Sözcükler şeyleri temsil etmiyor artık.
Adalet ve siyaset sözcükleri buharlaşmış; fazilet tuhaf bir sözcük zaten, hiç katılaşmamış bir marazi mecaz…
Hukukun ve demokrasinin üstünlüğünün yılmaz savaşımcısı olarak tanımlananların savunusu yapılıyor, güvenoyu verilen adaletin hangi hukukun sahnesinde sergilendiğinin umursanmadığı belli. ‘Hangi hukuk? Kimin demokrasisi?’ soruları buharlaşmış...
Fazilet gibi aşkın ve yüceltici kavramlarla tanımlanan kişiler erişilemez mertebelere taşınıyor, yanlarında saf tutulması gerektiği kakofonisine katılmış olmaktan gocunulmuyor. ‘Saf tutmak ama kimin yanında?’ sorusu buharlaşmış...
Ama belki de en vahimi kuyuların derinlerini belli ki hiç kurcalamadan, cezasız kalan onca suçu sorgulamadan, yanlış adreste masumiyet arayışı... Suçun ve cezanın ve siyasetin anlamlarının buharlaşması…
Arjantin
"Bir Terör Sözlüğü, Arjantin ve İşkencenin Mirasları" (1) adlı bir kitap okuyorum. Arjantin’in işkence mirasına ilişkin bir kitap, “Bir Terör Sözlüğü”. Arjantin’deki insan hakları savunucularına adanmış.
Teröre dair dili –metinleri, alt metinleri, terör retoriğini, terörün lehçelerini, şivelerini konu almış. Arjantin tarihinin 1976’dan 1983’e dek cunta yönetimindeki, “Kirli Savaş” olarak anılan döneminin kavram kargaşasına yol açan, pusulayı şaşırtan ve dehşet verici dilini inceliyor kitap.
Cuntanın önde gelen hatiplerinden Amiral Massera’nın şu sözlerine yer veriliyor kitabın girişinde: “Onca zararı telafi edebilmek için anlamı bozulmuş birçok kelimeyi onarmamız gerektiğini biliyorduk.” Massera şöyle devam ediyor: “Onarılacak başlıca kavramlar arasında “mantıki”, “sarih”, “demokrasi”, “vatanperverlik”, “fedakârlık” ve “onur” geliyordu.” Cunta tarafından adeta tahnit edilecekti yani kelimeler; öldürülecek, içleri boşaltılıp yeni yalan anlamlarla doldurulacaklardı.
Arjantin’de komutanlar işte bu tahnit edilmiş kelimeleri kullanarak kürsülerden nutuk atarlarken, 30,000 kişi ayan beyan kaçırılıyor, işkenceden geçiriliyor ve “kayboluyordu”. Bazıları uçaklardan denize fırlatılan, bazıları kuyulara atılan bu insanlar için “kayıplar”, desaparecidos deniyordu.
Yazar kitapta işkencenin mirasını araştırırken insanların ve toplumun hayatının dokusunda o dönemin bıraktığı izlerin peşinden gitmiş. Araştırma sürecinde, Arjantin’de dilin bozunumunun, “kayıplar” sözcüğünün Arjantin diline girivermesi örneğindeki gibi, bu izlerin en belirginlerinden olduğu ortaya çıkmış… Araştırmada hangi sözcükleri duymaya katlanamadıkları, hangi sözcükleri kullanmaktan caydıkları, hangi sözcükleri unutmuş oldukları ve belki de unuttuklarının farkına bile varmadıkları sözcüklerin hangileri olduğu sorulmuş işkence mağdurlarına…
Gece ve Sis başlıklı bölümde, Nazilerin “Nacht und Nebel” kavramından yola çıkılmış. Kavram, Hitler’in 7 Aralık 1941 tarihli genelgesi gereğince, işgal edilen ülkelerde tutuklu komünistlerin, direnişçi muhalif mahkûmların yabancı bir dilin içindeyken kimliklerini, geçmişlerini yitirecekleri, adeta “gece ve siste kaybolup giderek buharlaşacakları” Almanya’ya nakledilmelerini ifade etmek için kullanılıyor. Arjantin’deki Kirli Savaş’ın noche y niebla’sı (İspanyolca gece ve sis), yani Arjantin’deki toplama kamplarında insanca ve kendi kimlikleriyle hayatta kalabilmek için sürekli olarak “insan olduğunu kendi kendilerine hatırlatmak” zorunda kalanların hikâyesi anlatılıyor kitapta.
Adalet talebi
Kitapta, Kirli Savaş’ın failleri üzerindeki sis perdesi de kaldırılıyor. Sisin ardından belirenlerden biri de Julian isimli, lakabı El Turco olan bir işkencecinin hikâyesi. Simon, Hector Julio, ya da lakabıyla anacak olursak El Turco Julian kıdemli üstçavuş rütbesinde bir görevli. 1995’de Arjantin'de bir televizyon kanalındaki söyleşisinde yaba gibi ellerini havaya kaldırıyor Julian, "Makatına sopa sokulmuş adama ne olmuştu?" sorusunu geçiştirmeye çalışıyor havada salladığı o kirli elleriyle. "Verdiği emirle işkence edilerek tecavüze uğrayan o hamile kör kadın kimdi peki?" İste burada birden tepki gösteriyor Julian. Engellilere işkence etmiş olduğunu tepkiyle reddediyor; tuhaf şekilde, kendince bir adalet duygusu var belli ki işkencecinin de! Arjantin halkı ise sahici, hakiki adalet talep ediyor. İşkencecininkini değil, kendi adaletini istiyor.
