Her acil başvuru tıbbi, idari, hukuki ve etik sonuçları olan ve sorumluluk doğuran bir durumdur.
Geçen hafta başladığımız "acil 'tanı ve tedavi' hizmetleri" konusunu kaldığımız yerden sürdürelim:
Söz ettiğimiz bu koşullara bağlı "acil durum"ların sanıldığının tersine sağlık kurumlarının "olağan mesai saati"yle ya da "çalışma düzeniyle" herhangi bir ilişkisi yoktur.
Söz konusu "acil tıp hizmeti talebi" ortaya çıktığı sırada ya hemen ya da en kısa süre içinde gereğinin yapılması ve karşılanmalıdır.
Bunun kararını da kuşkusuz talep eden kişi kendisi verecektir. O başvurusunu yapar ve sorununu çözmeye çalışır. Bu başvurunun yapıldığı yerler "acil sağlık hizmet" birimleridir. Bu nedenle tanı ve tedavi hizmeti veren kurumlarda "acil hizmet birimleri" diğer "programlanabilir" hizmetlerden ayrı ve özel bir şekilde düzenlenmiştir. Bu birimlerde sürekli eleman bulundurulur ve hizmet kesintisiz "24 saat" sürer. Görevli personelin mesaileri (ki acil birimde bunun adı bu yüzden "nöbet"tir ve nöbetin gece ile gündüzle ilgisi yoktur) de buna göre düzenlenir.
Başka bir deyişle, durumu acil olan insanlar, o sırada o konuda çalışan bir "olağan muayene (poliklinik) hizmeti" olsa da daima "acil birim"lere başvurur, başvurmalıdırlar. Çünkü onların beklemeye "polikliniklerin kurallarına uygun davranma" zorunlulukları olamaz, hiçbir koşulda da olmamalıdır.
Acil hizmet "neyin var" sorusuyla başlar!
"Acil başvuru" durumlarda kişinin hemen bir hekimle karşılaşması ve durumu anlamaya yönelik bir "diyalogun, soru-yanıt" sürecinin gerçekleşmesi, başka bir deyişle bir "iletişim" işleminin (ki ne olduğunu anlamaya yönelik bu işlem de aslında "tıbbi muayene"nin bir parçasıdır) gerçekleşmesi "acil hizmet" talebinin gereğinin yerine gelmesi (en azından başlaması) olarak kabul edilmelidir.
Acil başvuru talebi kabul edildiği andan başlayarak (aslında "dile getirildiği" demek daha doğrudur; çünkü bu dile getirmeye karşın bir yanıt görevli hekim yanıt vermese de bazı sonuçlar doğacaktır) tıbbi, hukuki, etik, idari, mali sonuçları olan bir eylem gerçekleşmiş kabul edilir ve bu alanlarla ilgili çeşitli işlemler de yapılmak durumundadır. Talep hiçbir şekilde doğru ve gerçek olmasa, yani "sahih"liği söz konusu olmasa bile bu ilişki bir tıbbi, idari, hukuki ve etik fiil ve sonuçları söz konusu olur.
Başka bir deyişle kişinin bu karara neden olan durumunun, hekim tarafından "tıbbi acil" kapsamı içinde değerlendirilerek, bir özel muayene, bir tetkik, verilen bir karar, uygulanan bir ilaç ya da cerrahi müdahale yapılıp yapılmaması ve bu uygulamalarla durumun "yaşamsallığının ve öneminin ortaya konulması" o durumun hasta ya da yakını açısından "acilliğini" değiştirmez.
Dolayısıyla kişinin "acil" olarak yapılmasını talep ettiği tıbbi nedenli her karşılaşma yani bir "tıbbi acil başvuru"dur.
Böyle olunca da mevcut mevzuat çerçevesinde ve en yetkililer tarafından ayrımsız toplumu oluşturan tüm bireylere bir karşılık alınmadan sunulacağı açıkça "taahhüt" edilen bir "hak"tır.
Bu taahhüt Sosyal Güvenlik Kurumu'nun Sağlık Uygulama Tebliği'nde ve buna dayandırılarak kamuoyuna açıklanan başbakanlığın 2008/13 ve 2010/16 sayılı genelgeleri ve buna dayanan sağlık bakanlığı mevzuatında açıkça yer almaktadır.
Genelgedeki kapsam "eksik"
Ancak söz konusu düzenlemelerde "acil hal; ani gelişen hastalık, kaza, yaralanma ve benzeri durumlarda olayın meydana gelmesini takip eden ilk 24 saat içinde tıbbi müdahale gerektiren haller ile ivedilikle tıbbi müdahale yapılmadığında veya başka bir sağlık kuruluşuna nakli halinde hayatın ve/veya sağlık bütünlüğünün kaybedilme riskinin doğacağı kabul edilen durumlardır. Bu nedenle sağlanan sağlık hizmetleri acil sağlık hizmeti olarak kabul edilmektedir" tanımlaması yapılmaktadır.
Bu tanımlama eksik dolayısıyla yetersizdir. Yukarıda anlattığım üzere "talep eden" tarafın olası istemlerinden "daha dar" niteliktedir. Çünkü "acil başvuru"yu "hastalık", "kaza", "yaralanma", "takip eden ilk 24 saat içinde tıbbi müdahale gerektiren haller", "ivedilikle tıbbi müdahale yapılmadığında veya başka bir sağlık kuruluşuna nakli halinde hayatın ve/veya sağlık bütünlüğünün kaybedilme riskinin doğacağı kabul edilen durumlar"la sınırlamaktadır.
