İnsanın kendini, varoluşun bütününü ve anlamı en çok sorguladığı dönemler savaş zamanlarıdır. Ama asıl sorgulama ikinci büyük paylaşım savaşı ve atom bombasının varlığı ve kullanımının dünyayı ve düşünme biçimlerimizi sonsuza kadar değiştirdiği zamanda gerçekleşir. İnsan denen canlının umutsuzluğa düştüğü, her şeyin anlamsız hatta saçma olduğu bir dünya. Haksız da değil. Akıl akıl diyerek rasyonel aklı önceleyerek geldiğimiz yer, kocaman bir yıkım. Bu yıkımın yarattığı en önemli gelişme ise -yüz yıl öncesinden gelen Kierkegaard’dan mirasla- ortaya çıkan Absürd Tiyatro.
Dünya yine adı konulan ya da konulmayan büyük ve biçim değiştirmiş bir savaşın içinde. Savaşın yarattığı sorgulamalar yetmezmiş gibi, aklın neredeyse tamamen tutulduğu, tüm dünyanın birkaç delinin peşinde savrulduğu, fikirlerin saçmalık düzeyine erişip neredeyse tartışılamayacak kadar absürdleştiği bir dönemden geçiyoruz. İçinden geçtiğimiz -umarım hep burada kalmayız- bu dönemde tiyatronun da üretimini yine ve yeniden absürdden yana ortaya koyması gayet anlaşılır bir şey, hatta oldukça yerinde. Madem tartışamıyoruz, madem tartışma zeminleri altımızdan kayıyor ve hatta tartışmamız hayati tehlike taşıyorsa düşünsel eylemimizi var olan söylemi yıkan, yeni bir iletişim dilini kurgulayan uyumsuz bir düzleme kaydırmak bana öyle geliyor ki; başka düşünme biçimlerinin önünü açmak için iyi bir yol olabilir.
Sanki tam da buradan hareketle, çıkış noktası olarak Samuel Beckett’in Mercier ve Camier romanını alan, yer yer de diğer eserlerinden parçalarla zenginleştirilen “Yoruyorsunuz Bizi… Aferin size” Cazu Tiyatronun geçen sezondan bu yana oynadığı oyunu. Absürd tiyatro denildiğinde ilk akla gelen isim olan Beckett’i anlamak adına çıkılan bu yolda Cazu tiyatro bizi Gir ve Ker’in yolculuğuna eşlik etmeye çağırıyor. Hikaye tanrı-anlatıcı da diyebileceğimiz, siyah bir perdenin arkasında kim olduğunu da tam seçemediğimiz bir karakterin sesiyle başlıyor. Gir ve Ker’in çıkmak üzere oldukları yolculuğun aslında onun tercihleriyle şekilleniyor oluşunun yanında, bu tercihlerin hiçbir şeyi değiştirmediğinin fark edilmesi de oldukça manidar. Belki de oyunun asıl derdi tam da bu. Hayatın saçmalaştığı, savaşın, aklın ve insanlığın binlerce yıllık öğretilerinin anlamının değiştirdiği bir zamanda yeni sorular sormanın gerekliliğini hatırlatmak. Yani, klasik anlamda bir çatışmanın olmadığı yolculuk hikayesi seyircinin sorularının da başladığı yer.
