Belki duydunuz belki duymadınız; 7 Aralık günü Ankara, Adana, İstanbul, Eskişehir ve İzmir'de kadınlar eşzamanlı olarak hem Ankara Adli Tıp Kurumu , hem de İstanbul Adli Tıp Kurumu hakkında suç duyurusunda bulundu.
Televizyon haberlerine biraz kulak kabartanlar, gazetelere azıcık göz atanlar için bu haber çok da şaşırtıcı değil. Zira, özellikle tecavüz davalarında peşi sıra verdiği raporlar ile kamuoyunda infial yaratan ve Cumhurbaşkanı Gül tarafından, hakkında inceleme yapılması için Devlet Denetleme Kuruluna talimat verilmiş bir garabet söz konusu olan.
2005 yılında yapılan Türk Ceza Kanunu değişikliği ile birlikte Adli Tıp Kurumu, muhtemelen hiç de arzu etmediği bir şekilde, tecavüz davalarında, tecavüzcüden sonra gelen, aktör oldu. 2011 yılına kadar, binlerce tecavüz davasında Yargıtay'ın, hiçbir yasal dayanağı olmamasına rağmen, cinsel saldırıya maruz kalan kişinin ruh sağlığının bozulup bozulmadığı hususunda alınacak raporlarda gösterdiği, tek adres İstanbul Adli Tıp Kurumu'ydu. Örneğin, kamuoyunda "kasklı sapık" olarak bilinen Ş.Ö. hakkındaki davalarda dahi Yargıtay, mahkemelerin mahkûmiyet kararlarını çoğunlukla İstanbul Adli Tıp Kurumu'ndan rapor alınmaması gerekçesiyle bozdu. (1)
Türkiye'nin dört bir yanında, feministler, kadın örgütleri yıllarca, Yargıtay'ın bu uygulamasını, tecavüze maruz bırakılan kadınları çocukları tekrar tekrar travmatize eden İstanbul Adli Tıp Kurumu'nun raporlama sürecini ve raporların geç gelişini muhtelif eylemlerle, basın açıklamaları ile protesto etti.
Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesinde dört yıl süren bir toplu tecavüz davasında yaşananlar ise, bu sefer kadınları Adli Tıp Kurumu hakkında suç duyurusunda bulunmaya sevk etti.
2008 yılında başlayıp 2012 yılının Eylül ayında biten toplu tecavüz davasında, tecavüz sanıkları tıp doktoru K.D.S., resim öğretmeni E.G. ve sosyal hizmet uzmanı aynı zamanda internet cafe işletmecisi U.K. isimli üç erkek. Tecavüze maruz bırakılan ise bir kadın.
Kadın, 2008 yılında bir akşam arkadaşı olan tıp doktoru K.D.S.'nin daveti üzerine onun evine gider. Evde E.G. ve U.K. vardır. Kendisine ikram edilen iki kadeh şarabı içer ve sonrası; yok.
Ertesi günü uyandığında konuşamaz, motor hareketlerini kontrol edemez ve akşam neler olduğunu hatırlayamaz haldedir. Zar zor eve gider. Ev arkadaşları yüzünde, konuşmasında ve yürümesinde bir tuhaflık olduğunu farkedip kadını savcılığa gitmeye ikna eder. Kadın hala içkisine katılan ilacın etkisi nedeni ile kalem dahi tutamadığı için, şikayet dilekçesini arkadaşları yazar, kendisi zar zor imzalar.
Şikayet dilekçesinde tek bir suç isnadı vardır: "İçkime ilaç katıldı."
Savcı sorgu alırken "sana tecavüz ettiler mi" diye sorar, kadın "bilmiyorum" diye yanıtlar. Savcı, kadını, "sperm ve ilaç araştırılması" için Ankara Adli Tıp Kurumu'na sevkeder. Sperm örneği aramakla görevlendirilen Ankara Adli Tıp Biyoloji İhtisas Dairesinden, "sperm örneği bulunduğuna" dair rapor gelir. Kadın, içkisine ilaç katıldığı gece, tecavüze maruz bırakıldığını, bu raporla öğrenir.
Savcı tarafından uyutucu madde taraması yapmakla görevlendirilen Ankara Adli Tıp Kimya İhtisas Dairesi ise, kendi disiplinine aykırı olarak, idrar örneği alması gerekirken, kadından yalnızca kan örneği alır. Ve aldığı kan örneğini de, tek bir yöntem ile analiz ederek, toksikoloji raporunu Savcılığa gönderir. Rapora göre: "Kan Tahlilinde Uyutucu Madde Bulunamamıştır".
Kadının avukatları, Ankara Adli Tıp Kimya İhtsas Dairesinin raporunun eksik ve hatalı olduğu gerekçesi ile rapora itiraz eder. Mahkeme, hem kadının ruh sağlığının bozulup bozulmadığının tespiti, hem de avukatların itirazı doğrultusunda toksikoloji raporu hazırlanması için dosyayı İstanbul Adli Tıp Kurumuna sevk eder.
