Urk adasının ahalisi geçimlerini yüzyıllardır balıkçılıkla sağlayan kendi halinde bir halkmış. Hollanda'nın tarım alanlarının yetersiz kalması yüzünden günün birinde deniz doldurulmuş, ada ana karaya bağlanmış, üstelik devlet adalılardan hayatlarını çiftçi olarak sürdürmelerini istemiş.
Urklular otoriteye boyun eğmemiş, ahşap teknelerini sac gemilere dönüştürerek Kuzey Denizine açılmışlar, AB'nin katı kurallarına rağmen balıkçılık geleneklerini halen devam ettirmeye çalışıyorlar.
Geçtiğimiz haftalarda Toronto Uluslararası Film Festivalinde gösterilen Episode of the Sea (Deniz Vakası), bölgede yaşanan coğrafi müdahale yüzünden değişen çevreye ve insanlar üzerindeki etkisine eğilerek insanı İstanbul Pendik'teki Pavli Adası ile benzer girişimler konusunda düşünmeye zorluyor, hatta günün birinde Prens Adalarının Kartal ile Büyükada arasındaki bir köprü ile ana karaya bağlanabileceğini tasavvur etmeye bile sevk ediyor…
Urk'un kaderi
Siyah beyaz görüntülerden müteşekkil 63 dakikalık Hollanda yapımı belgesel deneysel bir stilde çekilmiş. Lonnie van Brummelen ve Siebren de Haan'ın beraber kotardığı eserde muhafazakâr hayat tarzlarını sürdürüyor olsalar da Urklular'a oyunculuk yapma imkânı tanınmış. 1939 yılında adalılık duygusunun birdenbire yok edilmesi bir yana, Urk ve çevresinde doğal dengelerin aniden değişmesi ve ekolojideki dalgalanma hepsinin hayatında derin izler bırakmış. Başta kuşkuyla yaklaştıkları belgeselcilerle bir süre sonra işbirliğine girip duygularını ifade eden özel olarak hazırlanmış bazı cümleleri kamera karşısında ayrı bir dil saydıkları Urkça'da okumuşlar, durumu özetleyen bazı mizansenleri birer tiyatrocu gibi oynamışlar.
Deniz'in kurutulmasıyla ortalığı önce fareler, sonra baykuş ve gelincikler basmış, rüzgâr çıktığında da toz bulutunun içinde yaşamayı öğrenmişler.
Balıkçıların denizin yiğitleri olarak saygı gördüğü günlerin geride kaldığını söylüyor bir tane Urklu; aynı zamanda tüm gezegenin okyanuslarındaki su altı hayatını kurutan korsanların varlığının da farkında olarak. Avrupa Birliği'nin, kendi çevresindeki denizlerde avlanma kurallarını gün geçtikçe sıkılaştırırken çok da uzak olmayan coğrafyalarda, devasa balıkçı filolarının deniz talanlarına göz yumduğunu da gayet iyi biliyor.
Urklular şu anda kotalarının düşüklüğünü İngiliz, Alman, Danimarka ve Belçika bandıralı teknelere sahip olarak aşmaya çalışıyorlar, fakat AB denetim mekanizmasının kıskacı altında bu geleneksel mesleklerini ne kadar sürdürebilecekleri meçhul; ne de olsa en çok yakaladıkları pisi balığı rezervlerinin de ne kadar dayanacağı belirsiz.
Ekolojiye hassas bir Urklu'nun ifade ettiği gibi, millî park ilan edilen bölgelerde su altı hayatının kısa zamanda zenginleştiği de malum - İmralı Adasının çevresinde şu aralar bolluk yaşanması tesadüf olmasa gerek!
Belgeselde İtalya gibi balıkçılığın geleneksel anlamda gelişmiş olduğu bir ülkede bile, hem eğitimin, hem de balıkçılık sektörüne yönelik tüm sistemlerin artık üretim çiftliklerine yoğunlaştığı da söyleniyor.
Bir kaptan ise polisten muzdarip olduğunu anlatıyor; yanında çalıştırdığı Polonyalı miçonun teknedeki varlığından haberdar olduğunda memurun heyecanla "Yakaladım seni!" demesi sorumluluklarının bilincindeki ahlaklı kaptanda nahoş bir etki bırakmış; ne de olsa mürettebatı oluşturan tüm ekibin evrakları dört dörtlükmüş.
Dingin atmosfer
Klasik metotlarla çalışmakta inat eden belgeselcilerle geleneksel yaşamlarını ellerinden geldiğince sürdürmeye çalışan Urklular arasında oluşan uyum, tüm gezegenin içine sürüklendiği aşırı rekabetçi zihniyete karşı adeta bir direniş.
Ama yine de, Episode of the Sea tefekküre sevk etse bile, benzer konuya eğilen 2012 yapımı Leviathan kadar seyirciyi sarsmıyor.
Fakat insanla denizin ilişkisi hakkında son zamanlarda çekilmiş en iddialı ve başarılı belgesel sayılabilecek Lucien Castaing-Taylor ve Verena Paravel'in Leviathan'ıyla karşılaştırıldığında, Deniz Vakası'nın çok daha sakin bir ritme oturtulduğu, özenli kamera hareketleri ve sağlam bir ışık yönetimiyle dingin bir atmosferin başarıyla yakalandığı tabii ki de söylenebilir.
Adaları yüzyıllarca sürgün yeri olarak kabul edip askerî alan veya hapishane gibi kullananların; İmroz (Gökçeada) örneğinde görüldüğü üzere Lozan'a aykırı davranarak asırlardır orada yaşayan Rumları adadan kaçıranların; son zamanlarda Marmara Adasının Güney yamaçlarına da ganimet gözüyle bakmaya başlayanların; denizi ve kıyıları her türlü atığın döküleceği bir çöplük, taş ve toprakla doldurularak yüzölçümünü artıracak boş bir alan veya Karadeniz'deki muhteşem! sahil yolu misali kara ulaşımı için feda edilecek coğrafi bir ayrıntı olarak görenlerin memleketinde böyle bir belgesel ne kadar dikkat çeker bilmem ama, tepeden inme kararlarla topluma yönelik icraatlarına devam edenlerin Türkiye'sinde, Episode of the Sea festivallerin birinde gösterildiği takdirde sosyal ve ekolojik hassasiyetleri olanları etkileyeceği kesin. (MT/AS)
#direnada