"Zaman" insanın en önemli sermayesi, en önemli varlığı. Hatta en temel varlığı. Günlük yaşamın koşuşturması içinde 5 veya 10 dakikamız bile çalındığında, gasp edildiğinde ne çok sinirleniriz. Sıkışık trafikte, mağazada kasa önündeki sırada, randevusuna geç kalan sevgiliyi sokağın köşesinde beklerken duyduğumuz hep aynı sıkkınlıktır. Rötar yapan uçağı beklediğimiz bekleme salonundaki huzursuzluğumuz özünde "şu anda çok daha anlamlı ve verimli bir şeyle meşgul olabilirdim" huzursuzluğudur. Sonsuza kadar yaşasak amenna, ama sonunda öleceğiz.
Peki bir (daha doğrusu iki) insanın ömründen halihazırda 200 gün (ç)alındıysa ve bu sürenin daha ne kadar uzayacağı halen belirsizliğini koruyorsa... Üstelik bu iki insan araştırmacı, sorgulayıcı, çalışkan gazetecilerse ve yalnızca Türkiye hapishanelerinde onlara "bir şekilde" eşlik eden 62 meslektaşları daha varsa... Bu 64 gazeteci için cezaevinde olmak nasıl bir eziyettir, bunu en iyi yazı çiziye bulaşmış insanlar anlar. Ömrünüzden giden günler, aylar ve yıllar bir kenara, yaşarken çürümektesinizdir, yaşarken ölmektesinizdir. Yalnızca niceliksel değil, niteliksel bir "yitim"le de karşı karşıyasınızdır.
Eşinin ölümünü hücrede televizyon izlerken öğrenen Doğan Yurdakul'un başına gelen ekstra bir korkunçluk. Bu ve benzeri "ekstra"lara hiç gerek yok, vaziyet hâlihazırda vahimdir. Bugün 13.30'da Galatasaray'da toplanıp adalet için yürüyecek olan Ahmet ve Nedim'in Gazeteci Arkadaşları'ndan (ANGA) Elif Ilgaz'ın belirttiği gibi:
"Aylardır beklediğimiz Ahmet ve Nedim'in iddianamesi geçen hafta gün yüzüne çıktı. Yeni hiçbir şey yok. Haber için yapılmış telefon görüşmeleri, örgütsel ilişkiler olarak tanımlanmıştı. Birbirini tanımayan insanlar ilişkilendirilmiş ve hepsi birden terör örgütü için çalışıyormuş suçlaması yapılmıştı. Fakat bu iddialar kanıtlarla desteklenemiyor, kanaat olmaktan öteye gidemiyordu. Üzücü olan, 200 gün önce de iddialar bunlardı, bugün de. Peki hangi delili karartacakları düşünüldü de bu arkadaşlarımız bunca gündür tahliye edilmedi? Bizlerin gazetecilik faaliyeti diye tanımladığımız şeyler ne zamandır suç oldu? Bu sorular yanıt bulur mu bilinmez ama onların hayatlarından şimdiden 200 gün çalındı."
Basılmadan toplatılan ilk kitap
14 Şubat 2011'de Oda TV adlı site basılmış, Soner Yalçın ve sitenin iki yöneticisi tutuklanmıştı. O soruşturmada sıra kısa sürede iki isme daha geldi: Nedim Şener ve Ahmet Şık... Şık 2007'de Nokta dergisinde "Darbe Günlükleri"ni yayınlayan ekipte yer almış ve daha önce Ertuğrul Mavioğlu'yla beraber "Ergenekon'da kim kimdir?" diye bir kitap yazmıştı. O günlerde (Mart 2011) yayıma hazırlanan yeni kitabı ise, Kontrgerilla ve Ergenekon konularındaki duruşu bilinen Şık'ın, ne ilginçtir ki, Ergenekon/OdaTV soruşturması kapsamında gözaltına alınmasına yol açacaktı. Şık'ın "İmamın Ordusu" diye bilinen eseri ayrıca Türkiye tarihinde basılmadan toplatılan ilk kitap oldu.
Şık'la beraber 3 Mart'ta gözaltına alınıp 6 Mart'ta tutuklanan Şener de epeydir "tehlikeli" işlerle uğraşıyordu. Hrant Dink'in katledilmesini mercek altına alan iki kitap yazmıştı. Bu konudaki ilk kitabında İstanbul, Ankara ve Trabzon Emniyetleri ile MİT'in ve Jandarma'nın en hafif tabirle "ihmal"lerini gözler önüne sermiş, bu yüzden de kitapta adı geçen polislerin şikâyeti üzerine 32,5 yıl hapis istemiyle yargılanmaktaydı. Suikastın tetikçisi ise 20 yıl hapis istemiyle yargılanıyordu.
İddianame altı ay sonra açıklandı
Şık ve Şener bugün itibariyle 200 gündür tutuklular. Çok kısa bir süre önce, tutukluluklarının 191. gününde OdaTV iddianamesi açıklandı. Lafı dolandırmadan söylemek gerekirse, ne Şık ve Şener'in ne de diğer tutukluların yasadışı bir örgütün mensupları olduklarına dair dişe dokunur en ufak bir kanıt bile göze çarpmıyor. ANGA grubundan, bianet çalışanı Ayça Söylemez, "Ahmet Şık ve Nedim Şener hoşa gitmeyen şeyler yazdıkları için hapishanede" deyip ekliyor:
"Bunu biz biliyorduk, şimdi toplum da gördü. Savcı bile kendi yazdığı iddianameyi hangi kılıfa sokacağını bulamamış, mızrağın ucu dışarıda kalmış. Savcıdan çok savcı olan köşe yazarlarının derin suskunluğundan da belli; gazetecilerin, tam da gazetecilik faaliyetinden dolayı suçlandığı."
"İddianame açıklandı, şimdi susuyorlar"
ANGA'dan bir diğer isim, Hilmi Hacaloğlu da "biz ilk gün de bu tutuklamalara itiraz ettik, isyan ettik. O gün bizi "Ergenekoncu komplo"nun zaptiyesi olmakla suçlayanlar bugün iddianamenin ardından susuyorlar" diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor: "Tarih bizi haklı çıkardı. Bu iddianame gazeteciliğinin boynuna asılmış idam sicimidir. Sorgulanan, gazetecilik faaliyetidir. Derhal tutuklu gazeteciler serbest bırakılmalı ve artık vicdanların kanamasına son verilmeli. Adalet duygusu daha fazla zedelenmesin."
Peki gazetecilerin başına neden bunlar geliyor? Söylemez; kitabın, yazının, haberin bombadan daha etkili araçlar olduğunu belirtip ekliyor: "Yazdıklarından başka bir şeyi olmayan ve sırtını hiçbir güce dayamayan gazetecilerden bunca korkulmasının sebebi de bu. O yüzden "Özel Mahkemelerde" yargılanıyorlar, "Özel İddianamelere" tabiler. Neyse ki, ferman iktidarınsa sokaklar bizim."
Evet, Ahmet ve Nedim'in Gazeteci Arkadaşları bir kez daha sokaklarda bugün. Saat 13:30'da Galatasaray Meydanı'nda toplanıp Taksim'e yürüyecekler. Özgür basının önemine inanan herkesi de yanlarında görmek istiyorlar. (BC/AS)