"Hastalık" sözcüğü ise bu kapsamda "tanımlaması yapılmış" bir durumun varlığını gerektirir. Kandaki şekerin düşmesi ya da yükselmesinden kaynaklanan bir "bayılma" (rahatsızlık hali) bir acil durumdur, ama bu "diyabet hastalığının gelişmesi" anlamına gelmez. Demek ki acil başvurular bir "ani gelişen hastalık" haliyle sınırlanamaz.
"Tıbbi müdahâle gerektiren haller" tanımlamasındaki "tıbbi müdahâle" sözcüğüyle de bir "tedavi işlemi" kastedilmektedir. Her acil başvuruda mutlaka ilaçla ya da cerrahi yolla bir "tedavi uygulanması" zorunlu değildir. Bazen hiç tedavi gerektirmeyen yalnızca nedeni saptanıp, bazı önlemlerle asla yeniden oluşmayacak bir durum "acil başvuru" sırasında ortaya çıkabilir.
"24 saat içinde müdahale gerekliliği" ise ileriye doğru, üstelik gereken yapılmazsa sorumluluk doğuran bir durumdur ve bu süre beklenip karar verilmesi mümkün değildir. Zaten sağlıkla ilgili konularda geleceği önceden bilmek mümkün olmadığı için böyle bir sınırlama "bilinemez, belirlenemez" bir duruma karşılık geldiği için pratik anlamı yoktur ve muğlaktır. Karar verenin kim olduğuna göre değişecektir. Öyle tıbbi durumlar vardır ki, ancak o olayın benzeri bir durumla yaşamında karşılaşmış hekimler tarafından bilinebilir. "Hayatın ve/veya sağlık bütünlüğünün kaybedilmesi riski" ise yine hem talebi yapanın, hem de ona karşılık verenin her zaman ve her durumda kesinlikle "doğru kestiremeyeceği" için yine belirlenemez bir hâli tanımlamaktadır. Bunlara dair pek çok tıbbi yaşanmış olay ve örnek söylenebilir. Hekimlerin gündelik pratikleri bu tür durumlarla doludur.
Dolayısıyla genelgeler aslında bir dileğin ötesinde mevcut duruma bir anıt getirebilme açıklığından yoksundur.
Sorunun önemli bir bölümü bu nedenlerden kaynaklanmaktadır. Çünkü vatandaşın "acil durum"u ya başvurduğu sağlık kurumundaki hekimler tarafından "tıbbi" nedenlerle kabul edilmemekte ve bu nedenle bir "karşılık talebinde bulunulmakta"; ya da kişiye verilen hizmetin bedelini ödeyecek olan kurum (SGK vb.) tarafından "acil" sayılmadığı için ödenmemekte veya ödenmeme olasılığı gündeme gelmekte, bu nedenle yine acil başvuru karşılığı bir bedel talebinde bulunulmaktadır.
Acil hizmetin ücreti nasıl ödeniyor?
Genelgelerin kamuoyunda nasıl algılandığı da önemlidir. Çünkü pek çok "çatışma" bu yansıtma - algılama sorunundan kaynaklanmaktadır.
Bunların kamuoyuna yansıtılışı ve propagandif amaçlı tanımlama biçimleri yüzünden, söz konusu acil tanı ve tedavi hizmetleri "karşılıksız sunulan" hizmetler olarak algılanmaktadır. Oysa gerçek böyle değildir. Başka bir deyişle ülkemizde "acil sağlık hizmetleri asla karşılıksız değildir".
Genelgelerde asıl kastedilen "acil başvuru sırasında" başvuran kişi ve/veya yakınlarının bir karşılık ödememeleridir. Ödeme ve hizmetin bedeliyle ilgili işlemlerin her durumda ancak "acil başvuru ve onun gerektirdiği hizmet yerine getirildikten" sonra söz konusu edilmesi bir "amir hüküm olarak" düzenlenmiştir. Dolayısıyla bu acil hizmet "bedava bir hizmet değil bedeli mutlaka ödenen bir hizmettir." Bu noktada herkes için değişen çeşitli seçenekler söz konusudur.
Öncelikle şunu belirtelim ki kamu ya da özel sağlık kurumlarının hepsi, kendilerine acil hizmet için başvuran "SGK kapsamındaki sigortalılara" sigorta prim ödemelerini düzenli yapıp yapmadıklarına bakmaksızın ve sundukları bu hizmetin karşılığını, herhangi bir "sözleşme" yapıp yapmalarına bağlı olmaksızın "Sosyal Güvenlik Kurumu"ndan almaktadırlar.
SGK ile "sözleşmesi bulunan sağlık kurumları" verdikleri acil hizmetin bedelini doğrudan SGK'dan talep edebilmektedirler. Sözleşmesi olmayan sağlık kurumları ise bu amaçla verdikleri hizmet karşılığı bir fatura kesecekler, fatura hizmetten yararlanan SGK kapsamındaki kişi tarafından "bedelinin ödenmesi talebiyle" SGK'ya iletilecek ve faturanın karşılığı eğer uygun görülürse sağlık kurumuna ödenecektir.
Yani SGK kapsamındaki kişiler söz konusu hizmetin karşılığını kendilerinden kesilen ya da bizzat ödedikleri "SGK Sağlık Primleri"ni önceden yatırarak ödemektedirler. Bir farklı nokta bu başvurularda, başvuru için bir "ek başvuru ücreti" ve ayrıca bazı hizmet ve gereken araç gereç için de "ek katkı payı" ödememektedirler. (MS/EÖ) (Sürecek)
30 Aralık 2010'da yayımladığımız "Acil Tanı ve Tedavi" Hizmetleri Parasız mı? yazısı için tıklayınız.