12 Eylül cuntasının başları için iddianame hazırlanıp yargı önüne çıkartılması süreci başlamış olsa da ben ve benim gibi insanlar hala 12 Eylül yargı mantığı ile içerde tutuluyoruz.
Demek ki; süreç 12 Eylül ile hesaplaşma değil, sadece iki yaşlı generali günah keçisi olarak kamuoyu nezdinde yere sermektir.
12 Eylül ve öncesinde işkence yapanlar nerede?
Bunlar hakkında ne gibi işlemler yapılıyor?
Daha da önemlisi 12 Eylül hukukunun yarattığı toplumsal yapıda toplumu cendereye alıp, işkence yapanlar ne olacak?
Hala 12 Eylül hukukunu geçerli hukuk sayarak 12 Eylülcüleri nasıl yargılayacaksınız?
Toplumsal yaraların sarılması için 12 Eylül yargısıyla, 12 Eylül işkencecileri ile mağdurlar yüzleştirilecek mi?
12 Eylül'de hakları ellerinden alınanların hakları iade edilecek mi?
12 Eylül'de işlerinden atılanlar, ekmekleri çalınanların hakları nasıl geri verilecek?
Haksız yere idam edilenlerin, cezaevinde yıllarca sürünenlerin hakları iade edilecek mi?
Sadece benim şahsımda cereyan eden 12 Eylül hukuku toplum nezdindeki hukuksuzluğa küçük bir örnektir.
Ben işlemediğim cinayetlerin faili haline getirildiğim için 33 yıldır 12 Eylül'ün işkence setlerinde yaşayıp, hukuk arayışımı sürdürüyorum!
12 Eylül nedeniyle 11 yıl cezaevinde yatıp 1991'de çıktım ama 12 Eylül yakamdan hiç düşmedi!
İki yıl sonra, 1993'te Malatya'da gözaltına alınmam da, gördüğüm işkence de mahkemenin verdiği 12 yıl 6 ay ceza da tamamen 12 Eylül hukukunun bir sonucuydu.
Bir insana bir defa suçlu etiketi yapıştırıldı mı, o suç etiketi hep insanın yakasında asılı kalıyor, peşini de hiç bırakmıyor.
Bugün de hakkımda verilen her kararda geçmişin hukuksuzluğunu yaşıyorum.
Hakkımda verilen her kararda özetlenen bilgiler geçmişten kalan kirli bir miras olarak önüme çıkıyor. Cinayet işlememişim ama bana rahatlıkla bu devletin yargısı "katil" damgasını vuruyor! Gerçekten bu durumda katil kim?
Bana kalırsa, Diyarbakır sur içinde, sorgu merkezinde ortaya dökülen kemikler suçlunun adresini açıkça ortaya koymakta. Toplu mezarlar, asit kuyuları, işkenceler ve 17 bin faili meçhul suçlunun adresini gösteriyor!
Tıpkı Şırnak Uludere'de bombalanan 35 köylünün katili kimse bana isnat edilen cinayetlerde onların geçmişlerinin ürünüdür.
Nasıl ki Taksim'de tetiği çektiler, Taksim'i kana buladılarsa, Maraş'ta, Çorum'da, Sivas'ta, birçok yerde aynı şeyleri tekrar ettilerse, tek tek bireyleri de imha ederek kirli emellerine ulaşmak için zemin hazırladılar.
Kendi deyimleri ile süreci olgunlaştırdılar! Toplumu kanla ıslah etme politikası izleyerek zorbalıklarına destek peydahladılar.
Bugün darbe karşıtı yazı yazan, yüksekten atıp tutan zevatlar, o günlerde bir numaralı darbe yandaşları oldukları da unutulmamalıdır.
Kimileri ''Emrinizdeyiz paşam'' diyerek ihbarcılıkla paşalarına yardımlarını sunuyorlardı. "Ülkeyi kurtaran aslan" olarak paşalarının önünde saygı ile eğiliyorlardı. Günümüzün yandaş yazarları paşalarının koltuğunun altında beslenerek bugün devlet katında caka atıyorlar.
Burada şunu demek istiyorum; 12 Eylül üç, beş generalin eseri değil, ulusal ve uluslararası sermayesi ile bürokrasisi ile ortaklaşmış bir suç şebekesinin eseridir. 12 Eylül yargılanacak ise suçun diğer elemanları da yargılanmalı ki 12 Eylül ile hesaplaşılmış oluna.
Öte yandan 12 Eylülcüleri yargılama böbürlenmesindeki kesimin 12 Eylül'ün diğer yarısını teşkil edenler olduğunu da hiçbir zaman göz ardı etmemek lazım.
Bu ikiz kardeşler uygulamaları ile de birbirinden çok da farklı değiller. Her ikisi de iktidarlarına giden yol temizliğinde hukuksuzluğu hukuk gibi göstermekten öte bir şey yapmıyor. Zorbalıklarına hukuku kılıf olarak kullanıyorlar!
Bu zevatların hepsi Milli Türk Talebe Birliği'nde yetişmiş o nedenle de bilinçaltları ırkçılıkla şekillenmiş.
