Makalenin İngilizcesi için tıklayın
Korona virüs gerekçesiyle dünya tuhaf bir sorumlu bulma derdine düşmüş sanki!
Korona virüsünün kaynağının beslenme alışkanlıkları gerekçe gösterilerek Çin işaret edilince dünyanın birçok yerinde Çin ve Çinliler hedef tahtasına oturtuldu.
Sadece Çinliler mi, ülkeleri dışında yaşayan neredeyse bütün Uzakdoğu’lular bu nefret söyleminden nasibini aldı.
Farklı dinlere mensup olanların da helal-haram ayrımı üzerinden şu yenir, bu yenmez mantığıyla kendi dininden olmayana öfke duymak, karşı olmak ve bunu şiddete endekslemek adeta olağanlaştı.
Bu olağanlaşmanın en hafifi söylem düzeyinde kalmış olanı olsa da bilinçaltına yerleşmesi açısından belki de en tehlike arz edeni o.
Oysa acı dediğimiz insan tekinin ruh ve beden birlikteliğine nüfuz edenidir.
Acı dediğimiz asla yarışmaz / yatıştırıl(a)maz...
Acılar, ancak paylaşılınca anlam ifade eder. Paylaşmıyorsanız acıyı, sade kendi içinize gömüp hapsediyorsanız acınızı, bir süre sonra acınızın esiri, mahkumu, tutsağı, mahpusu olursunuz. O acıdır ki, derinlerinizde bir yerlerinizde sizi yer ve tüketir. Hep ve sadece acı duyarsınız sonraki yaşamınızın her anında.
Oysa, elbette paylaşmalı acıyı.
Başkalarının derin acılarını, kayıplarını, yitirdiklerini kendi acınız gibi ruhunuzda bedeninizde hissetmelisiniz. İnsan olmanın erdemi budur.
Adına Korona virüsü denen bu küresel biyolojik belanın dünyanın her yanındaki insana değen dokunan acısı böylesi bir acıdır.
Her akşamın bir vaktinde dünyanın bir yerinden önünüze düşen ve giderek artan ölümlerin sayısı aslında birer rakam olmaktan ötedir. Her biri yaşayabildiği nefes alabildiği ana kadar kendine ve dokunduğu hayatlara dair hikayeleri olan bir dünyadır.
İnsanlığın buna dair bir bilince gereksinimi var, bu kavrayışa ihtiyacı var. (ŞD/AS)