Haber moda dünyasını adeta çalkalamıştı: Gezegenin ticaret devlerinden Adidas’ın yeni Co-Ceo’su bir zamanlar mevzubahis şirkette konfeksiyon tezgâhında çalışmış bir işçiydi. Aynı zamanda sendika başkanı da olan “Vay Ya Nak Phoan” beynelmilel şirketin Sosyal ve Çevresel Sorumluluklar Stratejisti ilan edilmişti.
“İmkânsız Hiçbir Şeydir”( Impossible is nothing) sloganını gururla taşımakta olan Adidas’ın Berlin Moda Haftası sırasındaki alternatif etkinliği tam da bu imkânsızı bir kez daha alt etmiş olmanın haklı gururuyla taçlanıyordu.
Malum haftanın ilk akşamında organizasyon tıkır tıkır işledi; gene Adidas’ın favorilerinden “Oyuna sahip ol”, “Hakikate sahip ol” şeklinde etkinliğe uyarlandı ve sansasyonel lansman büyük bir heyecan içinde başladı.

“Giygerçeği Tavırları” (Realitywear attitude) başlığı altında takdim edilen iddialı koleksiyon fazlasıyla provoke ediciydi. Kreasyonların çoğu sanki eski Adidas ürünlerden ileri dönüşüme tabi tutulmuş, fakat estetik kaygılarla tekrar eskitilmiş, kirletilmiş, hatta parçalanmış kumaşlardan oluşuyor ve çevreci mesajın “Allah’ını” veriyordu. Defilenin sunucusu da Neoliberal Kapitalizme giydirdikçe giydiriyor, emekçilerin haklarından, giyim sektörünün çevreye verdiği ağır zararlardan bahsettikçe şirketin imajı sanki aksine aklanıyordu.
Aslında mankenlerin hali de pek hal değildi ya, neyse… Kiminin kafasında kocaman bir bandaj, kiminin yanağında deri dağlanarak oluşturulmuş Adidas logosu, kiminin üzerinde tuvalet iznine çıkamamış hamile işçinin sidikli eşofmanı…

“Hm… aslında çok beğendim!”
Defileden daha çok şiddetli, hatta öfkeli bir performansı andıran tanıtım sona erdiğinde mikrofon uzatılmış bazı seyirci gençler neye uğradıklarına şaşırmış gibi duruyorlardı.
Damardan bir mesaj yağmuruna tabi tutuldukları muhakkaktı ama kaçta kaçını anladıkları meçhuldü. Biraz hürmetten, biraz eziklikten dolayı “Hm… aslında çok beğendim!” deseler de, en azından tüketici olarak onlara atılan ağır topla istikbalde epey oynamaları gerekeceğini zamanla anlar gibi görünüyorlardı.
Lansmanda ön plana çıkarılan ve altı çizilenlerin arasında, işçi maaşlarının düşüklüğü, çalışma şartlarının ağırlığı, örgütlenme eksikliği, iş sakatlanmaları ve iş cinayetleri sayılabilir.
Adidas’ın Covid 19 krizi sırasında yaşananlardan dolayı Kamboçya’daki çalışanlarına büyük borcunu halen ödememiş olduğunu öğrenmiş de bulunduk aslında.
Neyse, meşhur markanın bu cesur açılımı ve itiraflar silsilesi bir günah çıkarma seansı gibi gündemin ortasına düşmüştü. Defiledeki söylem ve sloganlar, devrim ateşinin moda dünyasında içten yandığına mı işaret ediyordu?
Lakin Adidas gezegeni en çok kirleten endüstrilerden giyim sanayiyle bağlarını bilinen bağlamda zayıflatıp artık Temiz Giysi Kampanyası’na da katkıda bulunmayacak mıydı?
Tanıtım kampanyası muvaffak olmuş, defile amacına ulaşmıştı; medya zokayı zaten çoktan yutmuştu, derken…
Kültürel sabotaj
Kültürel sabotajcı olarak dünya çapında tanınmış The Yes Men ekibinden Keil Orion Troisi ve İgor Vamos’un imzasını taşıyan "Adidas Hakikate Sahip (Adidas owns the reality)" belgeseli seyircinin canını hiç sıkmıyor. 2024 Kamboçya, Almanya ortak yapımı 21 dakikalık film, “çakma” etkinliğin meşakkatli hazırlık aşamalarından, moda meraklıları, otoriteleri ve medyanın aşırı alaka gösterdiği defileye, hakları yenmiş mazlum emekçilerden etkinliğin “gerçek” olmadığının anlaşıldığı anlara, gayet hareketli ve oyuncaklı bir senaryoya sahip.
Militan ve korsan tavrını görsel olarak da bize yaşatan belgeseli ana akım festivallerden çok alternatif etkinliklerde görüyoruz. Şimdiye kadar programında yer aldığı festivaller arasında Docudays US, ZagrebDox, Slamdance, Atina, Watch Docs, Florida ve Big Sky sayılabilir.

Filmin ağır topu Adidas Co-Ceo’sunu da zaten mevzuya epey vakit ayırmış gazeteci ve oyuncu Len Leng’in canlandırdığını öğreniyoruz. Marka fetişizmi, statüko olarak marka, klişeler ve tabular, kendine has olmak veya olamamak gibi hususlar hakkında da tefekküre dalabiliyoruz.
Belgeseli izlerken bir an Kanye West çizgisini bir tarafa bıraktığını sandığımız Adidas’ın (ve benzerlerinin) modern çağ köleliğinden çok daha insancıl ve ayrıca çok daha çevreci stratejiler belirlemesi niye imkânsız olsun ki!
Aylıklarının ürettikleri tek bir tişörtün dünya dükkanlarındaki fiyatından düşük olduğunu belirten emekçilerin bunu en çarpıcı buldukları detay olarak birden fazla kere aktarmaları manidar.
Tüketici olarak iktisadi sistemin devrilmesini beklerken, sorumluluklarımızı yerine getirmek üzere her birimizin “farklı” bir tüketici profili çizmesi de şart!
(MT/EMK)







