Fotoğraf: Murat Bayram/bianet
Francesca Borri ile birlikte Suriye'nin Tozu'nda ilerliyoruz. Anlatıyor
Kamptayız.
Atmeh Mülteci Kampı, Kış 2013
Türkiye’den birkaç kilometre uzakta, sınırı belirleyen dikenli tellerin üzerinde kurumaya bırakılmış çamaşırların rüzgarda dalgalandığı bu kampta, evlerinden göçmek zorunda kalmış 13 bin insan yaşıyor.
Çadır bile olmayan, plastik paçavralar, metal levhalar, boş un çuvalları ve içeriye akan yağmur sularından ıslanmış pis kokulu karton parçalarından oluşan bu barınaklarda eti kemiğine yapışmış insanlar yaşıyor.
Elektrik, gaz ve su yok, sadece deli bir rüzgarla birlikte yağan kar. Tuvalet olarak, briketler tarafından gizlenen, toprağa açılmış bir düzine çukur.
Üstlerindeki tek giysiler kaçarken üstlerinde olanlar. Çocuklar, ayaklarında babalarının ayakkabıları ile çamurun içinde geziniyorlar, onları soğuktan koruyacak giysileri yok. Isınmak için yakabilecekleri hiçbir şey yok.
Çevredeki zeytin ağaçları mülk sahipleri tarafından sıkı bir koruma altında. Çalı çırpı ve boş karton kutuları yakıyorlar. Yiyecek olarak, arada bir dağıtılan bayat ekmek, bazen biraz pirinç ve birkaç patates.
Halep artık tam bir savaş alanına döndü. Gazetecilerin girip, çıkması çok zor. Gazeteciler Atmeh’e yöneldiler, burada kalmak için değil, çekilen sefaletin boyutlarını görüntülemek için. Çocuk sefaleti medyada her zaman iş yapar.
Reyhanlı - İstanbul
Atmeh’e giriş Türkiye’den, Reyhanlı’dan yapılıyor. Bu sınır şehrinde her gün yeni bir sivil toplum örgütü ofis kuruyor.
Suriye, sivil toplum kuruluşları için bulunmaz maden. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNCHR) sınırı geçen mülteciler ile ilgileniyor.
Türkiye, Lübnan, ve Ürdün’e geçenler 650 bin. Suriye’nin içinde göçe zorlananlar konusunda henüz rakam yok.
Burada merkezi İstanbul’da olan Ulusal Suriye Koalisyonu (Ulusal Konsey’in yerine Kasım 2012’de kurulan Esat karşıtı örgütlerin ortak çatı örgütü), için görev yapan Ali Atassi, Kıbrıs’ta bir sokak sanatçısı: Francesca “Sorun, hiç kimsenin belirli bir görevi olmaması, bir şeye ihtiyacın olduğunda kime soracağını bilmiyorsun, ve Atmeh tüm kaçak iş yapanlar için ideal bir yer, burasının kimsenin yönetiminde, denetlenmeyen bir yer olması, onların işine geliyor.”
Müslüman Kardeşler
Ulusal Suriye Koalisyonu kendisine bir yol haritası çizemiyor. Kurulma nedeni Batılı güçlerin Esat hükümetine müdahalesini sağlamak olan bu yapı, Esat devrildiği zaman yerine geçecek yeni hükümetin yapısını oluşturmak için çalışıyor.
İlk olarak Batılı devletin müdahalesi, daha sonra Esat'ın silahlı bir ayaklanma ile devrilmesi, daha sonra da Esat'ı koruyarak ortak bir uzlaşma etrafında birleşmek konusunda anlaşamıyorlar.
Anlaşamıyorlar çünkü Batılı güçler, onlara hep çelişkili, birbirini tutmayan mesajlar veriyor. Türkiye, şimdilik muhalefete kapılarını açmış görünüyor.
Ulusal Koalisyon, Esat hükümetinin baş düşman ilan ettiği Müslüman Kardeşler hareketinin hayatta kalan ve çoğunlukla yurt dışında yaşayan 63 kişiden oluşuyor.
Gaziantep, Antakya ve sonradan da İstanbul’da toplanıyorlar. Ancak ülkelerinde yaşananlardan uzak, orada acı çekenlere dokunamayan, otel odalarında aralarında konuşan insanların Halep ve Atmeh’de yaşayanları anlamaları olası değil.
Taş devri
İstanbul'da Esat gittikten sonra ne olacak tartışılırken, Atmeh'de kış bütün gücüyle sürüyor. Esat sonrasını görebilmek için ilk önce hayatta kalmak gerekiyor.
