Duyarlı insanlarca da bilinebileceği üzere geçtiğimiz 1996 yılı içerisinde özellikle Güneydoğu'da yaşayanlar olarak, bölgeyle ilgili pek çok konuya parmak bastık. Bölgedeki meslek odalarının ve kitle örgütlerinin temsilcileri, örgütlü bulundukları kitlenin talepleri ve ilgi alanları doğrultusunda projeksiyonlar geliştirdiler.
Habitat'a varıncaya kadar çeşitli sunumlar yaptılar. Bizler de yine bu bağlamda bölgesel ağırlıklı olarak yine bölgenin ekonomik ve sosyal durumuyla ilgili belirlemelerde bulunduk.
Bu belirlemelere ana başlıkları ile kısaca değinerek geçmek istiyorum.
Bölge, belli merkezleri itibarı ile Cumhuriyetin kuruluş yıllarında nispeten eşit ve uygun koşullarda girdiği mecra'nın günümüze gelinceye kadar giderek gerisine düşmüştür.
Örneklemek istiyorum. 1927 yılında gerçekleştirilen Türkiye Sanayi Sayımı Envanterine göre Diyarbakır, 772 sanayi işletmesi ile, İstanbul'dan sonra Türkiye'nin ikinci önemli merkezi konumundadır.
Aynı sayımda bugünün önemli dokuma merkezi olan Bursa ancak üçüncü sırada yer alabilmektedir. Bugün iller sıralamasında Diyarbakır, kaynakları ve konumu itibarı ile hiç de hakketmediği ve sonuncu sıradaki iller arasında yer almaktadır.
1963 yılından bu yana Türkiye'de bölgeler arasındaki gelişmişlik farklılıklarını gidermek amacıyla hazırlanan Kalkınma Plânları, çözüm olur düşüncesiyle Kalkınmada Öncelikli Yöre uygulamalarını gündeme getirmiştir.
Kabul etmemiz gerekir ki Kalkınmada Öncelikli yöre politikaları bugün artık iflâs etmiştir. Bu politika tam zıddını Kalkınmada Ayrıcalıklı Yöre modelini ortaya çıkarmıştır.
Ülke kaynaklarının akılcı ve âdil kullanımıyla sanayileşmede yaygınlaşma yerine belli bölgelere yığılarak yoğunlaşma olayı ortaya çıkmıştır. Bursa-İzmit hattından başlayarak, İstanbul-Çorlu-Tekirdağ'a varan bir yarım ay şeklinde sanayi yatırımlarında yoğunlaşma buna canlı örnektir.
Devlet Plânlama Teşkilâtı (DPT) tarafından 1996 sonu itibarı ile "İllerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması" geçtiğimiz günlerde yayınlandı.
Toplam 76 ildeki istihdam, sağlık, sanayi, tarım, inşaat, altyapı, mali ve demografi göstergelerinden oluşan çok değişkenli endekse göre Türkiye'nin en hızlı gelişmişlik düzeyini ancak İstanbul, Ankara, İzmir, Kocaeli ve Bursa'dan oluşan beş il yakalamıştır.
Doğu ve Güneydoğu'nun da hemen tümüyle içinde yer aldığı toplam 44 il hem insani yaşam standartları açısından hem de ekonomik olarak geriliyor.
Yine bu araştırmaya göre fert başına milli gelir Siirt'te 1176 dolar, Hakkari ve Şırnak'ta 800 dolar, Diyarbakır'da 1485 dolar iken, Kocaeli'nde 6000 dolar, İstanbul, Bursa ve Tekirdağ'da 3000 dolar dolayında seyretmektedir.
İllerin sosyo-ekonomik gelişmişlik katsayılarına göre de Diyarbakır gerileyen il -0.614462 iken, İstanbul basamakları hızla tırmanan il +4.879015 olarak gözükmektedir. (Kaynak / Milliyet, Ekonomi sayfası. 25 Aralık 1996)
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ama bir gazete yazısının sınırları aşılacağından fazla uzatmak istemiyorum. 1997'den ne bekleyebiliriz, tartışmasını başlatmak istiyorum.
