“…Perdenin önünde gözlerimi kapama özgürlüğüm yoktur çünkü açtığımda aynı resimle karşılaşmam” diyor Barthes. (1)
Kaçırma endişesiyle küt küt atan kalbimiz, enformasyon karşısında kayboluşumuz. Karmakarışıklığın, parlaklığın ortasında gözlerimizi kısarak bir şeyleri seçmeye çalışmamız, sanal hareketliliğin ve hızlılığın karşısında felç olmamız, yorgunluğumuzu anlamayacak kadar kendi hayatlarımıza yabancılaşmamız.
Her şeyin görünür olmak zorunda olduğu bir çağda, kendi yüzümüzle görünmemizin baskısı ve neredeyse birbirinin aynı maskelere doğru canhıraş halde hırsla koşturmamız. “Şeffaflık insanı camlaştırır. Şiddeti de buradadır. Şeffaflık aynının cehennemidir, hizaya getirmenin adıdır” diyor Byung- Chul Han, Şeffaflık Toplumu’nda. Göğe bakma durağında (!) dahi koca puntolarla yazan: Görünür olmak zorundayız yoksa yok sayılırız.
“‘Kişi’ (Latince persona) sözcüğü esas olarak “maske” anlamına geliyordu. Maske, içinden geçerek çıkan sese bir karakter, biçim ve şekil verir. İfşa ve çıplaklaşma toplumu olarak şeffaflık toplumu her tür maskeye, görünüşe karşı faaliyet gösterir.”
Nereye kaçacağız o halde? Kendimize?
Mümkün değil diyor Han. “Sergileme zorlaması sonuçta bizi yüzümüzden eder. Kendi yüzümüz olmak mümkün değildir artık.”
“İnsan kendisi için bile şeffaf değildir. Ötekinin şeffaf olmayışıdır ilişkiyi canlı tutan.” Sanırım, zarafetle mesafeyi korumaktan ileri gelen huzurlu bir ilişki kast ediliyor.
George Simmel’dan aktarıyor Han: “İlişkilerdeki, göz önüne serilmiş olanın ardında hep bir sonrakini, nihai olanı sezen ve buna hürmet eden verimli derinlik.”
Hürmet, şükran, nezaket, arada boşluk bırakarak, içerde, zihinde olan tüm “ben”lerin çarpışmasına izin vermek. Halil Cibran’ın, Ermiş’te aşkı anlatırken, korunması gereken mesafeyle anlattığı: “Fakat bırakın mesafeler olsun birlikteliğinizde. (..) Bırakın ruhlarınızın kıyıları arasında dalgalanan bir deniz olsun aşk.”
Gölgemizin başka gölgelerle üst üste gelmediği kendi alanlarımız: “İnsan ruhu, görüldüğü kadarıyla, ötekinin bakışından uzak, kendi başına kalabileceği alanlara ihtiyaç duyar. Geçirgenlikten yoksun olma gibi bir özelliği vardır. Bütünüyle ışıklandırılması yanmasına ve bir tür ruhsal tükenişe yol açacaktır. Sadece makineler şeffaftır. Şeffaflık kişisel alanın tümüyle elden çıkarılmasını talep eder.”
Acımasız şeffaflık diktatörlüğü altında, sınırsız özgürlük ve iletişim topyekun kontrol ve gözetime dönüşmüşken, şeyler karanlığın içinde değil aşırı ışık altında ortadan kaybolmaktadır. Karanlık ya da sessizlik içinde kaybolmuyoruz, aşırı iletişim çağının, sır bırakmayan ışığı altındaki pornografik enformasyon yığınları arasında kayboluyoruz.
Pürüzsüz, dümdüz akan bir nehir, nehir midir? Arada hızlanması arada yavaşlamasıdır onu nehir yapan ve seyre daldırmasını güzel kılan. Şeffaflık toplumu, şeylerin, her türlü olumsuzluktan arındırılmasını, pürüzsüzleştirilmesini, düzleştirilmesini sağlar. “Sermayenin, iletişim ve enformasyonun pürüzsüz akıntılarına direnç göstermeksizin katıldıklarında şeffaflaşırlar.” Han buna örnek olarak, sosyal medyanın Like/ Beğendim seçeneğinin alternatifi olan Dislike/ Beğenmedim seçeneğini sunmamasını verir. Her türlü olumsuzluğa, sistem kördür. “Şeffaflık kendi başına olumludur. Mevcut siyasi- ekonomik sistemi kökten sorgulayabilecek olumsuzluğu içermez.” İzlemediğimiz savaş yok artık. İzlemediğimiz bir barbarlık yok. “ ‘Hiçbir sahne kalmadığında ve her şey acımasız bir şeffaflığa kavuştuğunda’ (J. Baudrillard) toplum müstehcenleşir.”
Olumluluk toplumu, boşluklara ve mesafelere izin vermez. Misal, “Narsisisti, kendinden uzaklaştıran bir boşluk yoktur” diyor Han ve Sennett’tan aktarıyor: “Narsisist, tecrübe kazanma peşinde değildir, bir şeyi yaşamak ister- karşısında çıkan her şeyde kendini yaşamak.” Boşluk, insana ikamet edeceği alan bırakır. Heidegger’in tanımıyla, ikamet etmek kökeninde “huzurlu olmak, huzura kavuşmak, huzur içinde kalmak” anlamına gelir. Bizler neredeyiz, nerde huzura kavuşacağımız kendi içimiz? Her şeyin sergilenmek zorunda olduğu dolayısıyla bedenin bundan muaf olmadığı gerçeği. Şeffaflık dayatması altında, “bedenin içinde ikamet etmek mümkün değildir. Onu sergilemek, böylece sömürmek gerekir.”
Durmadan akan twitter, facebook sayfası. Her şeyden haberdarız, her şey göz yoracak kadar şeffaf. Nedir bundaki arıza?
Han, olumluluk toplumunun, parlak bir yüzeye sahip olduğunu söylüyor. Like/ Beğendim’li, olumluluk toplumu; tefekkür, tekrar inceleme, üzerinde düşünmeye yol açan kırılmışlıktan yoksundur. Oysa anlam, yavaşlıktadır. Enformasyon ve iletişimin hızı yavaşlıktan haz etmez. Enformasyon yığınından ortaya hakikat çıkmaz. Bunlarda yön ve anlam eksiktir.”
Şeffaflık toplumu, hem kurban hem fail olduğumuzu söylüyor ve son olarak, “özgürlüğün kontrol olduğu ortaya çıkıyor.” Kontrol altında olmamız için yaşadığımızı sandığımız “özgürlük.” Anlamının üzerimize bir güzel boca edildiği, kusurunun fark edilmediği iç içe geçmiş hayatlarımız. (FG/HK)