Kocaeli 2 Nolu F Tipi Cezaevi’nde bulunan Abdullah Kalay’a iki sene önce ilk mektubumuzu gönderdiğimizde, hapishanelerdeki çeşitli hastaların durumuyla ilgili bilgi almak istiyorduk, o da Wernicke-Korsakoff’tan dolayı İnsan Hakları Derneği’nin hasta mahpuslar listesinde yer alan, uzun zamandır hapishanede bulunan bir kişiydi.
Aldığımız 13 Ağustos 2012 tarihli cevapta, yakın zamanda kalp krizi geçirdiğini anlatıyordu Abdullah Kalay. Ona iki saat geç müdahale edilmiş, bu da kalbinde büyük hasar oluşturmuştu, artık yüzde 35 çalışıyordu kalbi.
Cezaevine haftada iki gün doktor geliyor ve ben kalp krizi geçirdiğimde doktor yoktu. Gelen 112 Acil servisinde de doktor yoktu. İki tane tekniker personel ambulansla gelmişti ve onlar “hasta sevk edilsin” demeseydiler, sevkte yapılmayacaktım ve ben ölecektim. O iki personel doktor değiller, olmadıkları için pekala “sevk edilmeye gerek yok” diyebilirlerdi. Bu durum benim ölmeme neden olacaktı. Ve ben ölecektim. Ne kadar basit!… İnsan hayatı bu kadar ucuz!…
Devlet yetkililerimiz, adil yargılanmadığı ve gereksiz yere hapsedildiği için AİHM’den ceza aldığı bu vatandaşını katmerli mağdur ettikleri için utanç duymuş, bir daha böyle şeyler yaşanmasın diye gereken bütün tedbirleri almış, Adli Tıp Kurumu’ndan rapor almak gibi engelleri kaldırıp hapishanede ölümün ucundan dönen ve artık kendi kendine bakacak durumda olmayan, üstelik her an yeniden kalp krizi geçirme ihtimali olan bu vatandaşı, yasalara ve insan vicdanına uygun olarak derhal tahliye etmiş olsaydı, ilk mektubunu aldıktan iki sene sonra hâlâ Abdullah Kalay’ın durumunun aciliyetine dair haberler yazıyor olmazdım size.
1967 doğumlu Abdullah Kalay, 13 Nisan 2012’de geçirdiği kalp krizinden iki yıl sonra, 4 Nisan 2014 tarihli mektubunda, Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Adli Tıp Kurulu’na hastalıklarımla ilgili 5275 sayılı yasanın 16. Maddesi gereğince ceza ertelemesi için ilgili savcılık üzerinden başvuru yaptığını ve bu kurulun 30 Aralık 2013’te kendisi için “hayati risk taşımakta cezaevinde kalamaz” diye rapor yazdığını anlatıyordu:
“Koroner arter hastalığı, anginapectoris, kalp yetmezliği, yüksek tansiyon, eko sonucunda kalbin çalışma oranı yüzde 30, yüzde 27 duyma kaybı (bu oran yüzde 35’e varmış) sürekli baş ağrısı, uzun süreli açlık grevlerinden dolayı Wernice-Korsakoff ve buna bağlı olarak bağırsaklarda ağrı sık sık ishal, bacaklarda kollarda uyuşma” gibi kardiyoloji, nöroloji, psikiyatri bölümlerinin tetkik ve raporlarına dayalı bir karardı bu, “Cezaevi gibi kapalı veya resmi sağlık kuruluşlarının mahkumlara ayrılan bölümlerde dahi enfeksiyon kapma riski ve hayati tehlike mevcuttur” diyordu. Doktorlar Kalay’a “yeniden kalp krizi geçirme ihtimalin yüksek, kalp vücudunun ihtiyacına yeteri kadar kan pompalamıyor, hayati risk altındasın” diye açık açık söylemişler.
Gereği meçhul yasalar gereği, devlet hastanelerinin, araştırma hastanelerinin, üniversite hastanelerinin en kapsamlı raporlarının bile, Adli Tıp Kurumu (ATK) tarafından onaylanması gerekiyor. Fakat... 8 Ocak 2014’te ATK heyetine götürülecek olan Kalay’ın dosyasına, nasıl oluyorsa, Kocaeli 2 Nolu F Tipi Cezaevi idaresi tarafından konması gereken, Kocaeli Ünv. Hastanesi’nin yukarıda anlatılan raporu, konmuyor.
Buna ne denir?..
Abdullah Kalay sormuş cezaevi idaresine, neden yok o rapor diye, “bizimle ilgili herhangi bir eksiklik yok” demişler.