Bölge ekonomisinin arzulanan ağırlığına kavuşabilmesi için yatırım yapılmasının önkoşulu olarak hep bölgede yaşanan şiddet atmosferi gerekçe gösterildi. O hâlde soruna buradan başlamak yerinde olur.
Bunun içinde şiddetin yapısal köklerini ortadan kaldırmaya yönelik ortak zemin politikalarını geliştirmekle başlangıç yapmak gerekir. Bölgeden sağduyu sahibi insanların geliştirmeye çalıştıkları anlayışları kamuoyunun gündemine taşımalıyız.
Profesör William Ury, Zor İnsanla Diyalog çalışmasında, "Her insan ne kadar imkânsız olursa olsun tanınmak için derin bir ihtiyaç duyar. Onun bu ihtiyacını tatmin ederek, bir uzlaşma atmosferi yaratabilecek ortamı oluşturmak gerekir." diyor.
Bu anlayışı genişleterek çatışma içinde olan ve çözüm arayan toplumlara da uygulamak olanaklıdır.
Yine Amerikalı bir Profesör Charles Taylor, Çokkültürcülük adlı yapıtında aynı noktaya parmak basar. "Farklı olana 'müsâmaha' etmeyi, farklı olana 'katlanmayı' ifade eden, bu anlamda kültürel mensubiyet farklılıkları arasında eşitliğe değil, bir kültürün üstünlüğüne dayalı hiyerarşik yaklaşımı bünyesinde taşıyan 'hoşgörü' (tolerance) anlayışına karşı Taylor, "kültürel kimliklerin eşdeğer saygı esasına göre değerlendirilmesi"gerektiğini ileri sürmektedir. Yani özcesi toplumsal farklılıkların, farklılıklarını koruyarak var olabileceği bir demokrasi anlayışı geliştirmek gerekir.
1997 yılı Türkiye için Barış sürecine girme yılı olarak gündeme alınmalıdır. Barış sürecine girmek, Kürtler ve sorumluluk sahibi insanlar için oynanabilecek son siyasi kart, yine aynı sorumluluk anlayışı içindeki Türkler içinse, gerek ekonomide gerekse uluslararası siyasette faturası giderek ağırlaşan şiddet atmosferini bitirmeye çalışmaktır.
Bunun altyapısı oluşturulduğu takdirde Türkiye siyasetinin önü açılacak ve alabildiğine rahatlama sağlanacaktır.
İçinde yaşadığımız günlere gelindiğinde toplum olarak bedeli çok ağır ödenerek dozu düşürülen şiddet atmosferinin militer çözümü konusunda ısrar etmek, ülke genelindeki toplumsal güvensizliği ve korkuyu körükleyecektir.
Bu da çoğunluğun siyasetten uzaklaşmasını ve giderek kopuşunu beraberinde getirecektir. Bu kopuş süreci, barış için ödenecek bedeller konusunda ortalama insanlarımızın, ardından gideceği veya yerine göre destek sağlayabileceği siyasetçi tipini de ortadan kaldıracaktır.
Şu an bir dönüm noktasındayız. Bu ülke coğrafyasında yaşayan toplumlar arasındaki parçalanmayı başarıyla sürdürmeye çaba mı gösterilecek, yoksa bütünleşme için azami gayret mi gösterilecek?
Firdevsi'nin ünlü bir sözü var. "Ağacı kanla sulamayın, dalları sizden intikam alır." Toplumlar arasında kin ve nefret tohumlarını serpiştireceğimize, sevgi, barış ve hoşgörü için gayret göstermek gerekir. Bunun da yolu bir ilk adımdır. Bu adımı 1997 ile birlikte Türküyle, Kürdüyle insanlık adına niye atmayalım.
Unutulmasın ki, en uzun seyahat bir ilk adımla başlar.(ŞD/EZÖ)
* Not: Bu yazıyı, arşivime baktığımda 28 Aralık 1996'da yazdığımı ve Radikal Gazetesinin Forum sayfasında 4 Ocak 1997'de yayınlandığını fark ettim. Muş, Diyarbakır ve Bingöl üçgeninde 14 PKK'linin öldürülmesinden sonra 2006 Newrozunda Diyarbakır'daki Barış coşkusu yerini, yeniden şiddete bıraktı gibi. 10 Yıl önceki bir yazıyı yeniden paylaşmak istedim.