O gün, ağır bir gündü. Salonun içindeki ağır hava, O'nun kürsüdeki haykırışıyla boğazlarımıza yumruk oldu. "Çocuğum olmayacak!" İşkencede maruz kaldığı tecavüz sırasında rahmi yırtılmıştı. Doğuramadığını söyleyen kadın, kürsüdeki duruşuyla bir gelenek doğuruyordu.
22 Ocak'ta Ankara'da bulunanlar olarak Diyarbakır Cezaevi Gerçeği ile yüzleştik. Az buçuk bildiğimiz bir gerçeğin, daha önce konuşulmaya cesaret edilmeyen yönlerine tanıklık ettik.
Üç yıllık bir çalışma. Bu çalışma sırasında 462 kişiyle 850 saati bulan görüşmeler yapılmış. Yapılan görüşmelerin sonucunda 7 bin 500 sayfalık doküman oluşmuş. 7 bin 500 sayfayı yan yana dizsek bir köprü oluşur galiba. Biz Türkler için Sırat, Kürtler içinse Rahim Köprüsü. Geçenler geçmiş, geçmeyenler içlerinde yanan değerlerden habersiz.
Travma sonrası yaşanılanları anlatmanın nerdeyse imkânsız olduğunu kendimden bilirim. Sivas Katliamı ile ilgili bir soru soruldu muydu, kaçacak delik ararım. Anlatmak zor çünkü yaşadıklarına inanamıyor insan. Bizlere yaşatılanlar insanlık olgusunun sınırları dâhilinde değil. Almıyor akıl ve yürek. Anlatmak imkânsız da olsa, anlatmak zorundayız yüzleşmek için. Toplumsal ve bireysel barış için yüzleşmek şart.
Yüzleşirken de sadece kendi adımıza değil, işkencecilerimizin adına da yüzleşmeliyiz. Yoksa Yahudiler gibi içine kapalı, kendini şiddetle ifade eden toplumlara dönüşürüz. Diyarbakır Cezaevi'ndekiler yüzleşmişler. Araştırmayı yapana da, boğazlarına saplanan ağırlığı itekleyerek konuşan onca yoldaşlarımıza binlerce teşekkür etsek kâfi gelmez. Tarihteki en kıymetli yeri aldılar şimdiden.
Diyarbakır Cezaevi'nde uygulanan işkence yöntemlerinden en az cinsel şiddete dayalı işkence yöntemlerini konuştuk. "Nasıl anlatacaksın tecavüze uğradığını?" diye soruyordu görüşülen erkek tutsaklardan biri. Benliğimizi cinsel organımıza eşitleyen, bedensel çıplaklığı ruhsal çıplaklıkla bir tutan kültürde, yaşanılan taciz ve tecavüzü anlatmak zor. Zor olduğu kadar, işkenceciler için de önemli bir koz. İşkencenin amacı iradesizleştirmek. İradesizleştirmenin en kestirme yolu ise cinsel işkence.
Cinsel şiddetle mücadele sırasında, taciz ve tecavüze maruz kalan kadınların nerdeyse tamamında annelerine karşı bir öfke olduğunu fark ettim. Bu öfke dikkatimi çekti. Leyla Welkin ile yaptığım bireysel sohbetler sırasında, bu öfkenin sebebini sordum. Sebebi, annelik figürü ile açıkladı. Anne, onları koruması gereken bir figürdü. Anneleri tarafından korunamadıkları için öfkeliydiler. Anne figürü iyi analiz edilmediği ve anne ile iletişim kurulmadığı zaman, öfke kontrol edilemez bir hale dönüşüyordu. Aynı zamanda, analiz edilip barışılmayan anne figürünün oluşturduğu boşluk, başkaları tarafından kullanıma açık hale gelebiliyordu. Cinsel şiddete maruz kalan erkeklerde de, baba figürü olduğunu bilmiyordum. Diyarbakır Cezaevi Gerçeği Sempozyumu'nda şaşkınlıkla öğrendim.
Diyarbakır Cezaevi'nde cinsel işkence (makata yağlanmış cop sokulması, makattan çıkarılan copun yalatılması, makata yanan sigara sokulması, çıplaklaştırma, tutsakları birbirine karşı tecavüze zorlama, cinsel organa ip bağlanıp çekilmesi, cinsel organdan tutarak tutsağı havaya kaldırma vb. )maruz kalan erkek tutsaklar ilk başlarda çocuklaşmışlar. Cezaevi yönetimini baba figürü yerine koymuşlar. Baba figürüne yerleştirdikleri cezaevi yönetiminin koyduğu kurallara uyunca, işkencenin biteceğini sanmışlar.
İşkencenin bitmediğini, "Ya bedeninden, ya aklından vazgeç" mantığı ile devam ettiğini biliyoruz. Bedeninden vazgeçerek direniş sergilenmesindeki en önemli etkenlerden biri baba figürünün yer değiştirmesi. Kemal Pir, direnişiyle erkek tutsakların bilincinde 'direnen ideal baba figürü'ne dönüşüyor. Direnişin diğer etkenlerinden biri ise dayanışma. Bir başkasının yerine işkenceyi göze alabilen bir dayanışma.
Sempozyum sırasında Yrd.Doç.Dr. Nazan Üstündağ, Diyarbakır Cezaevi'nde uygulanan işkencelerin özünde, Kürtlerin Türk olarak yeniden doğurtulması olduğunu belirtti. Evet, Diyarbakır Cezaevi'nde bir doğum gerçekleşti. Ama planlanan doğumdan farklı. Kürtler, kendi Kawalarını doğurdu. Hûn bi xêr hatin dinê!* (ED/BB)
*İyi ki doğdunuz!
_____________________________________________________________
* Kemal Pir, 1952'de Gümüşhane'nin Torul ilçesine bağlı Güzeloluk köyünde doğdu. Liseyi Samsun'da bitirdikten sonra 1970'te Ankara'da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesine girdi. PKK'nin ilk çekirdek kadrosunda yer aldı. 1977'de Ankara'da tutuklandı. Ordu Ulubey Cezaevi'nden 1977'de firar etti. 1978'de yeniden tutuklandı. Gönderildiği Urfa Cezaevi'nden yeniden firar etti. 1980'de yakalanıp işkenceden geçirildi. Diyarbakır Cezaevi'ndeki baskıları protesto etmek için 14 Temmuz 1982'de açlık grevine başladı. Grevin 52. gününde, 7 Eylül 1982'de öldü.