İki yıl önce, Diyarbakır Barosu'nun kentteki tarihi Dört Ayaklı Minareye yapılan saldırıyı protesto etmek için yaptığı basın açıklamasının ardından Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi katledildi. Gündüz saat 10.53’te.
Katledilmeden iki gün önce, 26 Kasım'da Twitter’dan şöyle yazmıştı: “Diyarbakır'ın simgelerinden Dört Ayaklı Minarenin ayaklarına silahlı SUIKAST...” İşte tam orada basın açıklaması yaparken, o minarenin ayaklarına isabet eden kurşunlardan canı yanan, yani taşın bile “yaşama hakkını” savunan, taşın aldığı kurşun yarasının acısını yüreğinde hisseden Tahir Elçi katledildi.
İki yıl önce kimi kaybettik biz?
“Oluk oluk akan kanlarımızda duş alma” fantezisi kuranların iktidarı biz’lerden kimi aldı? Bir dostumuzu, yoldaşımızı, avukatımızı aldılar biz’lerden. Bir barış insanını, halkların kardeşliğinden yana olan, savaşsız ve sömürüsüz bir ülke özlemini duyan, zulme karşı sözünü kuşanan, özgürlük ve demokrasi için yorulmadan mücadele eden bir iyi insanı aldılar biz’lerden.
Son basın açıklamasında ne diyordu Tahir Elçi: “Biz Diyarbakırlılar olarak Diyarbakır barosu olarak tarihi değer ve eserlerimize insanlığın bin yıllık emeğine birikimine bu kadim şehre sahip çıkalım. Biz buradan çağrı yapmak istiyoruz. Biz bu tarihi bölgede birçok medeniyete beşiklik etmiş ev sahipliği yapmış bu kadim bölgede insanlığın bu ortak mekânında silah, çatışma, operasyon istemiyoruz. Savaşlar, çatışmalar, silahlar, operasyonlar bu alandan uzak olsun diyoruz.” Devletin tedhişte tavan yaptığı bir dönemde sadece insanın değil, yaşama dair ne varsa onun hakkını savunuyor barışın elçisi. İnsanlığın en barbar icadını, savaşı, öldürmeyi mahkûm ediyor. İşte tam da bu yüzden iktidarlarını ayakta tutmanın sadece kanla, gözyaşıyla, öldürmeyle, insana dair iyi ve güzel olan ne varsa onu yok etmekle mümkün olduğunun farkında olan muktedirler barışın elçisini ırkçıların önüne atıyorlardı.
Hafızası nisyan ile malul olanlara tekrar tekrar hatırlatalım. Tahir Elçi, tıpkı yüzyıllar önce Galileo’nun bilimsel bir gerçeği dile getirdiği gibi bir gerçeği dile getirdikten sonra linçe uğramıştı. Tahir Elçi’nin dile getirdiği gerçek, sosyolojide karşılık bulan bir gerçekti. Neydi dile gelen o gerçek: “PKK terör örgütü değildir. Bazı eylemleri terör niteliğinde olsa bile, PKK silahlı siyasal bir harekettir.” Tahir Elçi, beğenin ya da beğenmeyin, katılın ya da katılmayın, sadece ve sadece bir düşünceyi dile getirmişti. Bir insanın doğru olduğunu düşündüğü bir görüşü dile getirmesi temel bir insan hakkı olan ifade özgürlüğüne dâhil değil miydi? Dile getirdiği düşünce devletin, iktidar partisinin ve toplumun ekseriyetinin resmi ideolojisiyle uyuşmayan bir düşünceydi, yani bu ülkede en tehlikeli olan şeylerden biri. Bu yüzden devletin/iktidarın temellerini sarsıyordu.
Tahir Elçi lince rağmen tarihe şu notu düşüyordu: “Ben anayasada ve uluslararası sözleşmelerce de garanti altına alınan ifade özgürlüğümü kullandım. Bu hakkımı kullanırken resmi görüşün veya ultra milliyetçi bir siyasi partinin mesele ve olguları ifade ve tanımlama biçimine uymak zorunda değilim. Bu ifade ve tanımlama biçimim iktidarı ve toplumun bazı kesimlerini rahatsız edebilir. Hatta sarsabilir. Zaten ifade özgürlüğü bunun için vardır. Ben bu derece ağır bir meselenin merkezinde yaşayan ve çok önemli bir meslek örgütünün başında olan bir sivil olarak, kendimi özgürce ifade edemeyeceksem resmi ve belli bir siyasi anlayıştan farklı bir görüş veya yorum ifade edemeyeceksem bu kadar tarihi ve toplumsal meseleyi nasıl çözeceğiz?” İşte ifade özgürlüğünün tam olarak ne olduğunu ve de nasıl olması gerektiğini enfes bir şekilde dile gelişi.
Sahi özellikle son iki yıldır yaşadığımız onca acıya, kötülüğe rağmen sevgili Tahir Elçi’nin barış umudunu haykıracak kadar barışa inancımız kaldı mı? Kavgaların silah ile değil söz ile yapıldığı bir ülke özlemi hala diri mi yüreğimizde? Sadece insanın değil, hayvanın, ağacın, suyun, toprağın, taşın yaşama hakkını Tahir’ce savunabiliyor muyuz? (HÖ/AS)
* Hüsnü Arkan’ın Tahir Elçi için yazdığı Tutuşsun adlı şarkıdan.