Avukatlar Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal, adil yargılanma hakları için başlattıkları açlık grevlerini, 5 Nisan Avukatlar Günü'nde ölüm orucuna çevirdi.
Bir ülkede avukatların "adil yargılanma talebi" ile bedenlerini ölüme yatırmış olmaları, vicdan ve adalet duygusu bulunan herkes için yeterli bir utanç kaynağı.
Avukatların eylemi aslında bir tür devlete bir meydan okumadır. Diyorlar ki, "Sen adalet, eşitlik ve özgürlük iddiasında bulundun. Halka bunları gerçekleştireceğin konusunda söz verdin.
Hem anayasan hem de sistemin ile. İktidar, adil yargılanma hakkımı yok ederek, adaleti ortadan kaldırdı. Biliyorum ki, adalet olmadan eşitlik ve özgürlük iddialarının da bir anlamı olamaz.
Adalet yoksa, birilerinin benden üstün olduğu iddiasına karşı bir şey yapamam. Bu durumda güç sahibi olan, istediği gibi davranma hakkını kendinde görebilir.
Bu durumda hiç kimsenin, yaşam hakkı dahil herhangi bir hakkını koruması mümkün değil. O halde varlık sebebin olan sözleşme ortadan kalkmıştır. Bu nedenle meşruiyetin yoktur."
Tuz bile koktuysa
Bu eylem aynı zamanda iktidara da bir meydan okuma.
Avukatlar diyor ki, "Senin iktidarında, adil yargılanma hakkımız elimizden alındı, adalet yok edildi. Senin hak, hukuk ve adalet ile bir bağın kalmadı. Bu nedenle, eğer bir hukuk devleti varsa sen hükmetme hakkını kaybettin. Yoksa gerçek yüzünü bize, dolayısıyla tüm halka göster."
Bu eylem öte yandan topluma da bir meydan okuma. Orada da diyorlar ki, "Bizim bile adil yargılanma hakkımız yok edildi.
Biz adil yargılanmıyorsak hiç kimsenin adil yargılanma ihtimali yok. Adil yargılanma yoksa, başka hiçbir hakkından söz edemezsin, nereye kadar başını kuma gömeceksin?"
Roma'dan Magna Carta'ya
Günümüzde tüm devletler ve iktidarlar, her ne kadar gerçek başka da olsa varlıklarını hukuk ve adalete dayandırmaya çalışırlar. Çünkü başka türlü milyonlarca insanın iradesini teslim almaları mümkün değil.
Devlet ve iktidarlar, adil ve hukuka bağlı olduklarını, bağımsız ve adil mahkemelerinin varlığı ile kanıtlamaya çalışırlar. Buna delil olarak yargılanan herkesin, güçlü bir şekilde avukatlar tarafından temsil edildiğini ileri sürerler.
Çünkü avukatlık, bağımsız ve adil yargılamanın olmazsa olması, aynı zamanda tek denetleyicisidir.
Avukatlık iktidara karşı ortaya çıktı. Gerek Roma'da avukatlar, gerekse Magna Carta Sözleşmesi'nin kabulü sonrasında bu görevi üstlenen "Adalet Şövalyeleri" Kral'a karşı her kesiminden insanın adil yargılanma hakkını savunmayı görev bildi. Bu gelenekler nedeniyle günümüzde avukatlık ve barolar, güçlü ulus devletlere karşı, halka vaat edilen hakların güvencesi olarak kabul ediliyor.
Savaş dahil her koşulda temel ve vazgeçilemez haklardan olan "adil yargılama"nın güvencesi kabul edilen avukatların, "adil yargılanma" talebiyle bedenlerini ölüme yatırmaları, işte tam da bu nedenle yok sayılmaz. Bu durum herkese ve her kuruma sorumluluk yükler.
Savunmanın iki çeşidi
Bir avukat mahkemede iki çeşit savunma yapabilir. Birincisi, uyum savunmasıdır.
Bu savunmada avukat, var olan koşullar ve yasal düzenlemeler çerçevesinde müvekkiline en az cezanın uygulanmasını talep eder. Bir anlamda müvekkilini sistemin insafına terk eder.