Avukatlarının Savcılık üzerinden yeniden başvurusu üzerine 22 Ocak 2014 tarihinde birkez daha İstanbul Adli Tıp Kurumu’na götürülüyor Abdullah Kalay. Üçüncü Adli Tıp İhtisas Kurulu 24 Ocak 2014 tarih ve 702 No’ lu kararıyla “Kalbi çalışıyor, hastalığın ilerlemesi ve vasfının değişmesi oluşumunda yeniden değerlendirme yapabileceği, cezaevi şartlarında infazının devamına” diye vicdanlıca bir karar vermiş.
Hangi vasıf değişsin istiyormuş ki bu ATK?
Hâlâ hayatta olma vasfının, kalbinin henüz atıyor olma vasfının değişmesini mi?
Sonra avukatlar yeniden başvurdular rapor için. Sonra Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’dan Abdullah Kalay’ın tahliyesini isteyen imza kampanyası başladı... Sonra, 4 Temmuz 2014’te Abdullah Kalay’a Kocaeli Üniversitesi Araştırma Hastanesi yine “cezaevinde kalamaz” diye rapor verdi. Sonra Abdullah Kalay yine de tahliye edilmedi. Bunun üzerine Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST), TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’na, Kalay’ın neden hâlâ tahliye edilmediğini (22 Ocak 2014). 4 Nisan 2014’te, Komisyon Başkanı Sakarya Milletvekili Ayhan Sefer Üstün’ün imzasıyla cevap gönderdi:
"Kocaeli 2 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu ile yapılan görüşmelerden Adli Tıp Kurumunun söz konusu şahsın rahatsızlığının ağır hastalık, sakatlık kapsamında değerlendirilmediği, hayatını yalnız idame ettirebileceği, tedavisi ve poliklinik kontrollerinin sağlanarak, doktoru ve reviri bulunan cezaevi şartlarında infazına devam edilebileceği sonucuna vardığı anlaşılmıştır. Bu nedenle zikredilen raporun ceza infaz kurumundan tahliyeyi sağlamayacağı düşünülmektedir."
Peki sizce burada soru ve sorun bu mudur? Abdullah Kalay’ın istisna olmadığını bilecek kadar çok haber okuduk hasta mahpuslarla ilgili, kızdık, üzüldük, ne yapacağımızı bilemedik, herhalde sanıyorlar ki kamuoyunu ilgilendirmiyor hapishanelerde neler olduğu.
“Ölürlerse ölsünler” diye düşünenlerin, böyle düşündüklerini açıkça söylemek zorunda kalmadan topu birbirine atabilecekleri ve nihayet hapishanede bir yatak daha, misafirinin ölümüyle boşaldığında ölüm nedenine “ecel” yazıp topluca aradan çekilebilecekleri bir sistemleri, hazır cevapları var. “Abdullah Kalay her an kalp krizi geçirebilir, ve bir kriz daha geçirirse orada ölecekken neden tahliye edilmiyor” sorusunun cevabı “Adli Tıp Kurumu öyle uygun görmüş” olmamalı, Adli Tıp Kurumu’nun neden öyle gördüğünün açıklaması varsa onu yapın bize.
Adli Tıp Kurumu kararlarında geçen “cezaevi koşullarında yaşayabilir” cümlesinde, bu kurum cezaevi koşullarından ne anlıyor onu da yazın, ve yaratın o halde Abdullah Kalay’ın gerçekten hayatta kalabileceği cezaevi koşullarını. Onu hasta eden zaten bu koşullarmış gibi yapmayın mesela. Hastanelerdeki doktorların ısrarlı ve nedeni açık olan sözüne karşı, Adli Tıp Kurumu’nun fikrini sormanın gereği nedir, onu anlatın.
Yasa öyle, evet.
Ama yasa neden öyle? Bu insanları içeride rahat rahat bırakın, ölene kadar kalsınlar diye kocaman kocaman labirentler kurmuşsunuz yasaların içine. Aslolan, vicdana uygun olan ve yasanın da söylediği, hastalık, kocama halinden dolayı kendi kendine bakamayacak olanların ve cezaevinde tedavi edilemeyecek olanların cezaları ertelenir, ilkesidir. Aslolan, Adli Tıp Kurumu raporuymuş, savcının iki dudağı arasında “toplum güvenliğine tehdit oluşturmak”mış gibi labirentler oluşturmadan ve insanların canlarını orada kaybetmeden, insanlığın gereğini yapmak, orada yaşayamacak olanı hapishanelerde öldürmemektir.
Abdullah Kalay’a doktorlar, eğer bir daha kalp krizi geçirirse kurtulamayacağını söylemişler. O, cezaevinde, cezaevinin olağanüstü sağlık şartlarında, bunu bilerek yaşıyor. Bakanlık yetkilileri, Adli Tıp Kurumu’ndaki doktorlar, TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu üyeleri de biliyorlar bunu (herhalde). Biz de biliyoruz. (DZA/HK)
* Zeynep Alpar, Hapiste Sağlık Girişimi Sözcüsü