Dışarıda çılgın bir baharın göstergesi aydınlık bir gün...
Dilimde Ahmet Arif'in:
"Seni baharmışsın gibi düşünüyorum" dizeleri.
Aklında memleketin kırları bayırları...
Enva-i çeşit, rengârenk giysilerini kuşanmış doğadayım.
Gelinlikler, papatyalar yüzünü güneşe dönmüş, badem ve erik ağaçları çiçeğe durmuş dallarıyla baharı müjdeliyor.
Sessizce bütün güzelliğiyle çiçekler ve yeşiller içindeki bir yamaca ilişip, insanı sarhoş eden baharın kokusunu içime çekiyorum.
Gökyüzünün o muhteşem sonsuz maviliğini seyre dalıp; güneşin sımsıcak ışıklarının yüzümü, kemiklerimi ısıtmasını tüm hücrelerimle hissediyorum.
Kendimi hayal dünyamda kapıp koy verdiğim bir anda, hapishane gerçeği bütün gri çirkinliğiyle başköşeye oturuveriyor!
Payımıza düşen bir avuç gök mavisini çevreleyen çatı ve duvarların üzerini kaplayan nato telleri...
Bir kaç adımda tükeniveren havalandırmanın betonu...
Şöyle enine gelişmiş birinin rahat rahat yürüyüp, hareket edemeyeceği kadar dar, bir buçuk karoluk ranza araları...
Banyo, tuvalet, giriş, havalandırma kapılarının o soğuk demiri...
Her şeyiyle birer çirkinlik abidesi hapishane!
İnsan bütün bu çirkinliklerin ortasında, normal olarak yaşadığı hücreyi, koğuşu yaşanabilir kılmak, birazcık olsun güzelleştirmek istiyor.
Bunun için uğraşıp, didiniyoruz!
Zaten kış boyu demirin ve betonun soğuğundan battaniye altında, lahana gibi kat kat giyinerek korunmaya çalışıyoruz.
Baharla birlikte havalandırmaya çıkmak, biraz olsun güneş yüzü görmenin tadını çıkarmak istiyoruz.
Ekim'in ortasından itibaren hapishanelerin havalandırmalarına güneşin inmediğini biliyor musunuz?
Dedim ya birazcık doğayı hissetmek için çaba harcıyoruz.
Fakat bu türden çabalarımız her defasında yasaklar duvarına çarpıveriyor!
Dışarıdaki herhangi birinin küçük peynir kutularına ekilmiş bir çiçeğin, yeşilliğin, hatta betona inat havalandırmadaki bir çatlaktan başını kaldıran yabani bir otun bile bizde yarattığı duyguyu birebir anlamasını, hissetmesini beklemiyorum.
Çoğu zaman insanlar hayatın karşılarına çıkardığı bir sürü sorunla boğuşmaktan, çevresindeki onca güzelliği farkına bile varmayabiliyor.
Ancak yoksun kalınca bazı şeylerin eksikliğini hissediyor, değerini anlayabiliyorsunuz.
Yıllar önce, zamanın Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün peşine taktığı gazetecilerle F Tipi Hapishane'leri pazarladığı görüntüleri hatırlarsınız.
Bakanın ballandıra ballandıra anlattığı ve beş yıldızlı otel diye pazarladığı F Tipi Hapishaneleri; bakanın noktayı koyduğu yerden medya tekelleri övmüşlerdi!
Dubleks hücrelerde masa üzerine yerleştirilmiş vazo içindeki çiçeği hiç unutmadım!
Eminim H. Sami Türk'ün bu pazarlamasının ardından başlattıkları 19 Aralık Katliamını da, insanım diyen hiç kimse unutmamıştır, unutmayacaktır!
O günlerde vazo içine koydukları çiçek kamera kayıtlarında ve fotoğraf karelerinde kaldı.
Çünkü 19 Aralık sonrasında açılan F Tiplerinde de farklı tipteki hapishanelerde de çiçek yasak!
