8 Mayıs sabahı birinci müdüre çıkıp da, tahliye haberini aldığım günden bugüne hayli zaman geçti. Bilmem tahliyenin ilk günlerinde insanın kendisini sudan çıkmış balık gibi hissettiğini bilir misiniz!
Bir yanda ardınızda bıraktıklarınız, dostlarınızın demir parmaklıklar, beton duvarlar arasında kaldığını bilmenin iç burkan sızısı.
Diğer yanda sokakları adımlayacak olmanın, sevdiklerinizle telefon ahizesi ve bir saate sıkıştırılmamış bitimsiz sohbetler yapabilecek olmanın sevinci.
Nereden baksanız garip bir duygu!
Gebze Hapishanesi'nin ana kapısından adımımı dışarı atıp da sevdiklerimle kucaklaştığım andan itibaren, yıllar boyunca mahpusluk hayatımın her şeyini paylaştığım dostlarımı hep yanımda taşıdım.
Öyle sanıyorum ki, bu durum tüm hapishane kapılarının sonuna kadar açıldığı ve onlarla kucaklaşacağım ana kadar devam edecek!
Gördüğüm, dokunduğum her güzellikte yanıbaşımdaydı her biri.
Her güzelliğe biraz da onların gözüyle bakmaya, onların teniyle dokunmaya çalıştım.
Gözüm arkada, İstanbul'la vedalaştığım gün, onlarla da “vedalaştım”.
Hepsini yüreğimin bir köşesine sıkıştırıp, uzak diyarlara doğru yol aldım.
Çıktığım bu uzun yolculukta ilk durağımın annem olmasını istedim.
Çünkü, Yargıtay sürecinin sonuçlanması uzun sürebilir ve 4 Kasım 2013 gecesi İstanbul 10. ACM'nin kırdığı kalemi Yargıtay da kırabilir, işledikleri hukuk cinayetini onaylayabilir.
Ve bir daha ardımda bıraktığım sevdiklerimi görmem mümkün olmayabilirdi.
Bu nedenle önce anneme gittim, onunla vedalaştım...
Sonrası gerilimli bir bekleyişe eşlik eden ve memleketin kentlerine açılan uzun, çok uzun yolculuklarla devam etti.
Vardığım noktada haber beklerken, yolculuk anında Türkiye gümrüğünü atlayarak geçtiğim süreç, beni hapishanede mektup ve görüşçü bekleyen tutsakların bekleyiş hallerine götürdü...
Ve oracıkta bu bekleyişin çok daha zor, boğucu ve gerilimli olduğu fikrine ulaştım.
Yolculuk esnasında saatimin akrep ve yelkovanının önüne bir barikat kurulmuş gibi yavaş ilerlemesinin yarattığı sıkıntıyı, öyle sanıyorum ki hayatım boyunca hiç tatmadım.
Ne zamanki, hadi geçmiş olsun diyip de başımda sallandırdıkları Demokles'in kılıcından kurtulduğum haberini verdiler.
O zaman bir oh çekip, uzattıkları kadehi alıp, hep birlikte “özgürlüğe” kaldırdık.
İlk durakta ise, günlerdir merak içerisinde benden haber bekleyen sevdiklerime güzel haberi verdim.
Artık özgürdüm!.
Verilen tüm sözlere rağmen “ya Yargıtay cezayı onaylarsa” diye özgürlüğümü kısıtlayan her şeyi ardımda bırakmıştım.
Beklemediği anda telefonu çalan Akocan, ablam Şengül, yeğenim Belgin ve ardımda bıraktığım günler boyunca benden haber bekleyen annem, sevdiklerim.
Bu müjde karşısında yıllardan beri her birinin bir başka rahatlıkla nefes aldığına şahit oldum.
Sonra mı?
Akocan'la ve yurtdışındaki tüm yakınlarımla buluşma anını cümlelerle tarif etmem hakikaten çok zor.
O anda ayaklarım yere basıyor muydu, yoksa kollarımı iki yana açarak uçuyor muydum ayırdında değilim.
Ancak bildiğim tek şey yıllar sonra yakaladığım tarifsiz bir mutluluktu!
Burada da ilk işlerimden birisi elbette tutsaklığım ve bir hukuk cinayetiyle sonuçlanan dava dosyası nedeniyle benimle dayanışma içerisinde olan tanıdığım, tanımadığım herkese teşekkür etmek oldu.
Elbette bu fasıl henüz tamamlanmadı.
Ayağımın tozuyla, önce Rtlnl4 televizyonundan Silvia Brens ile ilk röportajımı yaptım.
Silvia geçen yıl o lanetli gecede Çağlayan Adliyesi'nin önünde karar açıklanıncaya kadar beklemiş ve uğratıldığımız hukuk cinayetinin haberini yapmıştı.
Haberi duyanların mesajlarından aldım sevinçlerini.
Ertesinde Hollanda Gazeteciler Sendikası (NVJ) nin gerçekleştirdiği bir toplantıya konuşmacı olarak katıldım.
Ortadoğu'da muhabirlik yapmış üç meslektaşımla birlikte tehlikeli alanlarda gazetecilik yapmanın sorunlarını paylaştık.
Kendi öykümü anlattım salonu dolduran meslektaşlarıma.
Ardından farklı gazeteler için röportajlar yapıldı.
Ve ilk haberimi aynı gün göndermeyi başaramasam da 1 Kasım Kobane gününde,
Den Haag'da toplanan, seslerini ve yüreklerini birleştiren değişik uluslardan kişi ve kurumların eylem haberiyle yaptım.
Önümde ömrümün geri kalanını planlama işi var.
Üç gün önce o lanetli günün, 4 Kasım'ın yıldönümüydü.
Bu defa dışarıdan, çok uzaklardan, gurbetten yazılarımla birlikte olacağız.
Nereden, nereye öyle değil mi?
Şimdi bir başka iç ferahlığıyla, yeniden "merhaba" demenin tam zamanı! (FE/HK)