Hrant Dink davasında karar çıktı, okumuşsunuzdur.
"Örgütlü" bir suç olduğu bu kadar ortada, bu kadar elbirliğiyle işlenen bir cinayette mahkeme "örgütsüzdür" diyerek vicdanlarda hükümsüz bir karara imza attı.
Dink ailesi ve avukatları davanın daha yeni başladığını ifade ederek, bu işin peşini- elbette- bırakmayacaklarını gösterdi. Zaten savcı da örgüt suçu olduğunu ifade edip, "delillerin tam olarak bulunamaması ve kanıtlanamamasına rağmen Ergenekon ile bağlantısı olduğunu" iddianamesine yazmış.
Gelin görün ki; mahkemenin verdiği karar ortada bir "örgüt" suçu olmadığı yönünde. Tamam örgüt demeyelim o zaman, çete diyelim, olmadı mahallenin bıçkın delikanlıları diyelim. Ama kimse kimseyi kandırmasın. Etyen Mahçupyan'ın dün akşam Kanal a'ya yaptığı açıklamada ifade ettiği gibi mahkeme heyeti "Bu bir devlet işi, fazla bulaşmayın" dedi.
Ancak "Türkiye'de toplum bunu dinleyecek noktada değil bence. O eşik geçildi" diyerek sözlerine devam etti Mahçupyan.
Haksız mı?
Birkaç (iyi) çocuğun Trabzon'dan çıkıp "Türkçülük" oynamaya İstanbul'a geldiğine kim inanır ki?
O kadar da değil, gerçekten.
Bugün çıkan "gülünç" karar "devletin içindeki çeteleri" temizleme ya da artık kabul edilmiş olan "derin devleti" bitirme amacıyla yapıldıkları düşünülen operasyonların gerçekçiliğinin sorgulanmasına neden olur.
"Hükümete karşı" yapılanmalar ve işlenen suçlar "örgütlü" ancak insanlığa karşı işlenen suçlar ise "örgütsüz"dür diye bir tablo çıkar ortaya.
Sessiz çığlık
Dün mahkemenin verdiği adaletsiz karardan sonra, eylem şekillerinde bir değişiklik olur mu bilinmez ama önceden yapılan açıklamalara göre, yarın (19 Ocak Perşembe) saat 13:00'de Hrant'ın Arkadaşları Taksim Meydanı'nda toplanacak ve slogan atmadan, pankart ya da flama taşımadan, 'sessiz bir çığlık' olup, seslerini Hrant'a ve asıl duymayı gerekenlere, sağır kulaklara duyuracaklar.
Hrant'ın ifadesiyle "yargara yapmadan, patırtıya vermeden, acılarını onurla sırtlayıp" taşıyacaklar.
Gerçek sorumlular gün yüzüne çıkartılmadan, cezalandırılmadan, sırf kılıfına uydurulmak için verilen her karar sırtlarında taşıdıkları bu acıyı çoğaltacak.
Birçok açıdan "hastalıklı" diye nitelendirilebilecek toplumumuzda, gerçek katiller cezalandırılmadıkça, algılarını sabitlemiş ve hiçbir şekilde gerçekle yüzleşmeyen, başkalarının yüzleşmesini dahi reddeden, "dokunan yanar" zihniyetine kul ve köle olan kesimler, belki bugün de duymayacaklar bu sessiz çığlığı.
Hiçbir zaman Hrant'ı okumamış, onu dinlememiş, verdiği savaşı görmezden gelmiş kimseler, kulaktan duyma bilgileriyle içten içe "oh olsun" diyecekler belki de.
Hastalıkları, yeni hastalıkları doğuracak. Yeni düşmanlıkları, belki de yeni cinayetleri, yeni çocuk "katiller"i, "çocuk"ların ardında gizlenen yeni "kahramanları", cellatları...
Oysa Hrant çözümün tek yolu olduğunu söylemişti; diyalog.
Önce "Ermeniler Türklerin doktoru, Türkler de Ermenilerin doktoru. Bunun dışında doktor ilaç hekim yok. Diyalog tek reçete. Doktor da birbirlerinin doktoru! Bunun dışında bir çözüm yok yok ve yok!" sözlerini duymayı reddetti sağır kulaklar.
Önce dialog diyordu Hrant
Sonra "Yaşı kaç olursa olsun; 17 veya 27, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim..." diyen Rakel Dink'in sözlerini yok saydılar. "Hepimiz Hrant'ız" ve "Hrant için Adalet!" seslerini de duymadılar. Hiç duymadılar.
