Ama, restorandaki atmosferi ve insanları görmek, bana her durumun başka bir boyutu ve ilişkisellik tarzı olduğunu gösterdi. Çünkü restoran insanlarla doluydu ve bunların çoğunluğu beyazlardan oluşuyordu ve ekmek reyonunda üzeri kekik tohumları ve zeytin yağına bulanmış Afgan Ekmeğine elimi uzatınca, aylardır medyadan bizlere yansıyan Afgan düşmanlığını düşündüm: Bu düşmanlık binlerce insanin ölümüyle sonuçlanmıştı. Yaşadığım bu bireysel anekdot üzerine söylenebilecek ve sorulabilecek binlerce şey olduğu ortada fakat burada yapmak istediğim sokaktaki insan, 'öteki', medya ve politika arasında nasıl bir ilişki aranmalı sorusuna odaklanmak.
İnsan kalabilmek...
Konumlarımızın, yada ne zaman sokaktaki insan, ne zaman 'öteki' olduğumuz veya olacağımızın durmadan değişip dönüştüğü günümüzde; bu ilişkiler bütününü sorgulamak aslında insan olarak kalabilmenin ön koşulu. Dünya içindeki konumlarımızı algılamamızda medyanın rolü şu günlerde tartışmasız görünmekte. Peki, TV ve basın aracılığıyla hayatlarımıza yansıtılan başka hayatlar hakkında ne hissetmemiz gerektiğini bizlere dikte eden politik güçler denetimindeki medya varken, insan olmayı nasıl koruyacağız?
Örneğin; bizler gibi Amerika'dan ve tabii aslında medyadan bize yansıtılan haberleri hep bir mesafe ile izleyen kişiler, aslında hiçbir zaman sokaktaki insanin sesini duyamıyoruz. Sesini duyamadığımız kişilerle ilgili belleklerimizde ki boş sayfaları doldurma görevi medyanın işi oluyor ve medya bu görevi büyük bir iştahla yerine getiriyor. Medyanın bu kadar hevesle yaptığı görevin sonucunda, bizler kestirme yoldan dokunamadığımız toplumlar ve olaylar hakkında önyargılı bilgilere sahip oluyoruz.
Aslında önyargılarımızın olması için illa ki çok uzaklara gitmek gerekmiyor çünkü sıradan bir Amerikalı da hiçbir zaman komşusunun sesini duymuyor yada duymak istemiyor, ya da biz başka ilde yaşayan toplumlara tamamen yabacıyız. Çünkü medya, hep İstanbul ve Ankara'yı konuşuyor, bir Bursalının ya da Kütahyalının yada Vanlının günlük hayat koşullarını kaçımız biliyoruz? Küçük dünyalarımız medyanın perspektifine teslim olmuş gibi görünüyor. Böylece, bizden uzak olan toplumlarla ilgili ne düşünmeli ya da oradaki sıradan insanların hayatları ile ilgili neyi bilmemiz gerektiğine yine medyanın patronları karar veriyor gibi. Böyle düşününce, sonuçta küreselleşmenin hayatlarımıza yansıması sadece medya ve büyük şirketler aracılığıyla gerçekleşiyor ve büyük firmalar, ki bunlara medya dahil, bizlere aktarılan her şey sıkı sıkıya kontrol ediyor görünmekte.
Öteki...
Medya aracılığıyla toplumlar arasında karşılıklı olarak yaratılmaya çalışılan sağırlığın ve aslında iletişim içindeki iletişimsizliğin en belirgin sonuçlarından biri; fabrikasyon olarak üretilen 'öteki'. 'Öteki' kimliğinin oluşturulması ve bir anlamda yeniden yenide üretilmesi, Bati medeniyetinin temel taşlarından biri olmakla birlikte kendini nasıl tanımladığının önemli bir göstergesi. Fakat burada önemli olan, bugün bize tepsi içinde sunulan ötekinin artık her şeyi ile tanımlandığı, kaşı gözü belli olan Orta-Doğulu Müslüman tip olduğudur. Ve daha da önemli olan, bu topolojinin terörist olduğudur!
Ama zaman içinde kısa bir yolculuk, öteki kavramının nasıl değişen bir yapısı olduğunu gösterecektir. İkinci Dünya savaşı öncesinde ve sırasında, Yahudilerin nasıl 'öteki' olarak tanımlandığı herkesin aklına gelecek ilk örnektir. İşte burada ortaya çıkan gerçek ise, medyanın egemenliğinin bu kadar acımasız olduğu çağımızda; siyahi ve beyazıyla bütün insanların medyanın gözünde her an ötekileştirilebileceğidir. Bu durum biraz da hepimizin kapitalizmin denetimdeki medya ve politik güçler için birer öteki olma potansiyeli taşıdığımıza işaret etmektedir. Kapitalizmin ırkı yoktur söylemlerini burada hatırlamak gerekiyor ve Japon firmaların Hollywood'un büyük şirketlerini satın aldıklarında Japon dostluğuna ilişkin yapılan filmlerin sayısına bakmak bu tezi doğrulamaya yeter sanırım. Kapitalizm rüzgarının nerden estiğinin ve kapitalist güçlerin kimin elinde olduğu ötekinin kim olacağı üzerinde tartışmasız bir etki olacaktır ve olmuştur.
Medyanın rolü
Yabancılaşma ve ötekileştirilme kavramlarının ve öznelerinin bu kadar hızla değiştiği ve hepimizi kucaklayıp kuşattığı günümüzde; bu kavramların üretilmesinde medya baş rolü oynuyor. Amerikan hükümetinin, Afgan insanların kafasına bomba yağdırmasını sessizce ekranlar karşısında hepimiz izledik ve aslında biraz da zaten bu ülkede yıkılacak birey kalmamış rahatlığıyla seyrettiğimiz sortiler her gün televizyonlardan dakika dakika yayınlandı. Ağaçsız kıraç dağlardan ve çorak topraklardan başka bir yerini göremediğimiz kahverengi Afganistan, Amerika'da bir dükkanda ekmek olarak karşıma çıkınca şaşırmaktan ve heyecanlanmaktan kendimi alı koyamadım. Demek -cahilliğimi bağışlayın- Afgan toplumu aslında ekmek üretecek ve üzerine zeytin yağı ve kekikle süsleyebilecek bir toplummuş! Durum böyle olunca, göremediğimiz bilemediğimiz başka neler olduğunu sormak yersiz kalıyor. Bilgiye ulaşmak kolaylaştıkça edindiğimiz bilginin ve bize sunulan haberlerin kalitesi ve ideolojik arka planı daha acımasız bir şekilde tekeller tarafından kontrol ediliyor.
Medyanın büyük ağabey gözündeki süzgeçlerden bizlere süzülmeyen başka toplumlarla ilgili binlerce gerçek olduğu açık. Bunun ötesinde, bu toplumların yaşamları ve insanları hakkında neler bilmemiz gerektiğine ve neler hissedeceğimize de son tahlilde büyük abilerimiz karar vermektedir. Peki, kafalarımızda ki bu örümcek ağlarını nasıl temizler ve sesini duyamadığımız insanlarla nasıl iletişime geçeriz sorusuna her zaman ve her bakış açısından farklı cevaplarlar bulmak mümkün. Fakat benim dileğim, Afgan ekmeğine ulaşmanın kolaylığını insanlara dokunmakta ve kendimizi onlara duyurmakta da yaşayacağımız günlere erişmektir!..(SD/EK)