Cumartesi günü üç kişi geldi evime. Açlık grevlerine yeniden başlayacaklarmış. Aramızda şu diyalog geçti:
- Yapmayın. Yalnızca kendinize zarar verirsiniz.
- Ne yapalım peki? Başka çaremiz yok.
- Ama bu çare değil ki!
- Çare ne peki?
Ve sonra bir dizi olay anlattılar. Ben güya bu işleri izleyen -duyarlı- biriyim. Ama bu boyutta olduğunu gerçekten bilmiyordum.
Volkan'ın ölümü
Mesela, Kandıra F Tipi cezaevinde intihar ettiği söylenen Volkan Ağırman'ın ölümü, intihardan başka her şeye benziyor.
Ben "F tipi"nde değil ama, onun küçük kardeşi "Kartal Özel Tip"te, tabii çok iltimaslı biçimde- konuk oldum, biliyorsunuz. Orada yapılması en güç iş intihar olabilir.
İntihar kolay değil
Bir kişinin, Emniyette ya da hapiste "intihar" ettiği söylenmişse, bunun ne demek olduğu hakkında net bir fikrim var. (İzolasyon uzarsa, insanlar gerçekten intihar etmek isteyecek, ama başaramayacak, çünkü orada bu şans bile yok)
11 Ağustos 2002, Pazar günü saat 13:00'te açlık grevine başladılar. Ben de Pazar günü oraya gittim. Sizlere Pazar gününü ve Pazartesi izlenimlerimi aktaracağım.
11. 08. 2002 Pazar
Bugün Alibeyköy'e gittim. Tepelerde bir gecekondu semti, her yan polis dolu. Evin bulunduğu meydan gibi yere açılan ana (!?) sokakları kordonla kapatmışlar, bulaşıcı hastalık var sanki.
Arabayı 50 metre aşağıda park etmek zorunda kaldım ama, o elli metre öteye varmak için, handiyse 500 metrelik bir yay çizmek zorunda kaldım, daracık merdivenler tırmanarak.
Polis, 3 kişinin "açlık grevi" başlatacağı Niyazi Ağırman'ın evinin çevresini ablukaya almış. Sabahtan beri eve kim yaklaşırsa alıp götürmüş.
İki anne gözaltında
Açlık grevine katılacak iki anne Melek Akgün ile Şükran Ağdaş'ı gözaltına alıp Vatan caddesindeki Terörle Mücadele Şubesi'ne (TEM) götürmüşler.
Benim gibi destek amacıyla gelen Bilgesu Erenus ve Ahmet Kulaksız ile Jale Çelik de Vatan'a götürülmüş. Jale Çelik'in Genel Bilgi Toplama (GBT) kayıtlarında bir şey buldukları için alıkoymuşlar.
Erenus ile Kulaksız'ı bırakmışlar. Bu kişilerin dışında, oralarda kimi buldularsa almışlar. (13 kişinin adı saptanmıştı. Akşama doğru gerisi bırakılmış) Ben eve doğru yürürken sivil polisler yolumu kesti.
Polisin engellememesiyle
"Kaba kuvvetle engel mi oluyorsunuz yolda yürümeme?" deyince şaşırdılar, ben de yürüyüp eve girdim. Arkamdan, orada polisle tartışmakta olan 2 avukatı da bıraktılar.
Evde Niyazi Ağırman, pencereden basına bir duyuru yapmak istiyordu, cep telefonuyla dışarıda bekleyen gazetecilerle konuştu, ama onlar polisin kendilerini eve yaklaştırmadığını söylediler, mecburen vazgeçti.
Açlık grevi yapmayın
Yarım saat kadar evde Niyazi bey ve ev ahalisiyle konuştuk ve karşılıklı aynı şeyleri tekrarladık. Ben "Açlık Grevi" yapmamalarını, onlar "Başka çareleri olmadığını" tekrarladılar. Ben ise "Bunun çare olmadığını" tekrarladım.
Yarım saat kadar sonra iki avukatla birlikte dışarı çıktığımızda, oradaki gazetecilerle konuştuk ve bilgi verdik. Polis engellemeye kalkışmadı.
