Bilinen hikâyedir Kürtlerin “Melayê Meşhur” adını yakıştırdıkları Hoca Nasreddin ağaçtan düşer, acil müdahale için yetişenlerden her biri bir şey söyleyince hoca; “Bana ağaçtan düşen birini bulun, halimi ve ne yapılması gerektiğini en iyi o bilir” demiş.
İşin doğrusu Gezi Parkı’nda ağaçların kepçelerle sökülmeye yeltenildiği günlerde iş makinelerinin önüne dikilen halkın vekili Sırrı Süreyya Önder’i izleyip, sonrasında halkın giderek yoğunlaşan ve etki gücü İstanbul dışına taşan tepkisini gördüğümde ağaçtan nasıl düşülür ve “birkaç ağaç” nasıl siyasal iktidarın “felaketi” olur, onu gözlemledim.
Halkın gücünü ve ne yapabileceklerini hesaplamazsanız, sizi yüzde ellilerle iktidar yapan ve dualarla koltuklarınıza uğurlayanlar, gün gelir hiç beklemediğiniz bir anda koca meydanlarda hem de kandil günü size dua yerine beddua okuyabilir.
Son on gündür ülke “Gezi Parkı” meselesi ile oturup kalkıyor. Bu durum anlaşılır bir hâle tekabül ediyor. Halkı “güdülecek sürü” zihniyeti ile idare ettiğini sanan muktedirler, günü geldi sürü olmayı kabullenmeyenlerin başkaldırısı ile karşılaştı. Bu durum “Bıçak kemiğe dayandı” hareketidir.
Kendiliğinden birkaç “Çapulcu” ile başlayan birkaç ağacın sökülmesine karşı tepki hareketi bir anda ülke çapında eylemselliğe dönüşüverdi.
Eylemin sivil aktörleri işin başından itibaren siyasal partilerin ve tek bir siyasetin liderliğe soyunmasına izin vermediler. Sorumluluk ve aidiyet anlamında birkaç ağaç ya da başka türde, muktedirin yönetme ve uygulama gücü içinde uygulayageldiği siyasasına tepki koyanlar “Gezi Parkı” ekseni üzerinden muhalifliklerinin karşılığını; bolca gaz ve cop, elbette plastik mermi yiyerek göğüsledi / göğüslüyorlar.
Kürt siyasetinin örgütlü muhalif gücünü İstanbul eylemlilikleri içinde sıkça gören sol demokrat muhalefet, işin başından beri “Kürtler işin içinde bütün güçleri ile yer almalılar. Hatta başta Diyarbakır olmak üzere Kürt şehirlerinde benzer tepkiler büyük kitleselliklerle gösterilsin” diye yüksek sesle sanal ortamda isteklerini dillendirdiler.
Evet, Kürtler gerek Gezi Parkı eylemlilikleri içinde İstanbul’da, gerekse İstanbul dışında yer aldılar. Ama bu yer alış her zamankinin aksine farklı bir yer alıştı. Kürt siyaseti yeni bir siyasal sürece evirilmiş olmanın çarpıcı ipuçlarını verdi. Bunu anlayanlar ve doğru okuyanlar olduğu gibi, anlamayıp tepkisini yüksek sesle dillendirenler de oldu.
Kürt halkı ve Kürdistani mücadele açısından ucu açık bir “Barış ve Birlikte Yaşama Süreci” yürüyor. Elbette bu sürecin henüz hayli başındayız. Daha sürece dair ipuçları bile yeterince görülmedi. Yaz boyu, hatta sonbahara kadar sürecek gerilla güçlerinin “geri çekilme” süreci bütün olgunluğuyla sürüyor.
Bütün bu süreç içinde olası bir provokasyonda Kürtler iktidarla; yani ezcümle hükümet ve devletle karşılıklı olarak yürüyen sürecin provokatörü, tahripkârı olmak istemiyorlar. Bu gayet anlaşılır bir durumdur. Çünkü doksan yıllık cumhuriyet boyunca devlet ve siyasal iktidar bütünlük içinde bürokrasisi ve siyaseti ile kolkola, entegre olarak, Kürt siyasetini muhatap alıyor. Kürt siyaseti bu süreci doğru okumak ve aleyhine çevirmek, hatta amiyane tabiriyle iktidara “koz vermek” istemiyor bu gayet net ve anlaşılması gereken bir olgudur.
Ama aynı zamanda Gezi Parkı olayında olduğu gibi muktedirin insanı “yok sayan” tavrının da hiç de insani olmadığını, insani ve vicdani olmayan zulümkâr, baskıcı tavra direnmenin de hak olduğunu yüksek sesle dillendiriyor. Hatta dilendirmekle kalmayıp vekilleri ve temsiliyeti ile işi çatışmaya vardırmamak kaydıyla kitlesel varlığıyla da yer alıyor. Bunun da anlaşılması gerekir.
Hep söylendi! Bir kez daha dillendirmek zarar vermez. 1984 yılında PKK Eruh ve Şemdinli Baskınları’nı gerçekleştirdiğinde “Birkaç eşkıyanın işi” denmişti. Şimdi o “birkaç eşkıya”dan parlamenter temsiliyeti, belediyeleri, medyası, devasa örgütlü gücü ve en önemlisi koca halk gücüyle Kürtle masa başında hesap kesmeye çalışıyor devlet.
Peki, “Gezi Parkı” tepkisini dillendirenleri “Çapulcu” diye imleyenlerin, o “çapulcuları”n temsili gücünü daha istim üzerindeyken Başbakan vekilinin makamına kabul edip görüşmelerini nasıl açıklıyorlar doğrusu merak konusudur.
Unutulmamalıdır ki; muktedirlere başkaldıran ve hak talepkârlığını dile getirenler her daim resmi söylemle; “Eşkıya, Terörist, Çapulcu, Baldırçıplaklar v.b.” olarak dillendirilmişler. Ama tarih de zorba, zalim yöneticilerin değil, Eşkıya ve Çapulcu Teröristlerin yazdığı, yarattığı Karşı Tarih üzerinden bir yeniden muhalif tarih yazımını dünyaya faş etmiştir.
Bu sebeple “Eşkıya ve Çapulculuk” mu dediniz? Hay hay efendim! Ser sera ser çava. Yani Başım gözüm üstüne. (ŞD/NV)
Not: 08 Haziran 2013 Cumartesi (Bugün) Saat 14.30’da Antalya’da “Ula Fılle Hoş Geldin” kitabımın imza ve söyleşisi var. Kitabın kahramanı Udi Yervant Bostancı ile birlikte olacağım. Adres: Diyarbakır Tanıtma Kültür ve Yardımlaşma Vakfı Binası. Yenigün mah. 1042. Sk. Muratpaşa /ANTALYA