Basının iki temel görevi, haberleriyle kamu adına her tür iktidarı denetlemek ve gerçeğe ulaşmak için her türlü görüş ve sesin kamuya ulaşmasını sağlamaktır. Bu görevlerden biri sınırlamaya uğrarsa ülkede basın ve ifade özgürlüğü, dolayısıyla demokrasiden söz etmek imkansız hale gelir. Bugün gazetelere, haber ajanslarına, televizyon ve internet sitelerine getirilen sansür, kısıtlama ve baskılar özgür medyanın işlevini hedef almaktadır. |
(Derin bir soluk alıyoruz önce ve “yeniden” silahların konuşmaya başladığı, ister türk ister kürt fark etmez ama illaki yoksul çocuklarının öldürüldüğü/öldüğü “seçim sonrası” günlerde kendimizi bir taşeron -hadi daha yakın tanıdığımızı sandığımız- sağlıkçı taşeron işçiler yerine koyuyoruz).
2015 başları, ülke genel seçimlere gidiyor, talepler-vaatler giderek belirginleşiyor.
Daha yakından bakınca farklılıkları (hem de çok) olmakla birlikte iki ana kutup görülüyor: dört yüzü verin bu iş huzurlu bir şekilde başkanlık sistemine ersin’cilerle nihayetinde “seni başkan yaptırmayacağız”’cılar.
Aldıkları oylarla 400’e ulaşılmasını engelleyenler net bir başarı elde etmiş durumdalar. 550 milletvekilinin (132, 80, 80) 292 sini kazanmışlar.
Parti adı yazmadık, çünkü taşeronlar için fark etmiyor. Bildikleri taşeronluğu kaldırmak için 292 milletvekilinin onların (da) oylarıyla seçildiği ve TBMM’de kendileri lehine kalkacak 292 el’e sahip oldukları. (Olur da önümüzdeki günlerde herhangi bir el ya da parti şu ya da bu gerekçeyle süreci uzatır, kıvırtırsa, o el kime/hangi partiye aitse o zaman onun adını dağa taşa yazacaklar: ‘bizi sattı’ diye.)
Bu 292 ile ne olur?
Misal: taşeronluk sistemi son bulabilir!
2002'de sağlık alanında 20 bin civarında olan taşeron 2015’e gelindiğinde 150 bini geçmiş durumda. Yani 2002’den bu yana kurulan Hükümetler Türkiye Cumhuriyeti’ni taşeron cumhuriyetine çevirmişler.
Şart mıdır? Kutsal kitaplarda ‘çalışanları taşeron yapın’ diye mi yazıyor?
Yooo… Peki Anayasa’da mı yazıyor? Hayır.
Kim söylüyor? Uluslararası güçler, Dünya Bankası, IMF vb.
Kim yapıyor? Dünya Bankası’nın, IMF’nin dediğini kutsal kabul edenler, paraya tapanlar, alın terini/emeği sömürenler yani Dünya Bankası’nın taşeronu olanlar.
O halde değişebilir mi? Tartışmasız. Öncesini geçtik, son iki yıl içerisinde Tuzla’da, Soma’da, Ermenek’te, asansör “kazasında”, sağlık kuruluşlarında ölen taşeron işçiler “sayesinde” artık biraz vicdan sahibi olan herkes kabul etmiş durumda; istese de istemese de. Taşeronluğun ne kadar kötü olduğunu anlatmak için vakit kaybına gerek yok artık, ölen taşeron işçilerle, kanla, canla bu kabul ettirilmiş ve seçimlerde söyletilmiş durumda.
Neyi kabul ettirmiş ve söyletmiş durumda taşeron işçiler? Bu rezil ‘modern’ kölelik sisteminin kaldırılmasını. Dikkat edin düzeltilmesini değil kaldırılmasını ve mevcutların kadroya alınmasını.
Nasıl olacak?
Misal: Cumhurbaşkanı başdanışmanı Burhan Kuzu (erken seçim formülleri için) söylüyor: “Barajı yüzde 7’ye indirebiliriz. Bu seçime de yetişir. Bu seçimde uygulanması için Anayasa’da hüküm için geçici madde konulur, ‘İşbu seçimde uygulanmaz’ denir..”
Demek ki neymiş? İstenirse neler neler olabiliyormuş. Yani eğer 132, 80, 80 milletvekili isterlerse, yani verdikleri söze sadıklarsa ve taşeronluk sisteminin kaldırılmasını, mevcut taşeronların kadroya geçirilmesini (asgari ücretin arttırılmasını, vergi dışı bırakılmasını, emekliye iki maaş ikramiye verilmesini..) yaşamsal ve acil buluyorlarsa 132, 80, 80’i 292 olarak “tek”leştirir ve gereğini yaparlar. Burhan Kuzu kadar yaratıcı olacaklarını umuyor, daha ötesi bekliyor taşeron işçiler. Kuşkusuz Kuzu’dan önemli bir farkla: Bu yapacakları adaletin, emeğin hakkının gereği.
Türkiye’de halen beş, on değil, bin değil, on, yirmi bin değil yüzbinlerce taşeron ve milyonları aşan aileleri var. Bu emekçiler iki işte çalışarak her geçen gün ölüyorlar, sağlıklarını kaybediyorlar, ömürleri tükeniyor. Kısacası bekleyecek zaman da yok, sabır da.
Taşeron çalışanlar da o ya da bu etnik kökenden, o ya da bu mezhep ya da siyasi görüşten. Ancak hissediyorlar yeniden silahlara sarılmanın aslında onların taleplerinin de karşılanmaması için olduğunu. Biliyorlar, taşeronluğu kaldırmaktansa taşeronları ve çocuklarını çatışmalarda/savaşlarda öldürmeyi tercih eden bir sistemde yaşadıklarını.
Son yıl içerisinde gündeme giren taşeron sendikalarının da görevi belli: İşin ucundan tutarak değil, seçime giren üç partinin “taşeronu kaldıracağız, kadroya alacağız” dediği bir anda şu ya da bu hak, toplu sözleşme için değil öncelikle bu sistemin kaldırılması için çaba harcanır. “Bu iş olmaz, o seçim vaadiydi, yapmazlar” değil “yapmazlarsa hesabını sorarız” diye sendikacılık yapma zamanıdır.
7 Haziran’da seçim bitti ama taşeronlar için yeni bir süreç başladı. Önce 132, 80, 80’i ziyaret ediyorlar, milletvekillerini çalıştıkları yerlere davet ediyorlar ve “bu işle ilgili” ne yaptıklarını soruyorlar, “işin peşinde olduklarını” hatırlatıyorlar, takiben Genel Başkanlarıyla görüşerek hemen/bugün ne yapacaklarını öğrenecekler. (292’nin ötesi yani 550’nin geriye kalanını da ziyaret edecekler, bugün ne diyorsunuz ve ne yapacaksınız diye; randevu verirlerse..)
Elbette “beklenen” normal bir prosedür değil, durumun olağanüstülüğüne uygun bir çaba/girişim. Çünkü her bir taşeron -canlı bomba olmasa da- patlamak üzere; çevreye, başkalarına değil kendilerine ve ailelerine zarar veriyorlar patlayınca.
Şimdi taşeronun olduğu her yerde, her ilde, her kurumda imzalarla, o ilin milletvekillerini iş yerlerine çağırarak süreci pekiştiriyorlar.
Belki Eylül ayı içerisinde illerde ve hemen ardına Ankara’da taşeronlar buluşmasını yapacaklar, birlikte gelecekler… (EB/HK)