Fransa'daki soykırım yasasının oylanmasından sonra Ermeni düşmanlığı bir kez daha gündeme geldi.
Bu kez sadece Ermeniler değil Fransızlar da nasiplendi bu nefret söyleminden. Tehditler uçuştu havada, kelimeler bir tüfekten fırlayan saçmalar gibi etrafa dağıldı.
17 yaşındaki çocukların zihinleri "intikam" duygusuyla tanıştı. Bu tür öfke nöbetleri ve devamında büyüyüp gelişen söylemler, farklı bir fikir beyan edenlerin, tüm öfke ve şiddeti bir mıknatıs gibi üzerlerine çekmelerine neden oluyor.
Hrant Dink belki de bu hastalıklı tutumun en bariz örneği oldu. Ermeni Diasporası ile diyalog sağlanmadıkça, bugün "intikam" duygusuyla büyüyen çocuklar da yarın televizyonda birilerini izleyip, sinirlenip, memleketlerini terk-i diyar eyleyip, büyük şehre gelebilirler!
Bu çocuklar da halkların barışını savunan bir insana kurşun sıkıp, sırf bu nedenle bazıları için "kahraman" sayılabilirler.
Hrant Dink, Ermenilerle Türkler arasındaki gerilimi sadece bu iki halkın birbirilerinin doktoru olarak çözebileceklerine inanıyordu. Ne Fransa Senatosu, ne Amerikan Senatosu doktor olabilirdi O'na göre. Olamaz da.
İfade özgürlüğünü kısıtlayarak ne Türkiye, ne Fransa gerçeği değiştirebilir. Ve aslında tek önemli gerçek barış ortamı sağlanmasıdır.
Yoksa meclislerden çıkan ya da çıkacak bu tür kararlar, bıçakların daha da bilenmesine ve çocukların "büyüklerinden" düşmanlığı öğrenmesine neden olur.
Su çatlağını bulur
Yukarıda alıntılar yaptığım "su çatlağını buldu" adıyla izlenebilecek videoda Hrant Dink, bir Ermeni teyzenin ölümünün ardından yaşanılan bir hikayeyi anlatır.
Dinleyen herhangi bir insanın vicdanını sızlatan bir hikayedir bu. Yine, 2005 yılında Bilgi Üniversitesi'nde yapılan tartışmalı Ermeni konferansındaki konuşmasında bu hikayeyi tekrarlar ve ekler;
"Evet biz Ermenilerin bu topraklarda gözü var çünkü kökümüz burada ama merak etmeyin bu toprakları alıp gitmek için değil bu toprakların gelip dibine girmek için..."
Hrant Dink, 2006 yılında Alman Stern Dergisi Kurucusu Henri Nannen adına verilen "Henri-Nannen Düşünce Özgürlüğü ve Cesur Gazetecilik Ödülü"nü alırken Türkiye'nin Avrupa'dan göründüğü gibi "karanlık" bir ülke olmadığını anlatmıştı. "Bu iki halkı barıştırmak için" önüne gelecek herhangi bir engele karşı savaşacağını dile getirip, "Sizlere ülkem adına da teşekkür ediyorum" diyerek bitirmişti konuşmasını.
O gün sahneden alkışlarla inmişti.
Bu konuşmanın ardından daha bir yıl geçmeden 19 Ocak 2007'de "karanlık" olmadığını söylediği ülkesinde kurşunla sahneden indirildi. "Su toprağını buldu" doğru ama adalet hala bir labirentin içinde, hala yolunu arıyor.
Bu yazıyı hüzünsüz bitirmenin bir yolu yok. Hatta geriye dönüp bakıyorum da hüzünsüz, isyansız, mutlu mesut bitirdiğim hiç bir yazım yok. Daha 35 kişinin ölümünün acısı hala yüreklerde, arkasında bıraktığı sorular hala cevapsız.
Yarın sadece Hrant için değil, TSK'nın bombalarıyla hayatlarını kaybeden 35 Kürt kardeşimiz için de toplanalım.
Yarın gözaltında öldürülenler için de toplanalım.
Yarın Diyarbakır cezaevinde yapılan kazılarda kemikleri bulunan, katledilip gömülen insanlar için de toplanalım.
Yarın tüm ölülerimize ağlayalım; Ermeni, Kürt ve Türk.
Tüm ölüleri aynı toprağın altına gömdüğümüzü ve bizim de yanlarına gideceğimizi unutmadan, hep birlikte.
Acılarımızı yüklenip yan yana yürüyelim, sessizce.
Yürüyerek yolları aşındıralım adalet için, özgürlük için, barış için... (SK/HK)