Bu arada TEM Şube Müdürü Mehmet Artunay da oradaydı. Basın duyurusundan sonra ayrılıp eve döndüm. Ama avukat Özgür Gider'den bilgi almaya devam ettim.
Kendisi Artunay ile görüşmüş. Artunay, iki hanımı "Açlık grevine kendiniz mi karar verdiniz, örgüt mü zorladı?" sorusunu sormak için aldıklarını ve "4 gün tutacaklarını" söylemiş.
Saat 18:00'e doğru da DGM'den alınan kararla eve baskın!? düzenleyip Niyazi beyi de almışlar.
Yeni sorularım
* Son değişiklikten sonra polisin gözaltı süresi en çok 48 saate mi inmişti? Toplu suçlarda bir 48 saat de savcı izniyle mi uzatılabiliyordu? (Yoksa yargıç izniyle miydi?)
* TEM Şube Müdürü, topu topu bir tek sorunun yanıtını almak için bu insanları Vatan'a götürmesinin nedenini açıklamak durumunda değil mi?
* Hadi götürdü, bir tek soru için 48 saat alıkoymak "Yetkiyi kötüye kullanmak" değil midir?
* TEM Şube Müdürü, savcının (ya da yargıcın) ikinci 48 saat için uzatma izni vereceğini de "4 gün alıkoyacağız" diyebiliyor? Bu sorunun yanıtını DGM savcı ve yargıçlarından beklememeliyiz*
* Etrafı sarılı bir ev. Direnen yok, silah yok. BASKIN da ne demek?
12 Ağustos 2002 Pazartesi sabah 08:30
Pazar akşamı saat 18:00 sularında Baskın(!?) yapılmış. Niyazi Ağırman kapıyı açarak kırılmaktan kurtarmış. Polis onu almış ve Vatan caddesindeki Emniyet Müdürlüğü'ne götürmüş. Ne arama yapmış, ne bir şey.
Aşağıdaki sorularımı şimdilik, Radikal Gazetesi'nde "Ön Yargı" köşesinden seslenen avukat Adnan Ekinci'ye yöneltiyorum:.
* Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) nöbetçi yargıcından aldıkları "Ev arama izni"ni ne gerekçe ile izlemiş ve almışlardı?
* Acaba izni veren yargıç verdiği iznin nasıl kullanıldığının arkasını arar mı?
* Amaç dışı kullanıldığını haber alırsa ne yapar? Daha doğrusu bir şey yapar mı?
Yeşilpınar'da
Yeşilpınar "Arif Öndül" karakolunda gözaltına alınan Mehmet Yayla adlı bir gence iyi bir dayak atıldığı haberi doğrulandı. Avukatlar dün akşam kendisini görmeyi başarmışlar ve vücudundaki çok sayıda yara bereyi ve çürükleri saptayıp aralarında zabıt da tutmuşlar. Bugün savcıya suç duyurusunda bulunacaklar.
Anlatılanlara göre polisin yaklaşımı:
* Açlık grevi yapılacak evi ablukaya alıp, sabahın erken saatlerinden itibaren eline kim geçerse alıyor. Aldığı kişileri, gün boyu GBT gerekçesiyle tutuyor, bir şeyi çıkmayanları akşama doğru salıyor.
* Basının grevcilerle temasını kesiyor. Grevcileri alıp mümkün olan en uzun gözaltı ile taciz ediyor.
Polise "ima edilen" sanki şöyle:
* Ne yaparsan yap, açlık grevlerine engel ol.
* Kamuoyuna yansımasını da engelle.
* İşi "basın duyurusu", hatta "Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası" kapsamından çıkart, "polise direnme" ve "yardım-yataklık" çerçevesine sok.
Bu arada güme giden "Önceden izin alınmaksızın, silahsız ve saldırısız toplantı ya da gösteri yapma hakkı" -ki son "Uyum yasası"nda bizlere bir daha bahşedilmemiş miydi?-, "İfade Özgürlüğü", toplumun "Bilgi alma hakkı" nerede? (ŞY/NM)