Geçtiğimiz hafta Fransız parlamentosunda kabul edilen "Ermeni Soykırımını İnkar Edenlere Ceza Verilmesini Öngören Yasa"yı, Türkiye kamuoyu, Ermeni Soykırımı'nın kabul edilişi gibi algılasa da durum öyle değildi. Ermeni soykırımını 2001 yılında tanıyan Fransız parlamentosu, 22 Aralık 2011 tarihinde ise Fransa'da kabul edilen soykırımların reddi halinde, reddedenlere ceza verilmesine ilişkin yasayı kabul etti.
Soykırımı kabul eden tek ülke Fransa değil. Ermeni soykırımından kurtulmayı başaranlar ve Türkiye'den sonraları göç eden/ettirilen Ermenilerin yoğunlukla yaşadığı ülkeler olan Kanada, Almanya ve İsviçre de Ermeni soykırımını tanıyan ülkeler arasında.
Bu ülkelerin soykırımı tanımalarında kendi ülkelerinde yaşayan Ermenilerin payı nedir? Soykırımın kabulü siyasi malzeme yapılmış mıdır? Yasa oylamalarına kaç parlamenter katılmıştır? O ülkeler, nerelerde katliam yapmıştır?
Bu soruların hiçbir anlamı yok. Bütün bunlar bizi, Ermeni halkı ile ve onlara yaşattıklarımızla yüzleşmekten uzaklaştıran tartışmalar.
Tarihi birbirinden kanlı, acı olaylarla dolu olan Türkiye Cumhuriyetinin, en karanlık noktalarından biri Ermeni soykırımı. Fransız parlamentosunun yasayı kabulü ile soykırım, televizyon programlarıyla, gazete haberleriyle, soykırıma dair fotoğraf albümleriyle gündemimizde önemli bir yer teşkil etmeye başladı. Bu konuda yayınlanan açık oturumlar kendi içinde bazı sorunlar barındırıyor.
Açık oturumlara farklı görüşlerden insanlar ve Ermeni halkından temsilciler davet ediliyor. Program katılımcıları genel itibariyle soykırımın yapılmadığını, aslında Türklere soykırım yapıldığını, atalarına hakaret edildiğini ve Fransa'ya yaptırım uygulanmasını savunuyor.
Atalarının yaptığı katliamlardan utananlar utanç duyuyorlarsa şayet özür dileyerek ve tarihle yüzleşerek bundan kurtulabilirler. Atalarının onuruna düşkün olanlara, pek düşkün oldukları atalarının bu onurunu biraz da Ağırnaslı Ermeni Armen'e yani Mimar Sinan'a borçlu olduklarını hatırlatmak gerek...
Programa katılan Ermeniler'de soykırıma uğradıklarını, yaşadıkları acının tarif edilemez olduğunu, soykırımın yanı sıra yaşananların insanlık dışı olduğunu, kadınlara tecavüz edildiğini, insanların işkenceye uğradığını, mal varlıklarının yasal/yasadışı yollarla gasp edildiğini anlatmak zorunda kalıyor.
Çok söze gerek yok aslında, 1915'te yaşananlara dair resmi belgeler ve yaşayanların yazdıkları hatıratlar meseleyi tam anlamıyla ortaya koyuyor.
Yaşanılan acının kendisini taşımak bile çok zorken, Ermenilerden bunu hatırlamaları isteniyor. Hatta hatırlamalarından ziyade, acılarını resmi tarihin içine gömüp unutmaları isteniyor. Ermenilere yaşadıklarını unutmaları, üzülmemeleri, tarihlerini yok saymaları öğütleniyor.
Türkiye dışında yaşayan Ermeniler ile aralarına mesafe koymaları, göç eden akrabalarına, hemşerilerine, komşularına düşman gözüyle bakmaları talep ediliyor. Anlayacağınız kadim hastalık devam ediyor: Ermeni'ye nasıl Ermeni olacağını öğretmeye devam...
Acısını, başına gelen felaketi anlatmak zorunda kalan ve Türkiye'de yaşadığı için hep dengeli konuşmak zorunda kalan Ermeniler, yaşadıklarının verdiği metanet, olgunluk ve sabırla söylenen her şeyi büyük bir olgunlukla karşılıyorlar ve meramlarını anlatmaya çalışıyorlar.
Bir halka acılarını sürekli hatırlatarak, sürekli bir travma içinde yaşamalarına sebep oluyoruz. Acıyı hatırlamalarını isterken bir yandan da, unutmalarını hiç bir şey olmamış gibi yaşamlarına devam etmelerini istiyoruz.
Onlardan bir imkânsızı başarmalarını istiyoruz. Bu imkânsızlığı Hrant Dink davasının görüldüğü adliye koridorlarında, Ermeni olduğu için taksici tarafından dövülen kadında, işyerinde gerçek adını söyleyemeyip Türkçe isim kullanan Ermenilerin yaşamlarında bulabilirsiniz.
Siz bu satırları okurken, bu topraklarda katledilen bir Ermeni'nin beş yıldır süren davasının 23. Duruşması görülüyor olacak, acılarını onlara bir kez daha hatırlatacağız, hoyratça! Acıya ortak olmakla, acıyı yaşamak arasında büyük bir açı farkı var. (AS/HK)