İkincisi ise saldırı üzerine kurulu savunmadır. Bu savunmada avukat, düzeni, yasaları, uygulamaları eleştirerek, yanlış olanların düzeltilmesini ister. Yani bir anlamda hukuksuzluğa saldırır.
Mahkeme de istediği sonucu alamazsa, yargıyı halka taşır ve kamuoyu önünde hukuksuzluğu teşhir eder. Destek ister. Çünkü bilir ki, en otoriter rejimler bile halktan korkar.
Halkın otoriter iktidarlara sessiz kalmasının tek nedeninin, herkesin kendini yalnız hissetmesi olduğunu bilir. Halkın her kesiminden insanların, müşterek hakları için bir araya gelmesinin zeminini yaratmaya çalışır.
Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) ve Halkın Hukuk Bürosu (HHB) gibi kurumlarda meslek ahlakı edinmiş her avukat, özellikle siyasi davalarda davayı kazanmanın tek yolunun saldırı üzerine kuracağı savunma olduğunu bilir. Çünkü bu davaların varlık nedeni, insan hakları ve hukuk ihlalleridir.
Devlet ve iktidarlar insanların haklarına saldırı eğilimindedir. Bu nedenle hakları kısıtlayan veya yok eden yasal düzenlemeler veya uygulamalar geliştirirler. İnsanlar ise bu haklarını korumak isterler. Dolayısıyla özgürlükleri, ifade hürriyetleri, örgütlenme hakları ihlal edilen veya hak ve hukuklarına tecavüz edilmiş insanlar buna tepki gösterir, haksız ve hukuksuz uygulamaları tanımak istemezler.
Bu tepkilerin kitlesel hale gelmesini önlemek için devlet ve iktidarlar, yargı aracılığıyla halka gözdağı vermek isterler. Bu amaçla açılan davalar, siyasi davalardır.
Avukatlar yeminlerini hatırlasın
Bağımsız ve adil bir yargı varsa, hukuksuzluk yargı eliyle ortadan kaldırılır. Ancak, yargı bağımsız ve tarafsız değilse, hükümetlere bağlı çalışan hakim ve savcılar el birliğiyle yargıyı iktidarın çelik yumruğuna çevirirler. Bir avukat ya sessiz kalarak kendi geleceğini bu şiddetten korumaya çabalar ya da ettiği yemin ve mesleğinin sorumluluğu ile bu hukuksuzluğa saldırarak, istenen amaca ulaşmasını engellemeye çalışır.
Bugün ülkemizde insanların yaşanan onca hukuksuzluk ve hak hukuk ihlalinin en önemli sorumlularından biri barolar ve sayıları 200 bine dayanmış avukatlar. Eğer gerçek manada ettikleri yemine sadık olsalardı, bugün iktidarı geri adım attıracak bir güç olabilirlerdi. Çünkü bunu yapmalarına imkan verecek muazzam bir güçleri ve meşru zeminleri vardır.
Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal gibi avukatlar ise ülkemizde yaşanan hukuksuzluklara sessiz kalmayı meslek onurlarına ve vicdanlarına yedirememiş olanlardır. Bu nedenle hücrelere atılarak sessiz bir ölüme mahkum edilmek isteniyorlar. Bu nedenle devlete, iktidara, topluma, dolayısıyla hepimize soruyorlar: "Adil yargılanma hakkım için, dahası sizin adil yargılanma hakkınız için ölüyorum. Bir diyeceğiniz var mı?"
Ölüm oruçlarının bir eylem olarak görülüp görülemeyeceği sorusunun ancak muhattapları tarafından cevaplandırılması gereken bir soru. O muhataplar ise 25 metrekarelik hücrelere hapsedilmiş, tecrit altındaki insanlardır.
Bu nedenle ben de Ebru Timtik'in sözleriyle bitirmek istiyorum: "Ölüm orucunu ben tercih etmedim. Halkın avukatlarını sizin de dahil olduğunuz yargı sistemi mahkum etti. Mesleki ve siyasi olarak bizi öldürmek istedi. Ben sadece bunun şekline karar verdim. Direnerek mi olacak, yoksa sessiz sedasız mı?"
Ebru'nun sözlerine destek veren ve adil yargılanmadığına tanık olan 39 baro var. Peki, siz ne diyorsunuz? Bir diyeceğiniz var mı?
(ZR/PT)