Kampta ısınmak için yakılan mum alev alıyor ve dokuz kişi ölüyor!
Atmeh’i anlamak için insanın Halep’i Şam’ı görmüş olması gerekiyor, o kentlerde yaşanan hayatların güzelliğini, gül kokusuyla tütsülenen avluları, evlerin içlerini renklendiren kilimleri, halıları, yerleri süsleyen renkli fayansları.
Şimdi Atmeh’de yaşayanlar, binlerce yıl geriye, Taş Devrine dönmüşler. Buldukları çaputlara sarılmış, çocuklarına bez niyetine çöpten buldukları kağıt parçalarını saran, kirden kafalarına yapışmış saçları, açlıktan feri kaçmış gözleri ile yüzünüze boş boş bakan insanlar.
Tek bir sözcük dökülüyor ağızlarından; “utanıyoruz”. Güneş batımında, soğuk iyice artıyor, çadırlara çekiliyoruz.
Karnı aç, konuşmayan insanlar, morgda sıralanmış bedenler gibi, üstlerinde var olan giysilerle yan yana diziliyorlar, ben de aralarında.
Çamur
Birden üstümüzden uçan askeri jetin sesi deliyor sessizliği.
Herkes birbirine bakıyor, bir an, kısacık bir an ve sonra korkunç bir patlama. Ölüm yine kapında!
Aralarda Uluslararası Toplum adına kampa gelen ziyaretçiler, San Marco Meydanında güvercinlere yem verir gibi, göçmenlere bisküvi ve şeker dağıtıyorlar.
Bu sabah Paris’ten böyle bir ziyaretçi geldi, gelmekte olan kış onu ürkütüyordu, süet ayakkabılarını göstererek , “Bu çamur ne yapsan çıkmaz “ diyordu.
Doğru, bu çamur çıkmayacak, sadece ayakkabınıza değil, yüreklerinize de bulaşmış, o nedenle hiç çıkmayacak artık!
Halep, Kış 2013
Halep’te, hiç değilse teorik olarak, artık bir hükümet var. Belediye Başkanı’nın adı Jalal al-Khanji, 67 yaşında bir mühendis. Kentin ileri gelenlerinin seçtiği Devrim Konseyi’nin başkanı. Ofisi Halep’in dış mahallelerinin birinde.
En önemli tek gündemi var: ekmek. Eskiden 15 Suriye lirası olan sekiz dilimlik ekmek paketi, şimdi 200 Suriye lirası, yaklaşık 3 dolar.
Halep’te başta ekmek, su, elektrik, çöp toplama gibi temel ihtiyaçları karşılamak için gereken para ayda 10 milyon ABD doları, Ulusal Konsey’den onlara gelen para 1.3 milyon ABD doları.
Kuveyt, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden (BAE) bu paraya 900.000 ABD doları ilave etmişler.
Belediye başkanı
“Dış ülkelerden gelen yardımların çoğu muhalefetin giderlerine harcanıyor. Ancak Halep’te ekmek ve ilaç sadece insani yardım değil, aynı zamanda siyasidir.
"İstanbul’da yapılan yüzlerce toplantıdan ve konferanstan çok daha siyasi. İnsanlar ekmek bulamazlarsa İslami örgütlere dönecekler, onların ekmeği çok fazla.”
Böyle diyor Belediye Başkanı.
El Kaide’ye bağlı savaşçıların tüm savaşçılara oranı yüzde 5. Ancak en eğitimli ve olanakları en fazla olanlar oldukları için bölgedeki devlete ait askeri üslerin çoğunu ele geçirmiş durumdalar.
ÖSO’nun Halep’teki Kuvvetlerinin Genel Komutanlığı artık Jabhat el-Nusra’nın elinde.
El Nusra
Jabhat el-Nusra askerleri bizlerle fazla konuşmuyorlar. Kara giysileri ve kılıçları ile görsel malzeme olarak ilginçler. Rivayete göre, el-Nusra, Esat devrildikten ve hukuk düzeni kurulduktan sonra iktidarı ÖSO’ya devredecek.
Hukuk düzeninden ne anladıkları ise bir soru işareti. Kuvvet Komutanlığı’nın arkasında bir hapishane oluşturmuşlar. Burada kimler var, kaç kişiler, ne için tutuklanmışlar kimse bilmiyor.