Devlet gözetiminde korunup yetiştirilen, 12 Eylül'den zarar görmeyen, 12 Eylül ideolojisinin has çocukları... 12 Eylülcülerin kuran elde yürüttükleri politik tema, dine dayalı eğitim politikası bugünün devlet politikası olarak tamamlanmaya çalışılmaktadır.
Çocukları yaratılış kuramında preslemek için umre ziyareti milli eğitim politikasına dönüştürülüyor. Çocuklar bilimden uzaklaştırılarak ilahiyata dayalı bir toplumun temelleri güçlendirilmekte. Bu algısal değişimle birlikte toplumsal eşitliğin yerini cemaat eşitliği halini alıyor.
Yargısal eşitlik, Deniz Feneri yargılamasında, cemaatin üyelerinin eşitliği halinde tezahür etmiş oluyor.
Yani toplumsal konularda eşitlik öne çıksa da bu eşitlerin eşitliği halinde yaşamsal alanda politik uygulamaya dönüşüyor. Deniz Feneri'nde kesinleşen yargı kararları dahi dikkate alınmazken diğer davalarda olası suç varsayımları türetilerek cezaya dönüştürülebilmekteler.
Bu noktada kendi özel durumuma döneyim:
* 12 Eylül öncesi işlemediğim cinayetlerin faili haline getirilerek 36 yıl ceza ile ödüllendirildim! Bu ödüle işkenceli sorgu sürecini de dâhil etmek gerekir. Kaz gibi yolunmuş halimiz ile çekilen fotoğraflar devlet arşivlerinde yerini almıştı.
11 yıllık cezaevi yaşamımın da çoğu hücrelerde geçti. 1991 yılının 12 Nisanı'nda şartla tahliye edildim. İşlemediğim suçlar nedeni ile işkence görüyorum, 11 yıl cezaevinde yatıyorum sonra şartla tahliye ediliyorum.
* 1993'te Malatya'da örgüt üyeliği nedeni ile gözaltına alınıyorum. O korkunç işkencelerden sonra yargılanıp, 12 yıl 6 ay ceza alıyorum. Ceza almamda temel etmen işlemediğim cinayetlerden dolayı sabıkalı olmam! Geçmişteki bu "sabıka" geçerli hukuk sayıldığı için de hâkim kanaatini güçlendiren bir durum olarak, ceza alma da, cezalandırılmak da kolaylık sağlıyor.
* Bu cezalandırma ile birlikte 1991 şartla salıverme kararı kaldırılarak 36 yıldan arta kalan cezanın da infazına olanak sağlıyor. Zaten Malatya 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin (DGM) kararı da infazın geri alınması yönündeydi. Demek ki birbirine eklenmiş süreçler...
* 2003'te Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) tarafından çıkartılan 4959 saylı yasa bağlamında Malatya 1 Nolu DGM yeniden yargılama yaptı. Bu yargılamada daha önce verdiği 12 yıl 6 aylık cezayı bütün sonuçları ile ortadan kaldırdı. Ceza verilmesine yer olmadığına karar verdi. Bu karar bağlamında Ceza adli sicilden silindi.
* Fakat infazı geri alan mahkeme, Gaziantep 2. Ağır Ceza Mahkemesi (ACM) bu karara uymadı. Kararın gereğini yerine getirmedi.
* Ben keyfi hukuk çerçevesinde cezaevinde tutuluyorum. Keyfi bir cezalandırma süreci devam ediyor. Oysa Malatya 1 nolu DGM'nin kararına göre benim cezam kalkmış, kamusal haklarım iade edilmiş. Yani olmayan bir şeyden mahpusta tutuluyorum!
Adalet Bakanlığı görevini yapmıyor!
Bu iki mahkeme kararındaki zıtlık ve çelişkinin giderilmesi için, 2004'ten bu yana defalarca dosya Adalet Bakanlığı'nın önüne geldi, yazılı emir yoluna gidilmesi talep edildi.
Adalet Bakanlığı Bürokrasisi yargı birliğini sağlamamak için inatla direndi. Hala da bir direnç devam ediyor. Burada bir defa daha Adalet Bakanı'nı görevini yapmaya çağırıyorum. Hukuktan yargı birliğini sağlamasını istiyorum.
Evet, Adalet arıyorum;
Hakkımda verilen ceza bütün sonuçları ile ortan kaldırıldığı halde, ceza verilmesine yer olmadığı kararı olduğu halde, bu ceza adli sicilden çıkartıldığı halde mahkeme kararı neden uygulanmıyor?
Adalet Bakanı neden görevini yapmıyor?
Mahkeme kararlarını uygulamak, uygulatmak Adalet Bakanı'nın işi değil mi?
Adalet Bakanı hukuk birliğini sağlamaktan sorumlu değil mi? Neden görevini yapmıyor da sekiz yıldır seyirci locasında izleyici pozisyonunda duruyor?
Adalet Bakanlığı dosya üzerinde hatalı işlem yapan hakim ve savcılar hakkında soruşturma açmayı düşünüyor mu?
İdari hatalardan idarenin sorumlu olduğunu Adalet Bakanlığı ne zaman anlayacak ve gereğini yapacak? (TC/EKN)
* Tahir Canan, Bandırma M Tipi Ceza ve Tutukevi B/8 Koğuşu Bandırma Balıkesir