On Ekim’den bugüne yaklaşık üç hafta geçti.
Azalır gibi oldu sanki ama hala acıyor içiniz…
Belki uykunuzda gördüğünüz kötü düşlerle, belki gün içinde koştururken kimi zaman bir tetikleyiciyle anımsıyorsunuz yaşanan katliamı, kaybettiklerinizi.
Çekinmeyin, yakınlarınıza üzüntünüzü, hissettiklerinizi anlatın…
Arkadaşlarınıza, anlayabilecek olanlara, yakınlarınıza “gösterin yaranızı”.
Olmadı, kendinize anlatın hissettiklerinizi bir kez daha ve hemen ardından bu acıyla başa çıkabileceğinizi kendinize söyleyin.
Böylece sarın yaranızı, durdurun kanamayı. Yakınlarınızın size ”dokunmasına”, acınızı paylaşmasına izin verin. Yakınlarınıza “dokunun” ya da nasıl olduklarını, konuşmak isteyip istemediklerini sorun.
Acınızdan, acı çekiyor olmaktan utanmayın.
İnsansınız çünkü… İnsansanız eğer acı çekeceksiniz.
Patlamaya doğrudan tanık olsanız da olmasanız da.
O gün Ankara da olsanız da olmasanız da…
*
“bu kaçıncı ölmem hain!”
Evet, orada Ankara Garı önünde siz de olabilirdiniz.
Zaten orada olan… yaralanan, ölenler “sizdiniz”.
Biliyorsunuz bunu.
Bu yüzden acınız, korkunuz, öfkeniz, derinden gelen çığlığınız bunun için.
“Sizdiniz” zaten oradakiler.
Belki ölenlerin arasında tanıdıklarınız vardı. Arkadaşınızı/yakınınızı yitirdiniz. Belki doğrudan tanıdığınız, karşılaştığınız kimse yoktu ölenlerin arasında.
Patlamadan önce adlarını bilmediğiniz, hiç karşılaşmadığınız, tanışmadığınız, ama ölen arkadaşlarınız, yoldaşlarınız sizdiniz.
Bu yüzden bu kadar acıyor içiniz.
“Siz” öldünüz o gün zaten…
Bunun için ağladınız, hala ağlıyorsunuz belki…
Sonra gömdünüz toprağa yoldaşlarınızı, kendinizden bir yanı...
Törenlerine katılsanız da katılmasanız da.
*
Belki 10 Ekim’de mitinge katılmak/gitmek geçti aklınızdan, gitmediniz ya da gidemediniz.
Bir işiniz vardı belki, belki üşendiniz.
Sonra,
Gitmediniz işte…
Ya da gittiniz de bomba patladığında miting alanına uzaktaydınız. Mitinge yetişmeye çalışıyordunuz, bir araçtaydınız belki, belki yürüyordunuz oraya doğru.
Ya da patlama yerinde/yakınında ama daha uzağındaydınız.
Suçluluk duymayın, neden orada değildim diye, neden “böyle” davrandım, “neden bana bir şey olmadı” diye.
Zaten patlamanın olduğu yerde de daha önce de toplanmamış mıydınız? Başka şehirlerde, başka mitinglerde? Benzeri bir amaç için.
Ya da oradan geçmemiş miydiniz benzeri bir başka miting için?
Zaten Ankara Garı önünde, Suruç’ta ya da Roboski’de bombalanıp ölen de , Şırnak’ta zırhlı aracın arkasında sürüklenen de , Cumartesi Anneleri’nin aradıkları kayıpları da, Madımak’ta yakılan da “siz” değil miydiniz daha önce?
Kızılay meydanında “destan yazan” polislerin öldürdüğü Ethem de sizdiniz, siz olabilirdiniz, belki de oradaydınız zaten… ya da Ali İsmail, hani o güzel bakışlı, güzel gözlü çocuk…” durumdan vazife çıkaran” esnafın da desteğiyle dövülerek öldürülen, ya da Berkin, annesini yuhalattıkları güzel çocuk, Ya da Ahmet, Medeni, Mehmet ve diğer ölülerimiz…
Derin bir nefes alın şimdi… Derin bir nefes…
Anımsayın hayat böyle işte, acı var, bizler için daha çok var. Biz seçtik bunu, bu bizim seçimimiz, “insan olmayı” seçtik, gözlerimizi daha çok açmayı, daha çok görmeyi, daha çok duymayı, daha derinden hissetmeyi, kötülüğe karşı daha yaşanabilir bir dünya için mücadele etmeyi, daha çok, daha çok, daha çok…
*
Ülkemizde olağan ne? Olağandışı nerede başlıyor diye uzatmamalı. Ancak anımsayalım ki olağandışı durumların ardından travmanın yükü geride kalanları sarıp sarmalar.
Tabii ki herkeste farklı biçimlerde ve düzeylerde; istenmedik, daha önceden olan/olmayan duygu düşünceler açığa çıkabilir. Kaçınma, tepki verme düzeyi ile ilgili farklılaşmalar, uykuya dalma ile ilgili güçlükler ya da uykusuzluk, kabuslar, insanlardan uzaklaşma, yabancılaşma, öfke patlamaları ya da daha başka sıkıntılı durumları yaşayabilir geride kalanlar.
Olağandışı durumlarda ya da değil kayıplarımız için yas kaçınılmazdır. “Travmanın ardından” yaşananlar “uzakta ya da yakında” olmaktan bağımsız olarak yüreğine yük getirir insanın.
Bu yükü taşımak gerekiyor. Taşımak ve o yükü unutmadan ama “yüke teslim olmadan” yaşamak gerekiyor işte. Kolay değil ama yapabiliriz, yapmalıyız.
Yalnız olmadığınızı bilin.
Karşı koyamadığınızı düşündüğünüz anda yardım istemekten çekinmeyin. Gerekiyorsa profesyonel bir destek almaktan kaçınmayın.
Dostlarınızın arasında yerinizi alın, “birbirinizin yarasını sarın”. Aramaktan kaçındığınız arkadaşlarınızı arayın, hallerini sorun.
Daha çok yalnızlığı seçmeye başladıysanız eğer, kalabalığa karışın yeniden.
Dinlenin, sevdiğiniz şeyleri yapın…
Alışmak değil bu, başa çıkmak.
Tabii ki unutmayacağız.
Yüreğimizde bu acı ile yaşamayı öğreneceğiz.
Geçecek…
Yasımızı tutacağız ama yaşamdan ve doğru bildiklerimiz için mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz de. (HB/YY)