3 Mart Cumartesi, Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi'nin (TÖDİ) Bakırköy Kadın Cezaevi'nin önünde gerçekleştirdiği temsili derse dinleyici olarak katılmıştım.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü arifesinde Nükhet Sirman ve Ayten Alkan'ın toplumsal cinsiyet konusuna odaklanan konuşmaları akabinde, derse katılanlar, TÖDİ'nin önceden gayet güzelce hazırladığı kartları alıp gene TÖDİ'nin hazırladığı listeye bakarak hapishanelerdeki kadın öğrencilerden seçtiklerine destek notları yazmışlardı.
Ben de alfabetik listenin bir başından, bir sonundan birer isim seçmiş, onlara birer kart yazdıktan sonra listede olup da henüz kimsenin kendisine bir kart yazmadığı bir kişiye daha yazmaya vakit bulmuştum. Yazdığım kartlara adresimi de eklediğimden, benim kart attığım üç öğrencinin üçünden de (Aysel Diler, Selver İspir ve Sevcan Göktaş) birer mektup aldım; hatta Aysel'e cevap yazdıktan sonra kendisinden aldığım ikinci mektubun zarfından Songül Sıcakyüz adlı bir arkadaşının mektubu daha çıktı.
Aysel ve Selver'in mektuplarının İngilizce çevirisi, kurucularından olduğum GIT - North America (Türkiye'de Araştırma ve Öğretim Özgürlüğü Uluslararası Çalışma Grubu'nun Kuzey Amerika ayağı) internet sitesinde yayınlanmıştı. Bugün Sevcan'ın mektubunu paylaşmak istiyorum sizlerle.
Malatya İnönü Üniversitesi öğrencisi olan Sevcan, 3 Haziran 2011'de tutuklanmış. 8 Haziran'da Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Malatya Kadın Kolları, keyfi olarak tutuklanan üyeleri Sevcan'ın serbest bırakılmasını istemiş. Ocak ayında yapılan beşinci duruşmaya katılan CHP Malatya milletvekili Veli Ağbaba, dava hakkında "Suça göre ceza verilmiyor. Ceza hazırlanmış çocuklara ona uygun suç aranıyor," demiş.
1 Şubat'ta yapılan son duruşmada bir öğrenci tahliye edilirken, Sevcan ve dört arkadaşı DHKP/C Silahlı Terör Örgütü üyeliği ve örgüt propagandasından sekiz yıl dokuz ay ile 13 yıl arasında değişen cezalara çarptırılmışlar.
Mahkeme heyeti başkanı Hayrettin Kısa kararın ardından "Cezadan dolayı hoşnut değiliz," beyanında bulunmuş. Davayı CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün ile birlikte takip eden Ağbaba, "Neden sadece biri tahliye edildi? Aynı delillerle aynı maddelerle suçlanıyorlar, öğrencilerin hepsi tahliye edilmeliydi," demiş.
Hrant Dink'in katli davasında örgüt izine rastlayamayan Türkiye Cumhuriyeti adaleti, Sevcan'ın "silahlı terör örgütü" üyeliğine nasıl mı karar vermiş? Gelin bu hikayeyi şu anda Elbistan E Tipi Kapalı Cezaevi'nde kalan Sevcan'dan dinleyelim.
* * *
1 Nisan 2012
Merhabalar,
Sevgi ve selamlarımı gönderiyorum. Nasılsınız? Bizler tüm yaşananlara karşın gayet iyiyiz.
3 Mart tarihinde Bakırköy Hapishanesi önünden yazdığınız kartı yeni aldım, hemen cevaplayayım istedim. Yeni aldım çünkü bizim iletişim cezamız var. Ayda bir defa mektup alıyoruz ve hemen ertesi gün cevaplarını gönderiyoruz; sonra bir ay daha mektup, faks, telefon gibi iletişim araçlarını kullanamıyoruz. Yaşadıklarımızı protesto ettik diye, türkü söyledik diye aylarca iletişim cezası aldık. Tabii iletişimle birlikte açık görüş de yok. Sadece kapalı görüş var, ona da pek gelen olamıyor. Buranın ulaşımı biraz sorunlu, sürekli gelip gidemiyor aileler.
