“Gezi Parkı Olayları” diye siyaset tarihimize geçecek özgün protesto süreci çok yönlü ve çok katmanlı bir olaylar zinciridir. Özgünlüğü, bu çok yönlülüğünden ileri gelmektedir. Başka zaman bir araya gelemeyecek siyasi ve sosyolojik grupların bir araya gelmesinin genel nedeni, Başbakan Erdoğan’a duyulan tepkidir. AKP hükümetinin kimi kararları ve özellikle Başbakan Erdoğan’ın bireyin yaşam alanlarına dair kısıtlayıcı, daraltıcı, hükmedici açıklamaları bardağı taşırmıştır. İşte Gezi Parkındaki ağaç ile başlayan bu protestolar zinciri, Gezi Parkındaki ağacın salt bir ağaç olmadığını göstermektedir.
O ağaç, bir birikimin patlamasıdır.
O ağaç, ‘yaptım, ettim, olsa da oldu, olmasa da oldu’ gibi nobranlıklara, efelenmelere bir öfkedir.
O ağaç sivil bir eylemdir.
O ağaç, çevreciliktir.
O ağaç demokrasi talebidir.
O ağaç, şehre sahip çıkmadır.
O ağaç, buyurgan dile, fütuhat anlayışına, despotluğa karşı çıkıştır.
O ağaç, kimi muhalif siyasi parti ve grupların, hükümete karşı siyaset üretmelerinin ve buradan bir fayda devşirmelerinin bahanesidir. Ancak siyaset de böyle bir şeydir zaten.
O ağaç, medyanın göbek bağı şemasının ve kendi kusmuğunda boğulmuşluğunun halidir.
O ağaç, Tayyip Erdoğan’ın anlayacağı dilden,“Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var” nidalarıyla padişahlarını Cuma selamlığından yolculayan şehir halkının seslenmesidir.
O ağaç siyasetin, ideolojinin ve sıradan bir tepkinin dışavurumu; yeşile ve şehre sahip çıkmanın ve o uğurda direnmenin bir simgesi; şehremanetine, şehrin gazcı zaptiyesine, apoleti saldırgan dilinde asılı valiye karşı çıkmanın sembolüdür.
O ağaç, nihayetinde Başbakan Erdoğan’a, ‘yeter artık’ demenin bir haykırışıdır.
Bugün monarşi yok.
Ancak monark halet-i ruhiyesi taşıyan bir başbakan var!
Başbakanın dili çok tehlikeli, zehirli, dışlayıcı, yıkıcı ve çatışmacı bir dil.
Sebebi ise, Başbakan Erdoğan’ın sorunlu demokrasi anlayışında yatmakta. Gerçekten de Başbakan, demokratik siyasetin en temel önermelerini ya bilmiyor ya da kendine göre yontuyor.
Örneğin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Demokrasi sadece sandık değildir” diyor ki, doğrudur. Ya Tayyip Erdoğan ne diyor: “Çoğunluk ne diyorsa, o olur. Milletin dediği olur”. Başbakan’ın söylediği de yanlış değil. Ancak bu söylem salt kendi boyutuna hapsedilirse, çok tehlikeli olur. Milletin sana oy vermeyen kısmı ne olacak? Siz yalnızca size oy verenlerin mi başbakanısınız?
Abdullah Gül, demokrasinin salt bir çoğunluk rejimi olmadığını söylüyor. Başbakan ise, demokrasiyi bununla sınırlıyor. Demokrasinin birçok temel özelliklerinden biri de, çoğulculuk rejimi olmasıdır. Yani azınlığın da haklarının korunmasıdır.
Başbakan her lafının başında “Millet ne diyorsa odur” diye söylenip duruyor. Başbakan Erdoğan, sanıyorum biliyordur ama hatırlatmakta fayda var; Almanya’da Nazi partisi, yani Hitler de seçimle, milletin çoğunluk oylarıyla iktidara gelmişti! Demek ki, çoğunluğun seçimi demokrasinin olmazsa olmaz bir koşulu olmakla birlikte, demokrasi için yeterli bir koşul değildir. Halkın çoğunluğuna dayanarak pekâlâ despotik bir yapı kurulabilir ki, bunun adına da siyaset biliminde plebisiter otoritaryenlik ve hatta plebisiter faşizm denilebilir.
Ben Başbakan Erdoğan’ın siyaseteni bu kavramlarla ifade etmiyorum. Ancak gidişatı da hayırlı görmüyorum. Ve zihniyetinin dışavurumunda, “tahta revan” bir gönül akışına sahip olduğu sıkça görülüyor! Kavuklu karikatürler, tevatürden ibaret olmasa gerek!
Bir başbakan düşünün; protesto gösterileri karşısında “Yüz bin toplanıyorsa, biz de 1 milyon toplarız. Biz kitlemizi zor tutuyoruz, sakin olun diyoruz” diyebiliyor. “Oraya cami de yapacağız” diyor.
Bu ne demek? Bu bölücülük, ötekileştirme ve kitleleri karşı karşıya getirme değil midir? Bu, Gezi Parkını yok ederek yerine AVM dikmeye karşı oluşan protestoları bastırmak için, camiyi kullanarak Şark kurnazlığı yapmak değil midir? Bu dil, barışa değil, çatışmaya hizmet eder. Ve ayrıca etik olarak da çok ayıptır!
Başbakan, Gezi Parkı gösterilerini doğru okuyamıyor!
Başbakan, ağacı, salt bir ağaç olarak görüyor!
Öyle gördüğü içindir ki, üç beş çapulcu diye çirkin laflar ediyor. Kendine her türlü muhalefeti küçümseyen, aşağılayan bir halet-i ruhiyeye sahip olması, tam da bir kibrin ve güç sarhoşluğunun işaretidir.
Başbakan, protestocular için sıkça, “Bunlar ideolojiktir” diyor. Bu eylemlerin elbette ideolojik boyutları var. Tıpkı Başbakan Erdoğan’ın bu süreci değerlendirmesinin de, bir ideolojik boyutu içermesi gibi.
Başka yerlerde tarihi eserler katledilirken bunları görmeyen ve tarih için çanak çömlek edebiyatı yapan Başbakan Erdoğan’ın, tarihsel bir mimari değeri olmamasına rağmen, Topçu Kışlası sevdasının altında yatan AVM düşü, salt bir rantiye yağması değil, aynı zamanda ideolojik bir ataktır!
Konu üzerine daha birçok açıdan birçok değerlendirmeler yapılabilir, yapılacakta.
Sonuçta o ağacı o parktan sökeceklerdi!
Ancak sökemediler!
Çünkü o ağaç, salt bir ağaç değildi!
Bir gün o ağacı yerinden sökebilirler!
Yine de o ağacın, salt bir ağaç olmadığını görecekler!
Ve ilerde bu şehrin tarihi, o ağaca yapılanlardan dolayı bunları şehri abat eden değil, berbat edenler olarak yazacak!
Çünkü o ağaç, salt bir ağaçtan ibaret değil. (HŞ/HK)