Geçen hafta coğrafya, mekân ve edebiyatı konuşmak üzere Adıyamanlı yazar arkadaşlarım Sırrı Özbek ve Gökçe Bilgin’le birlikte Adıyaman’daydım.
Karacadağ eteklerinin Siverek şehrine hemen seyir noktasından bakan yeri silme kıpkızıl gelinciğe kesmişti. Sanırsın ki mübarek, ekili gelincik tarlası. Oysa kendinden bitek gelinciğin ömrü kelebekten biraz uzun; var ve yok misali! İşte ona tanıklık ettim, güzeldi. Hem de yol boyunun en güzeli.
Takoran Vadisi’ni sağımızda bırakıp Siverekliler’in “ber ferat” dedikleri noktada eskiden öte yakaya Kahta’ya feribotlar insan ve araç taşırdı, hepi topu 15-20 dakika sürerdi yolculuk.
O feribot iskelesinde qetîn narlarının şurubu satılırdı. En son 2007’de Mehmed Uzun ve Mıgırdiç Margosyan dostlarım ile gitmiş o nar suyundan içmiştik. Şimdi köprü var, Nısibi köprüsü. Bir uçtan girip öbür uçtan bir iki dakikada çıkıyorsun ve Adıyaman il sınırı.
Komagene
Kısa süreli yolculuklar, gidiş gelişler insanda hem tat hem özlem bırakır.
Adıyaman’ın hikâyesi çağlar öncesinden kalma Nemrut Dağındaki doğu ve batı terasları heykelleri, bir de uzun turla çevresindeki tarihi kalıntılar; ezcümle Komagene. Apayrı bir dünya! Bir de şehrin hemen yanı başındaki antik Perre şehri.
İşte bir kaç cümleyle de olsa bunların kimliğe kültüre ve edebiyata nüfuz etmesi gerekli hallerinden de söz ettim, salonu dolduran ve ilgiyle dinleyen kitleye.
Komagene’nin sakinlerinin hemşehrileri olduklarını, onlardan ve sonrakilerden kalan, artık her ne kalmış ise gözlerinin feri gibi korumaları gerektiğini anlattım.
Tekçi kimliğe sarılıp diğer kimlikleri yok saymanın bir yere varamayacağını, aksine insanı daraltıp kısıtlayacağını söyledim. Onun yerine inancın, etnisitenin, dilin çokçuluğunun asıl zenginlik olduğunun farkındalığının altını ısrarla çizip dillendirdim.
Ve Adıyaman Samsatlı Baba İshak Keferdizî’nin sekizyüz yıl evvel Adıyaman önlerinde Selçuklu’yu dize getirişi konuşuldu tarihe zeyl düşmek adına. İzleyici / dinleyicilerden biri Mamoste Osman Sebrî’yi mutlaka bir roman kahramanı olarak yazmak gerektiğini dile getirdi.
Daha çok şey konuşulur(du) belki! Konuşulur, yazılır da zamanla.
Benim için Adıyaman sadece Nemrut, ya da Perre, veya Cendere, Karakuş, Arsemia ve diğerleri midir? Değil elbette.
Hikâyeleri ile birlikte insanlarıdır da: “Ula daş yok mu daş” diyen Sırrı’dır, şimdilerde Fransızca yazan Şeyhmus Dağtekin’dir, “he ya bayramlar bayram ola” diyen Abdürrahim Karakoç’tur, Kürtçe anadiline verdiği önemle Osman Sebrî’dir, ilk mahpusluğunu Kürtçe okuduğu için yatan ses Kahtalı Miçê’dır, sazbend û Dengbêj Ema Xacê’dir ve söyleşiyi birlikte yaptığımız arkadaşlarım ve dahi daha daha niceleri…
Adı her ne ise, yani geçmişten gelen Hısni Mensur, Semsur ya da Adıyaman. Orada işte; her şeyiyle…
Not: 28 Mayıs cumartesi saat 18.00’de Bitlis 1. Kitap Fuarı'nda kent kimliği kent kültürü üzerine konuşacak sonra da kitaplarımı imzalayacağım. Orada ve yakınında olanların bilgisine…
(ŞD/EMK)