Bu söyleşiyi izledikten sonra, 4 Mayıs 1995’de Buenos Aires’de açıklamalarda bulunan, hayatta kalmayı başarabilmiş kayıplardan birinin sözlerine kulak verelim:
“92 gün boyunca Club Atletico’da (2) bir desaparecida’ydım. Club Atletico’da çok şeyimi kaybettim: bir numara ve harfle değiştirilen adımı ve soyadımı; bir perdeyle gizlenen manzarayı; ayak bileklerimdeki zincirlere vurulan adımlarımın sükûnetini; konuşmama izin verilmediği için iletişim becerimi; eylemci olan kocamı. Bütün bunların içinden geçip geliyorum. Korkunun, bilinmezliğin, belirsizliğin, eriyip gitmenin, buharlaşmanın… Ama direnme inadı ve mücadele gücünün de içinden geçip geliyorum. Yüzlerce kişiyle, öldürülen ve sağ kalabilen yüzlerce yoldaşımla aynı koşullarda yaşadım bunları. İşkencecilerle birlikte yaşadım. Türk Julian’la ve onun yaptığı kayıtlardan dinlemeye zorlandığım Hitler’in konuşmalarıyla, Julian’ın dayakları ve böğürtüleriyle yaşadım. Ve bütün bunları şimdi, on sekiz yıl sonra, asla cezalandırılmayan Türk Julian’ın en ufak bir nedamet belirtisi göstermeden, küstahça ve pervasızca, “Şimdi olsa yine yapardım” dediğini işittiğimde yeniden ve yeniden her defasında daha büyük acıyla hatırlıyorum.
Ve kendime, soruyorum: Neden? Ona bu hakkı kim veriyor? Benim evime, herkesin evine televizyon ekranından sızma hakkını kim veriyor? Kim ona, onunla tanışmamış olanları bile böylesine ürkütme hakkını veriyor? Her türlü cezadan muaf olduğunu görmenin ağırlığı, suçları hakkında fütursuzca konuşabilme özgürlüğünü ona bahşeden ve adı hukuk olan bu adaletsizlik kimin eseri?
Bu eser herkesin: Yeterince yüksek sesle haykırmayan halkın; onun kurbanlarının arasında barınabilmesine ve bir türlü atılamayan bir çığlığın, ASLA, BİR DAHA ASLA çığlığının sessizliğinde boğulup kalmış bir toplumun içine karışıp yaşamasına olanak tanıyan devletin ve hükümetin eseri bu. Buharlaşmış bir toplumun eseri!”
El Turco Julian, Club Atletico, El Banco ve El Olimpo işkence merkezlerinde “görev yapmış”. İşkence ederken Hitler’in söylevlerini dinlettiği kişiler unutmuyor onu.
Hâlâ küstah beyanlarda bulunuyor Türk lakaplı Julian kendini anlatırken. Diyor ki: "Pişman değilim... Ulusu, terörist güruhundan kurtarma savaşındaydık. Bakın, işkence ezeli ve ebedidir. Her zaman oldu ve hep de olacak." Devam ediyor sözlerine işkenceci: "Elimden tek bir masum insan geçmedi."
Masumiyet
Masumiyet, suçsuzluk demek; en büyük insanlık suçlarından birini binlerce kere işleyen bir işkenceci caninin diline düştüğü anda nasıl da buharlaşıveriyor masumiyet… İşkencenin mirası olan sözlükte artık bir mecaz haline gelen masumiyetin kaybedilişine ağıt ne kadar sahteyse bugünlerde; suçun adresini doğru belirleyen, adaleti, hukuku doğru yerde arayan, kullandığı her sözcüğün sağlamasını kendi sözlüğünde yapan kazanılmış masumiyet o kadar hakiki.
”Bir Terör Sözlüğü” kitabının hazırlık sürecinde söyleşilere katılanlardan biri demiş ki, "O zamanlar, okumuş yazmışlar yani 'porteños' (2) iktidarın yaptıklarının haklı olabileceğini düşünüyordu. Şu pek bildik, ‘ulusu teröristlerden koruma’ teranesi onların da dilinden düşmüyordu. ‘Terörizme karşı bir savaş bu’, diyorlardı. Ve bu uğurda yapılanlarla insan hakları çiğnenmişse eğer, mazur görüyor ya da görmezden gelebiliyorlardı yapılanları. 'Porteños' masum değildi."
Buenos Airesliler kendilerini 'porteños' olarak adlandırırlarmış ve Buenos Aires, Latince'de bölünmez devlet demekmiş.
Arjantin’de bir zamanlar masum değildi 'porteños', artık kendini masumiyetini kazanmış sayabilir.
Burada ise, masum değil hâlâ porteños!
Müzelik kitaplardan fırlama masumiyet kavramlara gark olalı beri…
Kendi sözlüğümüzü kaybedeli beri…
Sözcükler buharlaşalı beri…
‘Terörizme karşı savaş’ gerekçesiyle yapılanları mazur görmeye ya da görmezden gelmeye başlayalı beri…
Bazıları için çok görülen zulme bazılarını müstahak göreli beri…
Adaletin, hukukun tahnit edilmiş sözcüklere dönüşmesine seyirci kalalı beri…
“Faili meçhul” demeye diller alışıvereli beri…
Faillerle aynı sözcükleri kullanmaya başlayalı beri…