İstanbul Adli Tıp Kurumu, mahkemenin dosyayı kendisine sevk etmesinden tam iki yıl sonra kadının "ruh sağlığının bozulduğuna" dair raporu gönderir. Ama, o da ne, İstanbul Adli Tıp Kurumu, toksikoloji raporunu hazırlamayı unutmuştur!
Dosya tekrar İstanbul Adli Tıp Kurumuna gönderilir. İstanbul Adli Tıp Kurumu, incelemesini yapar ve raporunu nihayet mahkemeye gönderir. Rapora göre, Ankara Adli Tıp Kurumu, ilaç yardımı ile işlenen cinsel saldırı vakalarında özellikle GHB maddesinin (gamma- hydoxybutyrate) aranması gerekirken, bu maddeyi aramamıştır. Kadından idrar örneği almadığı için kandan atılan, ancak idrarda bulunabilmesi mümkün olan maddeleri tespit edememiştir. Kullandığı yöntem yetersiz olduğu için sersemlik haline yol açan bütün maddeleri değerlendirmemiştir.
Tek bir cümle ile ifade edersek, İstanbul Adli Tıp Kurumu, Ankara Adli Tıp Kurumuna açıkça "Aramazsan, bulamazsın!" demektedir. Bu rapor ile İstanbul Adli Tıp Kurumu, Ankara Adli Tıp Kurumunun görevini ihmal ettiğini adeta ifşa etmiştir.
Gelgelelim, İstanbul Adli Tıp Kurumu da, Ankara Adli Tıp Kurumunun görevini ihmal ettiğini ifşa eden raporunu, dosyanın kendisine sevk edilmesinden neredeyse dört yıl sonra Mahkemeye göndermesi nedeni ile görevini ağır bir surette ihmal etmiştir.
Mahkeme bu yılın Eylül ayında, İstanbul Adli Tıp Kurumunun raporuna yıllar sonra kavuşmanın heyecanından olsa gerek, delilleri değerlendirmeksizin, tecavüz sanıkları hakkında "delil yetersizliğinden" beraat kararı verdi. Tecavüz sanıklarının beraat etmesi üzerine, davanın yıllar sürmesinde ve sanıkları beraate götüren süreçte ağır ihmali olan Ankara ve İstanbul Adli Tıp Kurumları hakkında, kadınlar, suç duyurusunda bulundular.
Tecavüz sanıklarının yargılandığı dosya şu anda temyiz aşamasında. Yargıtay, temyiz incelemesi neticesinde, İstanbul Adli Tıp Kurumunun raporları ve diğer tüm delillerin varlığına rağmen tecavüz sanıklarını aklayan Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesinin kararını bozar ve tecavüz sanıkları nihayetinde mahkum olur mu, bilinmez.
Ancak, açık olan bir husus var ki, o da, Adli Tıp Kurumunun ağır ihmali sonucu, tıp doktoru, resim öğretmeni ve sosyal hizmet uzmanı olan tecavüz sanıklarının beraat etmesi nedeni ile, hiç değilse Türkiye'nin, hiç olmazsa AİHM nezdinde mahkum olacağını öngörmek için müneccim olmaya gerek olmadığı.* (EP/ÇT)
*2012 yılının Mayıs ayında yayınlanan AİHM raporlarına göre, Türkiye, 1959-2011 yılları arasında AİHM'nin verdiği mahkumiyet kararlarında, 47 ülke içerisinde birinci sırada yer alıyor. Türkiye aleyhine verilen ihlal kararları arasında en çok ihlal edilen hakların başında ise yüzde 33 ile adil yargılanma hakkı geliyor. Adil yargılanma hakkı ile ilgili başvuruların yüzde 13'ünü ise yargılamanın uzunluğu ile ilgili şikâyetler oluşturuyor.
(1) Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen bir Ş.Ö. davasında, Yargıtay 5. Ceza Dairesi, mahkemenin verdiği mahkumiyet kararını yine İstanbul Adli Tıp Kurumundan rapor alınmadığı gerekçesi ile bozmuş, 7. Ağır Ceza Mahkemesinin mahkumiyet kararında direnmesi üzerine, Yargıtay Ceza Genel Kurulu, cinsel saldırıya uğrayanların ruh ve beden sağlığının bozulduğuna dair raporun, üniversite hastanelerinden de alınabileceği yönünde karar verdi. Ancak üniversite hastanelerinden alınacak raporun, Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas dairesinde yer alan kadın hastalıkları ve doğum, üroloji, ruh sağlığı ve hastalıkları, çocuk psikiyatrisi ve çocuk cerrahisi uzmanlık dallarından oluşan bir heyet tarafından verilmesi şartı getirdi. Bu doğrultuda, artık üniversite hastanelerinden alınan raporlar da, yeterli hale geldi.