Arkadaki siyah perdenin gerisinde tiyatroda olduğumuzu bize hatırlatan bir kostüm bölümü ve perdenin önüne hiç geçmeyen anlatıcının küçük masası dışında dekor yok. Gir ve Ker’in ellerindeki tahta bavullar ve onların içinden çıkan kimi aksesuarlar dışında bir malzeme de yok. Son derece sade ve ekonomik bir anlatım tercih edilmiş. İşlevsel olarak kullanılan bavullar ve aksesuarlar dikkatimizi oyun kişilerine vermemize imkan sağlayacak şekilde ölçülü ve yeterli. Genel olarak clownesk bir yapıda olan karakterler hem absürdün hem de traji-komiğin açığa çıkmasında çok etkili. Oyunun üzerine kurulu olduğu ana meseleler olan anlamsızlık, iletişimsizlik ve sonuçsuzluk yer yer groteske varan anlatım ve clownesk yapıyla da birleşince oldukça görünür hale geliyor. Clownun bilinen yaygın ve kısmen yanlış olan sadece komik olduğu algısı kırılırken, yeni bir anlatım dili groteskin gerçek ötesine bizi taşıyan abartısı ile birleşiyor. Gir ve Ker’in zaman zaman güldüren zaman zaman acıtan halleri seyir zevki yüksek bir oyunu önümüze getirirken, dördüncü oyun kişisinin her sahnede farklı bir karakter olarak görünmesi hem oyuna dinamizm hem de merak ve sürükleyicilik katıyor. Tüm bu sadeliğin içinde en büyük rolse ışık ve efektlere ait. Oyunun dünyasını kuran zaman ve mekan değişimlerine seyirciyi güçlü bir şekilde taşıyan efektler oyunun seyir gücünü artırırken, ışık kullanımı ise bu dünyayı görünür hale getiriyor. Oyunun başrollerinden biri aslında ışık tasarımına ait. Oyunu güçlendiren kendi başına da bütünlük taşıyan bir ışık dramaturjisi var ki; bu belki de oyunun en güçlü ve ilgi çekici yanı. Özellikle Ger’in kilise sahnesinde mumu kibritle yakma ve mumun sürekli sönmesi, duanın ve her şeyin anlamsızlığını işaret eden bu sahnede hem iyi oyunculuk hem de etkili ışık dramaturjisi ile anlamını buluyor. Bu kısacık an oyunun bir özeti gibi.
Oyunun bir diğer dikkat çeken yanı üzerine epeyce çalışılmış olduğu anlaşılan oyunculuklar. Sahnenin boşluğu, dekor ve kostümün azlığı ile tüm yükün oyunculara kaldığı yapıda- tabi ki ışık ve efektin de desteğiyle- oyuncuların oyunun her anına titizlikle yaklaştıkları anlaşılıyor. Gir ve Ker’i oynayan Kerem Özdoğan ve Giray Altınok tüm oyun boyunca sahnede olmalarının hakkını veriyorlar. Her sahnede canlandırdığı farklı karakterleri birbirinden ayrıştırmayı başardığı, kostüm değiştirmenin ötesinde her birini tek tek var ettiği oyun kişileri ile Dilşah Demir de sahneyi fazlasıyla dolduruyor. Oyunu bütünüyle tasarlayan ve anlatıcı rolü ile oyunun içinde de yer alan Behiç Cem Kola’nın da tüm bu süreçlere özenle ve sabırla yaklaştığı görülüyor. Bunun dışında oyuna destek veren ekibe baktığımızdaysa, uzun yıllardır tiyatroya gerek teoride gerek pratikte emek veren İnönü Bayramoğlu, Oğuz Arıcı gibi isimlerle karşılaşıyoruz ve bu başarının tesadüf olmadığını anlıyoruz.
Vladimir ve Estragon (bkz. Godot’u Beklerken) bekliyorlardı, Gir ve Ker gidiyorlar. Ama sonuç değişmiyor. İletişimsizlik ve anlamsızlık her yerde. Doğduk, yaşıyoruz ve öleceğimizi bildiğimiz bu yerde, sonunun nasıl olduğunun hiç de önem taşımadığı bir yolculuktayız. Yolculuğumuzun başlaması ya da başlamaması, seçilen yolların hangileri olduğu sonucu hiç değiştirmiyor. Ama bilemedim, bu iyi haber mi, kötü haber mi?
Yoruyorsunuz Bizi… Aferin Size!Tasarımlayan: Behiç Cem Kola Tasarımlanan: Kerem Özdoğan, Giray Altınok, Dilşah Demir Reji ve Dramaturji Ekibi: Bülent Acar, İnönü Bayramoğlu, Cansu Kahvecioğlu, Leyla Yazıcı, Mahir Dinçer, Dilan Erdoğan, Müge Ersan, Gülşah Akyol Işık Masası: Cansu Kahvecioğlu Ses: Masası: Müge Ersan Afiş Tasarım: Bülent Acar, Kerem Özdoğan Broşür Tasarım: Kerem Özdoğan Süre: 75 dk. |
(NK/EA)