızdan gelen 'yaşam gücümüz bizim...
İşin 'sabırlı' olma yanı ise, zorunluluklar dünyasına ait... 'Sabırlı'lık neyle mücadele ettiğinizin ölçüsü; ateşli'lik ise nasıl mücadele ettiğimizin... Ateşliliğin doğasında 'sabırsızlık' da var. öyle olmasaydı eğer 'muhteşem bir mutluluğun kapısına' varmak düşlenemezdi... Ve düşlenemeyen gerçeğin insanlık için bir yol açabileceğine de tanıklık etmiş değil tarih...
'Sabırlı'lık ise gerçeğin özüne götüren bir şey. Belki de daha çok ya da 'ateşli'liğin közüne... Ateş közün düşüdür, yandıkça süren insanın özgürlülüğüdür... Demek ki şair, mutluluğu üretmenin yolunun, insanın 'dünyanın ölü kabuk'larını sabırla ateşe atmaya devam etmekte olduğunu biliyormuş. Ölüm soğuk bir şey, yaşam sıcak! Ve bu yüzdendir muhakkak, devrim hep en sıcak!..." (FE/Lİ/EÖ)
(*) Kandıra 2 Nolu T Tipi Hapishanesi