"Acı" bir duygu. Ama farklı bir duygu. Pek çok "acı" türü, dolayısıyla onların her birine denk pek çok da "duygu" var. Hiç kimsenin acısı diğeriyle kıyaslanamaz. Hatta aynı kişinin iki farklı "acı"sı da birbiriyle kıyaslanamaz. Ölüm acısı, yok olanın acısı ise hiç birisiyle kıyaslanamaz! Giden gelmez çünkü.
Dünyada çok acı var; her yer acılarla dolu! Yaşam hep "acı"larla dolu. Örneğin "Sakine Aştiyani" bu yazı yazıldığı sıralarda İran'da "asılmış" olabilir! Hiçbir suçu yokken üstelik... Onun asılması yalnızca onu değil, "acı"ları hissedebilen herkesi acıtacak.
"Acı"lara karşı duyarlı olanlar, onları gerçekten hissedebilenler daha çok acıları daha çok yaşıyorlar ve daha çok acı duyuyorlar. İşin aslı bu!
Yanılıyor da olabilirim; ama bana öyle geliyor ki tüm yaratılar, yaratma sürecinde yaratanına acı verir. Dokuz ay karnında büyüttüğü bebeğinin doğum anı bir anne için acı ve ağrı doludur. Bir tek o sırada dayanır insan acıya. Çünkü yaratmak o acıya karşın bir haz verir aynı zamanda.
"Acı"yla "haz"zın aynı sinirlerle, aynı sinir yollarıyla algılanıyor olması da belki bunun birbirine dönüşünü, geçişini kolaylaştıran, doğanın bulduğu çözümlerden birisi.
Hayalleri paylaşmak...
Gözümün önünde capcanlı duruyor artık aramızda olmayan sevgili Bülent Arınlı...
Latife Tekin'in "Unutma Bahçesi"nde her köşesini, dip bucağını anlattığı Gümüşlük Akademi'sindeki "gölet"in kenarında toplanmıştık. Bülent heyecanla anlatıyordu. Anlatmıyor sanki yaşıyordu. Elleri, kolları, tüm vücudu inandığı, yapması gerekeni, yapmayı kafaya koyduğuna tanıklık ediyordu. Beyninin içinde çoktan çekip, kurguladığı ve belki de sonunu bağladığı "belgesel filmini" bizlerle paylaşıyordu. Girit'ten kalkıp Bodrum'a gelenlerle, Halikarnassos'dan kalıp Girit'te "Nea Halikarnassos"su kuranları geldikleri ve gittikleri biçimde görüntüleyecek, onlara bu sırada hissettiklerini ve görüntüleri çektiği zamandaki yaşadıklarını anlattıracaktı.
Kapılıp gitmiştim onun anlattıklarına... Hayalini paylaşmıştık hepimiz. O kadar gerçekti ki... Duyarsız kalmak, katılmamak "tarihsel bir sorumluluğu" doğuracaktı sanki.
Çok istememe karşın, hatta söz vermeme karşın katılamadım o hayali gerçekleştirmeye.
Ama sevgili Şehbal, Bülentin yaşam ve uğraş arkadaşı onun başlattığı hayali gerçek kıldı.
Onun "gerçek kıldığı" hayali 13. Belgesel Film Festivali'nde izledim, izledik!
Bize oyun ettin Bülent....
Adı "Bizim Mahallenin Giritlileri"ydi, Bülent Arınlı'nın kendinden sonra gerçek kılınan o hayalin. 98 dakikalık kocaman bir "belgesel" filmdi; yarına kalacak olan.
İlk gösteriminde İstanbul dışında olduğum için izleyememiş ve hayıflanmıştım.
Belgeselin girişinde sevgili Bülent bizlerle birlikteydi.
Belleklerimizde olduğu şekliyle capcanlı duruyor, soruyor, anlatıyor, paylaşıyordu...
Gözlerim yaşardı. İsyan ettim, onun ve yaşamın bize oynadığı bu oyuna...
Neden? Neden sanki gitti? Yanıtın ondan gelmeyeceğini biliyordum ama yine de içimden sordum ona... Onu sevenler içimizden aynı sözleri yineledik: "Bize oyun ettin Bülent!"
Acı.... Güzellik...
Her şey vardı ama, "acı" vardı o bir buçuk saati aşkın güzellikte en çok.
Oturduğum koltukta onu yitirmenin acısına, onun gösterdiği acılar eklendi...
Belgeselin sonuna geldiğimde ise hepsinin büyük bir "güzellik" olduğunu fark ettim. Yaşamı yaşayabilmek, sürdürebilmek, hatta yeniden başlayabilmek için gerekli olan bir güzellik.