Bakın, bir dokun bin ah işit misali başladım anlatmaya. Sesimizi duyurma imkânı bulunca anlatalım istiyoruz, bilinsin istiyoruz dört duvar arasında, tecritte yaşananlar.
Size dava sürecimi, aldığımız "cezaları" ve burada yaşadıklarımızı, yani hikâyemi anlatayım. Anlatayım ki bilinsin yaşanılan adaletsizlik, hukuksuzluk.
3 Haziran 2011 günü, misafir olarak kaldığım ev, sabah saat 06.00 civarında, kar maskeli, eli silahlı polislerce basıldı ve böylece başladı hikâyemiz.
Ben ve on arkadaşımın hikâyesi. Tam anlamıyla yaka paça, yerlerde sürüklenerek gözaltına alındık. Üç günü Malatya "Terörle Mücadele Şubesi" nezarethanelerinde geçirdik. Neden orada olduğumu bilmiyordum, gizlilik kararı vardı ve avukat görüşü dahi yapamadık.
Üçüncü gündü galiba bir şeyler öğrendik. Önce inanamadım soruları duyunca, ama gerçekti işte. Demokratik, yasal açıklamaları, 1 Mayıs'ı vs. soruyorlardı.
Üç gündür bunlar yüzünden gözaltındaydık. Dördüncü gün savcılığa çıkarıldık ve akşamüzeri on kişi tutuklandık. Malatya Hapishanesi'ne götürüldük. Yaptıklarımızın, düşüncelerimizin doğruluğundan, haklılığından emin olduğumuzdan psikolojik olarak rahattık.
Ülkemiz gerçeğini ne kadar bilsek de bu nedenlerle tutuklu olmayı anlayamıyorduk ya da anlamak istemiyorduk. Lafın kısası iki ay sonra ilk duruşmamız oldu. Sonra bir-iki ay arayla altı duruşma oldu ve biz altıncı duruşmada yıllarca ceza aldık.
Mesela ben 13,5 yıl aldım, diğer arkadaşlarım da sekiz yıldan başlıyor ondört 14 yıla kadar çıkıyor. Evet ya, tam da bunca yıl "ceza" verdi Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti. Son zamanlarda moda ya, bizim hakimin de cezalar içine hiç sinmedi, cezaları bol keseden yağdırırken vicdanı sızlamış bir de.
Peki, bunca yıl hapis verilen o "büyük suçlarımız" neydi?
İşte aslında asıl sorun da burada başlıyor. Bakın nelere 13,5 yıl verdiler: Malatya'da bir lisenin önünde 2009 yılında düzenlenen "Öğrencilere Ücretsiz Ulaşım İstiyoruz, Alacağız" talepli basın açıklamasına katılmak; 19-22 Aralık hapishaneler katliamına (Hayata Dönüş Operasyonu) ilişkin bir panele katılmak; Güler Zere'nin hastalığı döneminde serbest bırakılması için yapılan ve yüzlerce, binlerce insanın katıldığı açıklamalara katılmak [Güler Zere, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından 6 Kasım 2009'da affedildi; B.T.]; bir milyona yakın insanın katıldığı Taksim'deki 1 Mayıs mitingine, 8 Mart mitingine, Grup Yorum'un 150.000 kişinin izlediği "Bağımsız Türkiye" konserine katılmak.
Bunlar ne ki, daha "büyük suçlar" var... Mesela Grup Yorum'un konser davetiyelerini dağıtmak, biletini satmak; 8 Mart öncesi kadınlarla bir kafede düzenlenen kahvaltı etkinliğine katılmak; "Parasız Eğitim" istemek, adalet istemek; parasız eğitim istediği için tutuklanan Berna ve Ferhat'a özgürlük istemek vs.
