* Fotoğraf: MA
Dile kolay 10 yıl…
Bir insan bir protestoya katıldığı için neden sanık olur?
Bir insan, insanların katledilmesini protesto ettiği için neden 10 yıl boyunca yargılanır?
Bir insan failleri bulunmamış, bulunmak istenmemiş bir katliamın hesabını sorduğu için; her gün adalet bekleyen ailelerin yanında yer aldığı için neden 10 yıl boyunca sessizce yargılanır? Bunun gibi birçok soru sorarak ve cevap almadan geçti günlerim, haftalarım, yıllarım.
10 yıl önce Dicle Üniversitesi hukuk fakültesini kazanmış 18 yaşında heyecanlı, umutlu bir kadındım. Fakat çok geçmeden vize haftasının sonuna doğru yaşadığımız tarifsiz acının yerini yavaş yavaş öfke ve hüzün aldı.
Aralık ayının son günleri... Herkes vize sınavları bitecek diye tatil planları yapmaya başlamış, son iki sınavımız kalmıştı. 29 Aralık 2011 sabahında fakültede sınava girecekken almıştık haberi. Ne yapacağımızı bilemez halde üzüntüden donakalmıştık. İçimizden birilerinin ‘Böyle bir günde sınava girmek bize yakışmaz. Daha katliamda ölen canlarımız toprağa verilmemişken hiçbir şey olmamış gibi davranamayız. Bizler hukukçuyuz tepki göstermeliyiz’ demesinden sonra iki gün boyunca sınavlara girmeyerek barışçıl protesto hakkımızı kullandık. Bu hak bize Anayasa ile verilmişti ve haliyle sınava girmemek bir suç teşkil etmemeliydi. Her ne kadar rektörün talimatı ile fakülte etrafında polisler bulunuyorsa dahi ilk gün protesto sonunda herhangi bir polis müdahalesi ile karşılaşmadık, bu sayede olaysız(!) yurtlara dağıldık. Ne olduysa ikinci gün oldu. İlk gün gibi tepkimizi göstererek sınavlara girmedik. Öğleden sonra hocamızın tüm sınavlar ileri bir tarihe ertelendi sözü sonrası dağılmakta iken bir anda etrafımızda yüzlerce sivil ve üniformalı polis belirdi. Meğerse yüzlerce kolluk görevlisi sayısı yüzü geçmeyen öğrenciler için gelmişti. Bunu bindiğimiz otobüsten teker teker indirilirken fark ettik.
Neticede 30 öğrenci gözaltına alınmıştı. Olayın vahametini nezarete gittiğimizde öğrenmiştik. Şehirde çok yoğun protestolar olmuş ve yüzlerce kişi gözaltına alınmıştı. Beş kadın arkadaşımla dönüşümlü olarak oldukça kirli iki yatağın üzerinde bir damla ışığın olmadığı, zaman kavramın anlamsızlaştığı, soğuk mu soğuk hücrede dört gün geçirdik. Türkiye’de yeni yıl kutlamaları yapılırken ve katiller dışardayken aileler yasta, protestocular nezarethanede idi. Türk yargısı hukuk öğrencilerine ders vermişti adeta.
Aramızdan ikisi kadın 11 kişi tutuklandı. Bu kişiler arasında henüz 18 yaşında birinci sınıf öğrencisi olarak ben de vardım. 50 günlük mahpusluk sonrası üç arkadaşımla ilk celse tahliye olduk. Diğer arkadaşlarım da sırayla farklı mahkemeler tarafından tahliye edildi. Buraya kadar olan kısım her Kürdün veya muhalifin başından geçebilecek olaylar. Asıl mesele yargı süreci…
Aynı anda yakalanan, gözaltına alınan 30 insan farklı hukuki sonuçlar ile karşı karşıya kaldık. Bu yargı pratiği tam olarak Türkiye hukuk sisteminin bir özetiydi. Bir kısım arkadaşımız hakkında dava açılmadan kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildi. Bir kısım arkadaşımız hakkında beraat kararları verildi ve kararları temyiz edilmeden kesinleşti. Geriye kalan 19 kişi hakkında ise farklı tarihlerde farklı mahkemeler tarafından beraat verilmesine rağmen süreç bitmedi. Neden diye sorulacak olursa iddia makamı hemen “çok detaylı, derinlikli ve gerekçeli” bir temyiz talebinde bulundu.