Mahkemeye çıkacaklar mı, yoksa asılacaklar mı? Yanıtı olmayan sorular.
ÖSO
Halepli bir savcı ile konuşuyorum. “Özgür Suriye Ordusu Halep’e 2012’de girdi. ÖSO askerleri ellerindeki bir düzine mermi ile savaşı kazanacaklarını ve halkın başkaldıracağını sanarak kendilerini Halep’in sahibi ilan ettiler.
“Evler, dükkanlar, canları neyi çekerse, içeri girip yerleşiyorlar. Esat’ın askerlerinden kalır tarafları yok.”
Ev-okul
Savcının erkek kardeşi “Okulları, hastaneleri kendi üsleri olarak kullandıkları için Esat’ın buraları bombalamasına neden oldular” diyor.
Birkaç arkadaşıyla birlikte evini okula dönüştürmüş, çocuklara matematik, fizik dersleri veriyor. Yaralıların birçoğu özel evlerde cep telefonlarının veya çakmakların ışığı altında ameliyat ediliyor, yerdeki halıların üstünde.
Dışarıda dondurucu bir soğuk var, evlerde ısı olmadığı için, pencere kenarları buz tutmuş. Bu buzlarla sabah yüzümüzü yıkıyoruz.
Bir elmayı dokuz kişi paylaşıyoruz ve gözümüz hep göklerde. Nerden, ne zaman geleceği belli olmayan saldırılara karşı sürekli hesap yaparak.
Ama hesap yapmanın hiçbir yararı olmadığını, ölümün nerde ne zaman bizi bulacağını hiçbir algoritmanın çözemeyeceğini biliyoruz.
Abdullah
Gazeteciler Suriye’de para kapısı olduğu için fiyatlar sürekli artıyor. İki kayıp gazeteci var. Habercileri kaçırıyorlar, geçen gün üç Fransız gazeteci kaçırıldı.
Bize hizmet veren ve kendi medyasını kuran Abdullah, ÖSO’yu arayarak gazetecileri kurtardı.
Sayımız giderek azalıyor, herkes bir birbirine soruyor: “niye kalalım ki, yazacak bir şey yok.
Günü birlik haber yaparak bir yere varamayız. Tahlil yapmak, çalışmak, konuşmak ve sabırlı olmak gerekiyor.
Tıpkı Abdullah gibi. Sonra bir gün Abdullah’ı vurdular, kendi kurduğu medya binasının önünde. Hiçbirimiz cenazesine gitmedik, gidemedik. Ben sonra öldürüldüğü yere yedi kırmızı gül bıraktım.
Medya binasında erkek kardeşinden başka kimse yoktu. Elektrikler kesikti, sadece uzaktan gelen top sesleri.
Bir köşeye gidip büzüldüm, aylar önce aynı köşede tek başıma halının üstünde titreyerek oturmuştum, gökten yağmur gibi bomba yağıyordu, şehrin diğer ucunda olan arkadaşlarımın yanına gidemezdim, çok tehlikeliydi.
Hava karardı, zaten sokağa çıkma yasağı vardı. Birden kapı açıldı ve Abdullah daldı içeriye, yanında ise fotoğrafçı Alessio. Beni yalnız bırakmamak için karanlıkta farları yakmadan bütün şehri kat ederek yanıma gelmişlerdi.
Ses
Şimdi aynı köşede büzülmüş oturuyorum. Bomba seslerini dinliyorum. Sahilde denizin sesini dinler gibi. Zaman ve kum akıyor parmaklarımın arasından.
Bombaların bazıları çok yakında patlıyor. Gitmem gerekiyor belki, ama ne değişecek? Kapıdan içeriye girecek kimse yok artık.
Kırmızı güller kaldı geriye.” (MUT/APA)
Yarın-İdlipli Ahmet: Senin Gibi Ray-Ban Güneş Gözlüğüm Vardı
Kaynaklar
- Francesca Borri, Syrian Dust/ Suriye'nin Tozu/ Reporting from the heart of the battle for Aleppo, Seven Stories Press, New York, 2016.
- Harun al-Aswad, Desperate Syrians flee Lebanon to Turkey, via Syria, in Syria-Turkey border, Middle East Eye, 13 Eylül, 2019
Yazının içindeki fotoğraflar: Anadolu Ajansı / Arşiv
SURİYE'NİN TOZU'NDAN/ MELEK ULAGAY TAYLAN
3/ Abdullah'ı Vurdular, Cenazesine Gidemedik, 7 Kırmızı Gül Bıraktım