İşte bu ve benzeri eylemlere, mitinglere katıldığım için 13,5 yıl hapis "cezası" aldım, arkadaşlarım da aynı şekilde. Bunların hepsi yasal, demokratik haklarımız. Hepsi polisin, basının gözü önünde en işlek meydanlarda yapıldı. Hepsine onlar, yüzler hatta binlerce insan katıldı. Yasalarda bu eylem ve etkinliklerin hak olduğu çok açık yazıyor.
8 Mart'ta mesela, polis alanda kadınlara çiçek dağıttı sonra hakkımızda fezleke hazırladı. Zaten iddianame diye dosyaya konulan da bu fezlekenin hemen hemen aynısıydı. Mahkeme heyeti ısrarla yasadışı örgüt aradı bu eylemlerin altında.
Telefon konuşmasında bir arkadaşım (aynı davadan tutukluyuz) şaka amaçlı bana "teyze" diye hitap etmiş; hani illegal bir şeyler yaratacaklar ya, bu senin kod ismin diyorlar. Yahu ne diye kod isim kullanayım ben, hem "teyze" diye kod isim mi olur?
İllegal örgüt üyesi okulda öğrenci, öğretim üyesi, avukat, memur olur mu?
Adı üstünde illegal yani gizli, hiç böyle açık açık ortalarda gezer mi, eylemlere gider mi?
Elbette hayır. Zaten mahkeme heyeti de biliyor bunu ama tutuklanmamız lazımdı ne dersek diyelim. Tüm iddialarını boşa çıkardık, çürüttük, tek bir somut delil koyamadılar, ama 13,5 yıl ceza aldık.
Esas neden ise şu: biz AKP'li değiliz. Düşünen, sorgulayan, hak ve özgürlük mücadelesi veren insanlarız. Baskı politikalarına, emeğin sömürülmesine, vatan topraklarının parsel parsel satılmasına, Amerikan askeri olmaya karşıyız. Ülkelerin bombalanmasına, insanların katledilmesine karşıyız. Demokratik lise ve üniversitelerde bilimsel, parasız, demokratik, anadilde eğitim istiyoruz. İnsanca yaşamak istiyoruz yani. İşte cezalandırılmak istenen de bu düşüncelerimiz.
Yoksa basın açıklamasının suç olmadığını herkes -hakimler, savcılar da- çok iyi biliyor.
AKP artık onu eleştiren, politikalarına karşı çıkan basın açıklamalarının bile yapılmasını istemiyor.
Kimse AKP'yi eleştirmeyecek, karşı çıkmayacak; işte istediği bu. Bunun için 500'ün üstünde öğrenci arkadaşım, onlarca gazeteci-yazar, avukatlar, öğretim üyeleri, işçi, memur, işsiz binlerce insan hapishanelerde dört duvar arasındayız.
Her şeye rağmen düşündüklerimizin, savunduklarımızın, yaptıklarımızın arkasındayız. Haklı, doğru olduğumuza inanıyoruz. Ve en önemlisi de sarsılmaz bir umutla bugüne ve geleceğe bağlıyız. Bedeni tutsak edebilirler ama yüreğimizdeki ve bilincimizdeki umut, inanç özgür.
Sizin aracılığınızla da tüm tutsak öğrenci arkadaşlarıma, tüm tutsaklara selamlarımı gönderiyorum.
Bakın siz bir-iki satır dediniz, ben size iki sayfa yazdım. Dedim ya sesimizi duyanların, duyuranların olması çok önemli. Sizlere de çok teşekkür ediyorum.
Kendinize iyi bakın,
Selamlar, Sevcan
[Zarftaki adres: Sevcan Göktaş, E Tipi Kapalı Hapishane Elbistan/K.MARAŞ]
* * *
Şimdi lütfen alın kalemi elinize, Sevcan'a bir mektup yazın en azından, olur mu? Ama çabuk olun, ay sonunu geçerse Elbistan'a ulaşması, mektubunuzu bir ay daha okuyamaz. TÖDİ'yi takip etmeyi de unutmayın, çünkü Sevcan gibi yüzlerce öğrenci var ülkemizin hapishanelerinde. (BT/HK)