Aynı olay birbirinden alakasız, absürt kararlar… Dosyada görevli hakim ve savcılara göre değişen yargı süreci…
Aradan yıllar geçti. takvimler 2016 yılı Eylül ayını gösterdiğinde Yargıtay’ın beraat kararını bozduğunu ve Yerel Mahkemenin yeniden bir yargılama yapacağını öğrendik. Çok haklı ve barışçıl bir eylem olduğu için Yargıtayın kararı bozacağı aklımın ucundan geçmemişti. Fakat burası Türkiyeydi ve yeni duruma hazırlanmalıydık. Bir sanığın yurt dışında olması sebebiyle yakalama kararı çıkarıldı ve bir süre yakalamanın infazı beklendi. Öte yandan 14 meslektaşımın da dosyaları birleştirilmiş ve kararları bozulmuştu. Yani toplamda 19 kişinin yargılaması devam etti. Dosyamdaki yakalama infaz edilemediği için celseler ertelenirken 17 Şubat 2020 tarihinde 14 arkadaşımız hakkında “Örgüt Üyesi Olmamakla Beraber Örgüt Adına Suç İşlemek” fiilinden 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası verildi. Arkadaşlar ve avukatları kararı temyiz ettiler.
Beş avukat hakkında ise 26 Nisan 2021 tarihinde “Örgüt Üyesi Olmamakla Beraber Örgüt Adına Suç İşlemek” fiilinden beraat kararı verildi. Böylelikle bu suç kapsamında Yerel Mahkeme ikinci beraat kararını vermiş oldu.
Süreç bitecek artık dedik. Ne yazık ki olmadı, ikinci kez savcılık beraat kararını temyiz etti. Olsundu. Neticede son sözü Yargıtay söyleyecek ve kararımız kesinleşecekti.
2021 Haziran ayında ise 14 arkadaşımızın cezalandırılmasına dair kararın Yargıtayca lehe bozulduğunu, suç oluşmadığından bahisle beraat kararı verilmesi gerektiğine dair ilamını duyduğumuzda, derin bir nefes alıp artık bu dosyanın beraatla sonuçlanacağını düşünmeye başladık.
Yine olmadı. Her ne kadar lehe bozma kararı verilmişse de 14 arkadaşımız hakkında yerel mahkemedeki ilk duruşmada direnme kararı verildi. Geldik bugüne; beş avukat hakkındaki beraat kararının bozulması talebi ilgili Ceza Dairesinde, 14 avukatın direnme kararının görüleceği dosya Yargıtay Ceza Genel Kurulunda…
Ben yazarken yoruldum sizin de okurken yorulacağınızı düşünüyorum. Ve fakat çok ayrıntıya inmeden en özet şekilde yazmaya çalıştım. Ancak 10 yılı anlatmak tabii ki kolay değil.
Bizim yaşadıklarımız çocuklarını kaybeden ailelerin yaşadıklarıyla kıyaslanamaz. Elbette hiçbir süreç çocuklarını kaybeden ailelerin o acıların önüne geçmemeli. Amacım geçtiğimiz günlerde sessiz sedasız bir direnme kararı sonrası hayatlarına devam etmek zorunda kalan meslektaşlarımın duygularını aktarabilmek.
Anayasasında hukuk devleti ibaresi bulunan başka bir ülkede olsa yer yerinden oynayacak yargı absürtlüğünün Türkiye’de karşılığı yok. 19 hukukçu sadece protesto hakkını kullandığı için 10 yıldır yargı kıskacında. 10 yıldır adalet mücadelesi veriyor. 10 yıldır bu mesleği yapabilmek için sebepler ararken, ekonomik sorunlarla boğuşurken, inancını yitirmeden kamu görevini ifa ederken, güzel bir ülke hayal ederken süreç bitmiyor. Hiçbir şey değişmiyor. Her şey başa sarıyor.
Avukatlık mesleğinin özünde direngenlik, mücadele ve kararlılık vardır. Bu mesleği seçmemize sebep olan duygular. Daha fakülte sıralarında insanların katledildiği bir katliam olurken Anayasal hakkımızı kullanarak tepki gösterebilmemiz tam olarak bu mesleğin meziyetlerine sahip olduğumuz anlamına gelmekteydi. Hiç kuşkusuz başını kuma gömerek, sadece ders çalışarak, referans arayarak hakim savcı olanlar bu durumu kavrayamaz. Öyle ki bir hukukçunun bir ölümü protesto etmek için bir örgütün talimatına ihtiyacı varmış kabulüyle hareket eden hakim savcılar…
10 yıl geçti, 10 koca yıl. Ölenlerden geriye isimleri, hikayeleri, hatıraları, fotoğrafları kaldı. İnsanlar katledildiği için yargılanan kimse yok, hiçbir şey olmamış gibi davranmayan, tepkilerini gösteren insanlar dışında.
Roboski katliamı 21. yüzyılda herkesin gözü önünde yaşanmış, Kürtlerin hafızasında derinden yer etmiş, kanamaya devam eden bir yara. Öyle bir yara ki kabuk tutacağı düşünülen ama asla iyileşmemiş açık bir yara. Gerçek sdalet sağlanıncaya kadar da açık kalacak bir yara.
Aileler 10 yıldır onurlu bir mücadele veriyor. Bu mücadele yargı kararları ile görünmez kılınmak, yıpratılmak istense de inadına hatırlamalı, hatırlatmalı, unutturmamalıyız. Adalet, adaletsizliğin olduğu yerden yükselir. Adalet Roboski’den yükselecek. (GY/AS)