Sevgili Şehbal filmin sonunda yaptığı konuşmada belgeseli izlerken hissettiğim o "acı"lardan söz etti. "Çok acı var bu topraklarda" dedi; "biraz eşeledikçe ortaya dökülüyor birer birer" dedi.Oysa ben bu filmden yola çıkarak varmıştım o"acıya" dair düşüncelere.
Kendime kızdım; çünkü insan aklı unutmakla "malûl"!...
Başka bir açıdan bakılırsa, yaşamın sürmesi için çok gerekli unsurlardan birisi "unutmak"... Bir anlamda "unutmak" tedavi ediyor, yaşamayı kolaylaştırıyor... Ama aynı oranda da yanlışların, hataların yinelenmesinin en büyük nedeni de... Unutmuşum ben de o anda...
Şehbal bu sözleri söyleyince yeniden anımsadım.
Gerçekten de öyleydi. Onların yönetip çektiği son dönemdekileri izlediğim, tanık olduğum belgesellerin hepsi de öyleydi: "Adige", "Unutulmuş Zamanlar", "Kırlangıcın Yuvası", "Vatandaşlık Halleri", "Aramızdan Birileri", "Bizim Mahallenin Giritlileri"...
İşte o zaman bir ışık doğru beynimde: Acılarla baş edebilmek için o "acılardan güzellikler yaratmak" gerek. Bülent Arınlı, Şehbal Şenyurt ve tüm SuFilm ekibi bunu çok iyi başarıyor.
Rumca şarkı..
"Alnımıza yazılmış bizim tanış olmamız / Dertleri paylaşmamız, acıları sormamız"
Belgeselde de dile getirilen Rumca şarkı böyle diyor... Çünkü ancak öyle varolabiliyoruz. Dertleri paylaşmamız, acıları sormamız, anlamamız gerekiyor. Güzellikler ancak bundan sonra çıkabiliyor. Onun için paylaşmak istedim ben de... Paylaşılması gereken pek çok şey olduğunu bildiğim halde "acı"ların paylaşılınca küçülüp, yaşamayı daha kolay kıldığı için bunu yapıyorum.
"Bizim Mahallenin Giritlileri" belgeseli; 1850'lerin sonundan itibaren ve özellikle Cumhuriyetin Kuruluşunun ardından, mübadele döneminde yoğunlaşan Bodrum'daki Girit Göçmenleri ile Bodrum'dan Girit'in Kandiya iline giden Bodrum Göçmenlerini konu alıyor. Onların hem Girit'te, hem de buradaki yaşantılarını, yaptıklarını ve yapmadıklarını ortaya koyuyor. Kökleri Bodrum ve Girit topraklarının derinlerinde olan birbirilerinin aynı yan yana geldiklerinde, hangisinin Türk, hangisinin Giritli olduğu ayırt edilmeyen, birer kardeşten öte birbirinin "aynı"sı olan iki kesimin, yine yaşadıkları benzer olayları anlatıyor. İşte o olaylardır acı olan, o olaylardır acıları doğuran... Onları bilmek ve bilmezden görmezden gelmektir insanı acıtan da!..
Belgeselin tanıtımında da dendiği gibi belgeselde "iki Akdenizli mahalle sakinlerinin yaşamlarını, göç ve mübadelenin hüzünlü anılarını" izledik, onlardan olduk, onlarla olduk:
"Bu mahallelerden biri; Halikarnasoss, yani bugünkü adıyla Bodrum'un Giritli mahallesi olarak da anılan "Kumbahçe" mahallesi; diğeri, Girit'in Kandiya kentinde mübadeleden sonra oluşturulan Nea Halikarnasoss'dur. İki taraf da hem adalı hem Anadoluludur. İkisi de göç ve mübadelenin çocuklarıdırlar. Ve hafızalarında geldikleri toprakların tadı; ulaştıkları topraklarda tutunma mücadelesinin öyküleri; söylenceleri sızlamaktadır. Dilleri ortak, dansları, türküleri, tarihleri ortaktır."
O şarkının söylerini yineleyerek bitireyim: "Aynı tanrı gönderdi bizleri, Türkçükler ve Rumcuklar / Ondan sevişmeliyiz sanki kardeşmişizcesine" (MS/EÖ)
(*) "Bizim Mahallenin Giritlileri" belgeseli, Türkiye / 2010 / 98' / DVCam / 16:9 / Türkçe / İngilizce alt yazılı
Yönetmen: Bülent Arınlı / Şehbal Şenyurt / Yapımcı: Şehbal Şenyurt / Kamera: Bülent Arınlı, Mustafa Varlık / Kurgu: Mustafa Varlık / Proje Koordinatörleri: Yüksel Selek, Zehra Denizaslanı
Bağlantı: http://www.sufilm.net