Yasa ve yönetmelik cezaevine çiçek getirilmesini kesin bir dille yasaklıyor.
Bu gerçeği ve yasaklar listesini hapishanelere yolu düşenler ve yakınları; Türkiye'deki hapishaneler gerçeğine duyarsız kalmayanlar çok iyi bilir!
Hapishanelerde yasaklar listesi oldukça uzundur ve yasakların mantığını anlamaya çalışsanız da, boşuna uğraşmış olursunuz.
Çoğu zaman cezaevi yönetmeliğini uygulamak adına; insanın, insanlığın yok edildiği kuru bir yasaklar yığınıyla karşı karşıya kalırsınız.
Hapishanede sevdiklerinizin özenle kurutarak mektuba yapıştırdığı bir çiçek bile kazınır ilgilerce.
Üstelik yönetmelikte böyle bir yasak olmamasına rağmen bu yapılır!
Her insani talebiniz, çabanız yasak, yönetmelik izini vermiyor denilerek geri çevrilir.
Yönetmelikte böyle bir yasaklama, kesin hüküm yoktur dediğinizde de:
Ya "ne yapacaksın, ne gerek var" yanıtı verilir.
Ya da "sorumluluk almam" denir!
Ve siz insan yanınızı korumaya, tutsaklığınızı insani koşullarda yaşamaya çalışırken; bütün bu yasaklamalara, gayri insani uygulamalara karşı direnmenin şart ve bir hak olduğu gerçeğini rehber edinirsiniz.
Şimdi bütün bunları neden mi yazdım?
Geçen yazdan beri bir sorun yaşıyoruz bu hapishanede. 2011 kışında, aylarca meyve kabukları ve çayları biriktirip toprak yapmıştık.
O bahar peynir kaplarına çiçek, biber ekmiştik.
Tohumlar başlarını topraktan kaldırıp, 1-2cm boy atmışlardı ki!
Aylık rutin aramanın birinde hem yaptığımız toprağı, hem de peynir kaplarındaki çiçeklerimize el koydular.
Hatta 2011 8 Mart'ında Kocaeli Barosu'nun gönderdiği, idarenin 8 Mart etkinliğinde dağıttığı ve kuruttuğumuz gülleri bile aldılar.
Ancak biz kış boyunca meyve kabukları ve çay biriktirmeye devam ettik!
Biz biriktirdik, aylık rutin aramalarda onlar aldılar.
Bahar gelince, havalandırmada çiçek yetiştirmek isteğimizi bir kez daha dile getirdik!
Ama her defasında bir "HAYIR" yanıtı aldık.
Her şey bir yana cezaevi yönetmeliğinde havalandırmada meyve ve çaydan yaptığımız toprakla çiçek yetiştirmeye dair her hangi bir yasaklama v.s yoktur!
Kaldı ki, ister dışarıdan canlı çiçek alınmasına, isterse havalandırmada plastik kaplarda bir şeyler büyütmek ya da başkaca keyfi, gayri insani kural ve yasaklar olsun...
İnsan yanımızı yok etmeyi amaçlayan baskıcı, zulümkar hükümlerin değiştirilebilmesi, bu tür uygulamalara son verilmesi için mücadele etmek bir haktır!
İnsanlık tarihi baskı ve zulmün her çeşidine başkaldıranların mücadelesiyle yazılmıştır.
Bu günlerde Pozantı ve F Tipi Hapishane'lerdeki fiziki, psikolojik baskı ve uygulamalarla gündemdeyken; Adalet Bakanı Sadullah Ergin ve ilgililere çok basit bir-iki sorum olacak:
Tutsakların havalandırmada çiçek yetiştirmesinin güvenlik bakımından nasıl bir sakınca var?
Bu tür gayri insani kural ve uygulamaların insanlığa ve kime ne kazandırdığını düşünüyorsunuz?
Tutsakların insani koşullarda yaşaması gerektiğinden ne anlıyorsunuz?
* Füsun Erdoğan 24 Mart, 2012 Kandıra, 2 Nolu T Tipi Hapishane