Babam güzel bir babadır. Biz küçükken, şehirde bir çocuğun ilgisini çekecek ne kadar şey varsa tuttu elimizden hepsine götürdü. Tiyatro, sirk, müze, konser, park, bahçe… Seçtiğim meslekte babamın katkısı bol.
Yaşı bana yakın olanlar hatırlar, Hürriyet Çocuk Kulübü vardı zamanında. Üye olurdunuz, size kart gönderirlerdi; üstünde kelebek olan isminizin, soyadınızın yazdığı sarı bir üye kartı.
Hiç unutmuyorum; bir Pazar günüydü, kahvaltı ediyoruz ailecek. Babam dedi ki; sizi (abimle, ben) bir yere götüreceğim ama sürpriz. Her hafta sonu babasının onları gezmelere götürdüğü biz bebeler için şaşırtıcı değildi ama sürpriz olması çok heyecan vericiydi. Hemen güzel güzel giyindik, babam üyelik kartlarımızı almamızı hatırlattı, arabaya bindik. Yol boyunca, sinema mı, tiyatro mu, dans eden ışıklar mı, fışkıran sular mı diyerek babamı daralttık. O ise her defasında “sürpriz” deyip gülümsüyordu. Devasa bir çadırın önünde durduk. Her yer çocuk doluydu. Kapıda üyelik kartlarımızı gururla gösterip içeri girdik.
Çadır o kadar büyüktü ki zaten minik olan bizler, daha da küçülmüştük. Hayranlıkla etrafa göz attığımı hatırlıyorum. Yerimize oturduk, bir süre sonra ışıklar loşlaştı, sahnenin ortasında duran koltuk aydınlandı. Birinin koltuğa doğru yürüdüğünü gördük ve bir şen kahkaha duyduk.
Evet, o Adile Naşit’ti.
"Hoş geldiniz kuzucuklarım" dediğinde, yüzlerce çocuk bir ağızdan hoş bulduk dedik deli neşesiyle.
Adile Naşit’i o kadar yakından görmek kalbimi durduracak kadar heyecanlandırmıştı beni.
Başladı bize masallar okumaya. Sahneye koltuk numarası vererek çocukları davet ediyor, onlarla sohbet ediyordu ev ve okul hayatı hakkında. Oturduğum yerden sürekli dua ettiğimi hatırlıyorum beni de çağırsın diye. Dua defterini o gün orada kapamış olabilirim. Hayatımın en güzel günlerinden birini yaşamıştım o gün.
Adile Naşit’in öldüğü günü de çok iyi hatırlıyorum. Daha önce hiçbir yakınımı kaybetmemiştim, ölüm hakkındaki bilgim bir hasta serçe ve bir japon balığından ibaretti ve duyduğumda günlerce ağlamıştım. Bir kuşak için Adile Naşit’in yeri bambaşkadır. O nesle mensup şanslılardansanız, ne mutlu…
Adile Naşit, asıl adıyla Adela Özcan 1930 yılında tuluat ustası Naşit Bey ve kanto sanatçısı Amelya Hanım’ın ikinci çocukları olarak İstanbul’da doğmuş. Abisi ise bildiğiniz üzere, Selim Naşit Özcan. 14 yaşındayken babasını kaybeden Adile Naşit, aynı yıl Şehir Tiyatroları’nın Çocuk Birimi'nde oynamaya başlamış. Ardından Muammer Karaca Tiyatrosu ve o dönem eşi olan Ziya Keskiner ve abisi Selim Naşit’le birlikte kurdukları Naşit Tiyatrosu’nda, Gazanfer Özcan-Gönül Ülkü Tiyatrosu’nda onlarca oyunda sahne almış. Bir dönem revaçta olan müzikallerin de aranılan oyuncusu olmuş. Egemen Bostancı ve Haldun Dormen tarafından sahneye konan, müzikleri Melih Kibar’a ait Hisseli Harikalar Kumpanyası bunların en ilgili çekeni.
Adile Naşit, daha önceleri de ufak rollerde oynamasına rağmen, 70’li yılların başından itibaren sinemada çokça boy göstermeye başlamıştır. Yönetmenliği Atıf Yılmaz’a, senaryosu Umur Bugay’a ait “İşte Hayat” filmindeki performansıyla, 1976 yılında Altın Portakal’da En İyi Kadın Oyuncu Ödülünü almıştır. Adile Naşit, o yıllardan itibaren özellikle Ertem Eğilmez ve Kartal Tibet’e ait aile-komedi filmlerinin vazgeçilmez tatlı annesi rolleriyle karşımıza çıkar. "Sev Kardeşim"in Mesude’si, "Oh Olsun"un Annesi, "Canım Kardeşim"in öğretmeni, "Hababam Sınıfı"nın Hafize Ana’sı, "Tosun Paşa"nın Adile Hanım’ı, "Süt Kardeşler"in Melek’i, "Gülen Gözler", "Aile Şerefi", "Neşeli Günler"in Annesi, "Sultan"ın Ebe Hatice’si gibi çoğumuzun ezbere bildiği filmlerle gönlümüze taht kurmuş şahane oyuncu, şefkat dolu gözlerin sahibi Adile Naşit’in masalcılığa başlaması ise biraz trajik bir hikayeye sahip.
1950 yılında, kendi gibi tiyatrocu Ziya Keskiner’le evlenen Adile Naşit’in 1952 yılında, ismini Ahmet koydukları bir oğlu olur. Ahmet 8 yaşındayken rahatsızlanır ve kalbinde delik olduğu ortaya çıkar. 1966 yılında girdiği kalp ameliyatından sonra daha da rahatsızlaşır ve komaya girer. Bir daha da uyanamaz…
Bu esnada Adile Naşit, Gazanfer Özcan ve Gönül Ülkü’yle birlikte İzmir’de turnededir. Haberi aldığı akşam oyunu vardır ve yine de sahneye çıkar ve oyununu oynar. Ahmet’inin öldüğü gün olan 17 Haziran, aynı zamanda Adile Naşit’in doğum günüdür. Çocuğunun ölümünden sonra kendini çocuklara adayan Adile Naşit, 1980 yılında, hepimizin aklının en manzaralı köşesine oturan masalcı teyze olarak Uykudan Önce programına başlar. 1987 yılında bağırsak kanserinden vefat edene kadar da masalcılığa devam eder. Bize birbirinden şahane onlarca film, müzikal, masal, gülerken hoplayan göbek, şefkatli gözler, iyi niyet ve neşe bırakır…
Adile Naşit gülüşü gibi günleriniz olsun. (GP/HK)